Zehirler ve zehirlenmelerle uğraşır.Her ne kadar toksikoloji farmakolojinin özel bir yönü ise de çeşitli sebeplerden ötürü ayrı bir dal olarak gelişmiştir. Toksikolojinin özel teknikleri adlî tıpta ve halk sağlığı konularında büyük önem taşır.

Farmakolojinin târihi gelişimi: Farmakoloji tarihinin ilk dönemi çok eski çağlara kadar uzanır ve ilaç hammeddelerinin kullanılmasına dair basit müşâhedelerle karakterizedir. İptidâî devirlerde yaşayan insanların dahi hastalıklarla ilâçlar arasında münâsebetler keşfedebilmiş olması ilgi çekicidir. Târih boyunca ilâçların kullanımı o kadar yaygın olmuştur ki 1894’te Sir William Osler “İnsan ilâca karşı doğuştan şiddetli bir arzuya sâhiptir.” demiştir.

Elde olan belgelerden farmakolojik konusunda Müslümanlar tarafından çok ciddî çalışmaların yapıldığını anlıyoruz.Müslümanlar Yunanlıların şiddetli yan etkiler meydana getiren ilâçlarını, portakal, limon suları, menekşe kökleri ve diğer başka ilâvelerle hafiflettirirlerdi. İbn-i Sina, Galen’in karışık ilâç terkipleri yerine birkaç misli daha zararsız ve basitlerini yaptı. İbn-i Sina’nın Kânun adlı kitabında istisnâsız tamâmı batı botanik ve eczâcılığına geçmiş olan 780 ilâç belirtilmiştir.

En meşhur İslâm nebatâtçısı İbn’ül Baytar, hayvanî ve madenileri hariç, 1400’den fazla nebatî ilâcın ismini, madde ve reçeteleriyle kullanılış tarzını ifade eden eserini yazdı. Bu eser devrinin bütün farmakoloji malzemesini ihtiva ediyordu. Batıda Bizans ve diğer batılı âlimlerin faydalandıkları bütün kaynaklar bu eserin etrafında dönüp dolaşır.

Kimyâyı şuurlu bir şekilde tıbbın hizmetine sunan Er-Râzî’dir. Batıda bu ancak Paracelsus ile gerçekleşmiştir. Er-Râzî sentetik yollarla elde ettiği cevherleri, tabâbette kullanmadan önce hayvanlar üzerinde denedi. Böylece cıva bileşikleri ilâç olarak geliştirildiler. Hayvan tecrübeleri anestezi için afyon ve haşhaş farmakolojisini geliştirdi.

Müslümanlar ilâçların hazırlanmasına âit faaliyet safhasını, reçete safhasından ayırdılar. Tahsili ve özel mesuliyeti ile bugünkü mânâda eczâcılık Müslümanlar tarafından geliştirildi. Müslümanlar ilk resmî eczâneleri daha 780 yılında El-Mansur’un hükümdarlığı zamanında kurdular. Dokuzuncu asırda El-Memun devrinden îtibâren bütün eczâneler resmî muameleye tâbi idiler.İbn’ul Baytar uzun zaman Kahire’de eczâcıların şefi olmuştu.

Eczâcılar ilâçların elde edilmesinde resmî tâlimatlara riâyet etmek mecburiyetindeydiler.Onlar resmî olarak yayınlanmış îmâl tâlimatlarına, “Mâseveyh” ile batıda “Grabadin” denilen bir kâideye (Günümüzde buna kodeks denir ve husûsî kânunu vardır.) göre çalışıyorlardı.

Müslümanların batı farmakolojisi üzerindeki tesirleri, Rönesans’ı da aşarak 19. yüzyıl ortalarına kadar devam etti. İbnü’l-Baytar’ın farmakolojisi 1758’de yeniden yayınlandı. İslâm kaynakları 1830 yılında bile hâlâ Avrupa kodekslerine temel teşkil ediyorlardı.

Eski dönemin aksine modern farmakoloji ilâçların tesir yeri şekli hakkında deney ile yapılan incelemelere dayanmaktadır.
Bu gibi çalışmalar evvela 18. yüzyılda yapıldı ve 19. yüzyıl esnâsında önemli derecelerde genişletildi. Modern farmakolojinin gelişmesi denince, genel olarak akla Osward Schmiedeberg (1883-1921) adı gelir.Modern farmakoloji yeni tedâvi ajanları ve yeni vâsıtalar sağlayan sentetik organik kimyanın doğuşu ile önemli derecede yol aldı. Son zamanlarda farmakoloji, diğer temel bilimlerdeki hayret verici gelişmelerden faydalandığı gibi bizatihi kendisi de bu bilimlerin gelişmesine yardımcı olmuştur.