Ağrı hissini herkes bilir. Buna rağmen ağrıyı tarif etmek zordur ve neticede anlaşılmayabilir. Ağrı genellikle doku hasarı ile beraberdir. Farklı doku hasarları, farklı ağrı tiplerine sebep olabilir. Mesela, şişme veya iltihabın belli bir doku parçasında teşekkül etmesi, sürekli zonklayıcı bir ağrıya sebep olurken (çıban ve diş ağrısı gibi), barsak ve rahim gibi içi boş top şeklindeki organların gerilmesi gelip gidici ve bıçaklanmışcasına ağrılara yol açarlar. Bir organa giden kanın kesilmesi, kangren ve kalb ağrısında (anjina) olduğu gibi sürekli ve şiddetli bir ağrı verir.

Dokuların ısı ve kimyevi maddelerle tahribi yakıcı bir ağrı hasıl eder. Kasların krampıyla ve eklemlerin burkulmasıyla umumiyetle, sürekli ağrı duyulur. Ağrının iki ehemmiyetli fonksiyonu vardır: Birincisi; hastayı, ağrıya ne sebep olmaktaysa onu durdurmaya yöneltmesidir. Böylece hasta organ da dinlendirilmiş olur ve iyileşmeye yol açar. İkincisi; ağrı, bir erken uyarı sistemi gibi çalışır ve özellikle doktorların bu belirtiyi araştırmaları teşhise götürür. Ağrının üç karakterini açıklamak icab eder: Birincisi; ağrı hasta organ veya yaralı dokudan daha geniş bir alana yayılır veya yansır. Mesela, kalb, ağrısı sol kol içine, bel ağrısı ise bacak arkasına yayılabilirler.

Bu özellikler belli hastalıklara münhasır olup teşhis koymak sanatının ipuçlarıdırlar.İkincisi; bir yerdeki hastalığın ağrısı tamamen farklı bir yerde duyulabilir. Bunun misali de sağ omuzda duyulan ağrının, sağ akciğerin alt kısımlarıyla, karaciğer veya safrakesesi hastalıklarından kaynaklanabilmesidir. Yine sol karın ağrısı, dalak hasarının habercisi olabilir. Bacağı kesilen biri, sanki mevcutmuş gibi ağrıyı hala ayak parmaklarında hissedebilir. Üçüncüsü; ağrı eşiğidir. Bu, farketme seviyesini ifade eder.

Ağrı eşiği yükselince duyulan ızdırap azalır veya kaybolur. Ağrı eşiği düşünce ızdırap artar ve daha önce rahatsızlık vermeyen dokunma ve ses gibi duyular ağrılı olabilirler. Bu geçici değişmelerin dokulardaki hasar ile alakası yoktur. Aşağıda sıralanan hallerde ağrı eşiği yükselir. Bunların, ağrının sebebiyle alakası yoktur. Fakat, duyulan ızdırap azaltılmış olur.

Fiziki etkenler: İlaçlar, akupunktur, sıcak tatbikatı, anestezikler. Psikolojik etkenler: İnanç sahibi olmak, heyecan, ilginin yoğun olması, kendine güven, doktora güvenmek. Mesela kaza anında ve heyecanlı bir müsabakada ağrı duyulmayabilir. Bazı durumlarda da ağrı eşiği düşer; hastalık, açlık, ve bir başka ağrının varlığiın bu hallerdendir. Derideki çıbanın kenarına dokunmak şiddetli ağrıya sebep olur. Ayrıca endişe, heyecan, yorgunluk, uykusuzluk, depresyon, üzüntü, hayal kırıklığı ve sıkıntı gibi psikolojik hallerin vuku bu cümledendir. Gündüz tahammül edilebilen bir ağrının gece tahammül edilmez hale gelmesi bunun misalidir.

Bu tesirlerin ehemmiyeti genellikle doktorlar tarafından dahi takdir edilmemektedir. Fakat bunların önemi su götürmez. İman, doktora güvenin hasıl olması, aadaşlık, mrkerhamet ve rahatlatıcı mesşguliyetler ağrının dindirilmesinde ilaçlardan çok daha tesirlidirler. Son araştırmalar endorfin denilen morfin benzeri moleküllerin bedende psikolojik ve fiziki tenbihler neticesi üretildiklerini ve ağrının hissedilme seviyesini, ağrı eşiğini düşürerek veya yükselterek etkilediklerini göstermişlerdir.

Ayrıca çok yeni olarak, ağrının duyulmasına sebep olan “bradikinin” isimli maddenin sinirlere tesirini engelleyici maddeler sentez edilmiş ve ilaç olarak piyasaya arzedilme safhasına gelinmiştir. Yıllardan beri bu calışmalar devam ederken Mandevilla velatina denen bir bitki kökünde bu ilaçlardan çok daha tesirli tabii bir
madde yakın zamanda keşfedilmiştir.(Bkz. Baş ağrısı, Karın ağrısı, Lumbago)