Endülüs’te yetişen büyük velîlerden. İsmi, Osman bin Yûnus el-Ca’berî es-Serûcî’dir. Endülüs’de bulunan Elbîre şehrinde yaşadı. 1299 (H.698) senesinde Elbîre’de vefât etti. Kendisi için güzel bir türbe yapıldı. Ziyâret edilmektedir. Kerâmetler ve fazîletler sâhibi yüksek bir velî idi.

Bir defâsında, dergâhında bulunan hizmetçilerden biri, yakında bulunan bir sarnıçtan su almaya gitmişti. Su çekerken, elinde bulunan ipi ve kovayı sarnıca düşürdü. Çıkarmak için uzun bir sopa sarkıttı. Çıkaramadı. Başka yolları da denedi. Fakat, bütün çabaları boşunaydı. Nihâyet geri gelip Osman Serûcî hazretlerine durumu arzetti. Hizmetçiye, o uzun sopayı tekrar sarkıtmasını söyledi. O da; “Peki efendim” deyip, sarnıcın başına gitti. Sopayı sarkıttı. Bir de ne görsün. Osman Serûcî, elinde ip ve kova ile sarnıçtan çıkıyor. Hizmetçi çok hayret etti. Kovaya su doldurup dergâha geldi. Orada bulunan bir arkadaşına bu hâdiseyi anlattı. O da; “Nasıl olur? Hocamız, oturduğu yerden hiç ayrılmadı. Senin bir yanlışın olmasın?” dedi. Hizmetçi, hocasının, yerinden hiç ayrılmadığını başkalarından da sorup iyice öğrendikten sonra bu hâlin Osman Serûcî’nin bir kerâmeti olduğunu anladı.

Serrâc ed-Dımeşkî, güvenilir zâtlardan Muhammed bin Elbîrî’nin şöyle anlattığını haber veriyor: “Biz, bir zaman güvercin avına çıkmıştık. Av esnâsında ben, geniş ve derin bir kuyuya inmiştim. Bir türlü çıkamadım. Nihâyet Osman Serûcî hazretlerinden yardım istedim. O anda başımın üzerinde bir el hissettim. O eli tuttum. O el, beni kuyudan çıkardı. Ben kuyuda çektiğim sıkıntı sebebiyle, dışarıya çıkınca bir müddet baygın kaldım. Kendime geldiğimde Osman Serûcî’ye teşekkür etmek için, avladığım güvercinlerden yirmisini hediye etmeyi düşündüm. Avladığım diğer kuşları pazarda satıp, ondan sonra Osman Serûcî’ye gidecektim. Pazara giderken dergâhının önünden geçiyordum. Bana ismimle hitâb edip hatırımı sordu. Yanına varıp elini öptüm. Bana; “Dün gece rahatsız mı oldun?” buyurdu. Ben de; “Efendim, çok teşekkür ederim. Allahü teâlâ size çok hayırlar versin” dedim. Tebessüm etti ve; “Bizim için ayırdığın yirmi güvercin nerede?” dedi. Sonra güvercinleri hediye ettim. O da güvercinleri talebelerine verdi.”

ŞÜPHE Mİ EDİYORSUN?

Bir kimse şöyle anlatır: “Ben Elbîr’de, Osman Serûcî'nin yakınında bulunurdum. Fakat yüksek bir zât olduğunu bilmezdim. Bir gün sefere çıktım. Uzak bir memlekete vardım. Orada bir kimseyle karşılaştım. O kimse benim Elbîr’den geldiğimi anlayınca, Osman Serûcî hazretlerinin nasıl olduğunu sordu. Onu çok seviyor, hürmet ve edeble bahsediyordu. Ona selâm ve hürmetlerini götürmemi, duâ etmesini istiyordu. O kimseye; “Sen bu zâtı bu kadar büyük tutuyorsun. Üstünlüğünden bahsediyorsun. Peki sen onu gördün mü?” diye sordum. O da şöyle anlattı: “Benim böyle söylememe hayret mi ediyorsun? Onun büyüklüğünden şüphe mi ediyorsun?” dedi. Ben bir defâsında, yüz adam boyu yüksekliğindeki bir yerden düşmüştüm. Havada iken ondan yardım istedim. Hemen o anda Osman Serûcî hazretlerinin elini gördüm. Beni havada tuttu ve yavaşça yere koydu.” Bunları dinleyince, onu denemek için inkârda bulundum. “Böyle değildir” gibi sözler söyledim. Bunun üzerine o kimse; “Ben evliyânın kerâmetine inanırım. Bu işin hakîkati de böyledir. Doğru söylüyorum” dedi. Sonra Elbîre’ye döndüm. Fırat Nehri üzerinde bir kayıkla gidiyordum. Osman Serûcî’nin dergâhının önünden geçiyordum. Dergâhın kapısında idi. Beni görünce, benden uzakta olduğu ve iyi tanımadığı hâlde bana ismimle seslenerek; “Ey filân! Sana göre fakirlerin, evliyânın kerâmetine inanılmaz, sâlihlerin hâlleri ve onlara inananlar inkâr edilir öyle mi?” buyurdu. Bu söz üzerine bir kerâmetine şâhid oldum ve evliyânın kerâmetlerinin hak olduğuna inandım. Önceki inkârıma da pişmân olup tövbe ettim. Cehâletimi ve kusûrlarımı îtirâf ederek yanına geldim. Ellerini öptüm. Uzak memleketlerde, seferde iken karşılaştığım ve bana evliyânın kerâmetinin hak olduğunu bildiren zâtın selâm ve hürmetlerini de arzettim. O kimsenin selâmını aldı ve kendisine hayır duâ etti. Ben de bu zâtın talebelerinden oldum.”

1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.144

2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.216