Evliyânın ve bütün ilimlerde söz sâhibi olan imâmların büyüklerinden. Hazret-i Ali'nin neslinden olup seyyiddir. Irak'ın Nehr-ül-melik kasabalarından biri olan Kaylaviye'de yaşadı. Yine orada 1162 (H. 557) senesinde vefât etti. Kabri orada olup, ziyâret edilmektedir.

Allahü teâlânın sıfatlarında bilgi sâhibi, kerâmetleri görülen bir zât idi. Kaylaviye ve çevresindeki insanlar huzûruna gelip bilmediklerini sorarlar, kendisinden fetvâ alırlardı. O kadar çok gelen olurdu ki, yüksek bir kürsî yaptırmak mecbûriyetinde kaldı. Kürsî üzerinde, insanların dertlerine çâre olurdu. Nasîhatleri ile pekçok kimsenin doğru yola gelmesine sebeb olurdu. Talebelerinden Ebü'l-Hasan el-Kureşî, Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed el-Medînî, Halîfe bin Mûsâ, Mübârek bin Ali el-Ceylî, Muhammed bin Ali el-Keydî meşhûrdur.

Ebû Saîd Kaylavî, Hızır aleyhisselâm ile görüşürdü. Abdülkâdir-i Geylânî ile sohbet ederlerdi. Gavs-ı âzam Abdülkâdir Geylânî'ye çok hürmet eder, edebli davranırdı. Bir gün Abdülkâdir-i Geylânî, Ali bin Heytî ve Ebû Saîd Kaylavî ve pekçok kimse bir yerde toplandılar. Gavs-ı âzam insanlara ve cinlere nasîhat eden, Abdülkâdir-i Geylânî, Ali bin Heytî'ye; "Konuşunuz." buyurdu. O da; "Efendim! Huzûrunuzda nasıl konuşabilirim?" dedi. Bunun üzerine Ebû Saîd'e; "Siz konuşunuz" buyurdular. O da az bir şey konuştuktan sonra; "Efendim! Emrinize uymak için konuştum, size olan hürmetimden dolayı da sustum." dedi. Konuşmasını, tasavvufun yüksek dereceleri üzerine yapmıştı. Orada bulunanlar, bu konuşmayı iyice anlıyamadılar ve îtirazlarda bulundular. Ebû Saîd izin isteyip bir şiir okudu. Bu şiiri dinleyen Abdülkâdir-i Geylânî, oturduğu yerde birden vecde gelip, Allahü teâlânın izniyle havada uçmaya başladı. Orada oturanlar hayretler içinde kaldılar ve arkasından, talebelerin okuduğu medreseye gittiler. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî'yi orada buldular.

Ebû Saîd Kaylavî, abdest alacaktı. Talebelerinden Ebü'l-Hasan Ali el-Kureşî kendisine ibrik götürüyordu. İbrik birden elinden düşüp parçalandı. Talebe çok telaşlandı. Ebû Saîd talebesine şefkatle bakarak, yerdeki ibriğin bir parçasını eline alır almaz, diğer parçaları ona yapışmış gördüler. Hattâ içi su ile dolu idi.

Yine bir defâsında kıra gitti. Öğle vakti olduğunda, kıbleye dönerek ezân okumaya başladı. "Allahü ekber" dediğinde, tekbîrin heybetinden yer sarsıldı, bâzı yerler çatladı.

Ebû Saîd'in duâlarını cenâb-ı Hak kabûl eylerdi. Çok hasta olan bir kimseyi ziyâret etse, hasta sıhhate kavuşur, iyileşirdi. Bir kimseye şefkatle baksa, o şahıs kötü ahlâklı bile olsa, sâlih bir müslüman olurdu. Her kim onu üzerse, o da helâk olurdu.

Vefâtı ânında oğlu Saîd; "Babacığım, bana vasiyet eder misin?" dedi. O da oğluna; "Evlâdım! Abdülkâdir-i Geylânî'ye karşı çok hürmetli ol!" buyurdu. Orada bulunan âlimlerden Muhammed el-Medînî; "Ey efendim! Abdülkâdir-i Geylânî'nin hâlinden bize anlatır mısınız?" dedi. O da; "O bu zamandaki evliyânın çiçeğidir. Yeryüzündeki insanların, Allahü teâlâya en yakın ve O'na en sevimli olanıdır." buyurdu.

Ebû Saîd Kaylavî buyurdu ki: "Velînin kalbinde dünyâ malına karşı hiçbir muhabbet olmamalı, kalbi, bütün kötü huylardan temizlenmelidir. Hiç kimse ile münâkaşa etmemeli, herkesle hoş geçinmelidir. Elinde olanları muhtaçlara verip, onlara hizmeti ganîmet bilmelidir."

TOPAL OL!

Bir gün, Ebû Saîd'in huzûruna iki sandık getirdiler. O sırada talebelerine ders veriyordu. Sözünü yarıda kesip gelenlere; "Sizler, Eshâb-ı kirâma dil uzatan, haklarında kötü sözler söyleyen kimselersiniz. Bu sandığın içindekilerle beni imtihân için geldiniz." dedi. Kürsüden inip sandıkların yanına geldi. Birinin kapağını açtığında, içinde bir çocuğun oturmakta olduğu görüldü. Çocuğun elinden tutup, "Kalk!" deyince, çocuk, içinden fırlayıp dışarıda koşmaya başladı. Diğer sepetin ağzını açtığında, onun da içinde bir çocuğun olduğu görüldü. O çocuğun alnına parmağını dokundurup, "Topal ol!" dedi. Çocuk dışarı çıktığında topallayarak yürüdüğü görüldü. Çocuğu getirenler hayretten dona kaldılar. Çünkü önceki sepete topal bir çocuk, diğerine de sağlam bir çocuk koymuşlardı. Topal çocuk sağlam, sağlam olan da topal olmuştu. Onlar bu hâli görünce derhal tövbe ettiler ve dediler ki: "Yemîn ederiz ki, bu çocukların durumlarını Allahü teâlâdan başka kimse bilmiyordu."

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.276

2) Kalâid-ül-Cevâhir; s.106

3) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.147

4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.6, s.214