Büyük velîlerden. Doğum târihi ve yeri belli değildir. On ikinci asrın sonlarında Kazvin'de vefât etti. Fazîletler ve kerâmetler sâhibi, son derece âlim, yüksek bir zât idi.

Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin sohbetinde ve hizmetinde bulunmak üzere, ilk defâ memleketinden ayrılarak yola çıkacağı zaman, kendisine lâzım olur düşüncesiyle, kütüphânesinde bulunan, çeşitli ilimlere dâir kitapları alıp götürdü.

Uzun yolculuk esnâsında, bir gece rüyâsında Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerini gördü. Kendisine; "Ey Geylicik! Yükünü bırak da gel!" diyordu. Uyandığında, kendisinin dünyâlık bir şeyi bulunmadığını, dünyâlık toplayacak hâli de olmadığını düşünerek, üstâdın rüyâda kendisine böyle söylemesinin hikmetini anlıyamadı. İkinci gece yine aynı rüyâyı gördü. Uyandığında bu sözün mânâsını daha fazla merak etti. Üçüncü gece rüyâsında yine aynı şeyi söyleyince; "Ey efendim! Yüküm nedir?" diye suâl etti. "Toplayıp getirdiğin kitaplar." buyuruldu. Uyandığında, bu kitapların hocasından istifâde etmesine mâni olacağını anlayıp, hepsiniCeyhun Nehrine attı. Necmeddîn-i Kübrâ'nın huzûruna vardığında, kendisine; "Ey Cemâleddîn! Eğer o kitapları nehre atmasaydın, bizden istifâde edemezdin." buyurdu. Cemâleddîn söz dinleyip kitapları nehre attığı için çok sevindi. Hocasının dergâhında kırk gün kalmakla çok yüksek derecelere kavuştu. Kırk gün sonra hocası ona tarîkat hırkası giydirip, Aynüzzemân, zamânın gözbebeği ünvânını verdi.

Aynüzzemân Cemâleddîn hazretleri, Kazvin'de otururdu. Herkes, nûr saçılan sohbetlerinden istifâde etmek için, her taraftan akın akın yanına koşardı. Kazvin'de kendisinden istifâde eden, sohbetlerine koşan birçok talebesi bulunmakla berâber, uzak memleketlerde de talebeleri vardı. Şîrâz pâdişâhı da bu talebelerden idi.

Bir zaman Kazvin'in ileri gelenlerinden bir kimse, Şîrâz'a göç etmek istedi. Bu kimse, gideceği yerin pâdişâhının, Cemâleddîn hazretlerinin talebelerinden olduğunu biliyordu. Bunun için Cemâleddîn hazretlerine gelerek, Şîrâz pâdişâhına, oraya gittiği zaman kendisine kolaylık göstermesi için bir mektup yazması ricâsında bulundu. Cemâleddîn, kâğıt-kalem istedi. Getirdiler. Kâğıdın üzerine, "Bal ve Râziyâne (Dere otu cinsinden bir nevî ot adı)" yazdı. O kimse, bu mektubu da alarak yola çıktı. Şîrâz'a vardığında pâdişâhla görüşmek istedi. Pâdişâhın karın ağrısından muzdarip olduğunu, şu anda hamamda bulunduğunu söylediler. Hamama gitti. Pâdişâhın yanına girdi. Pâdişâhın, ağrılar sebebiyle çok sıkıntıda olduğunu gördü. Yanına varıp selâm verdi. Pâdişâh selâmını alıp nereden geldiğini sordu. "Kazvin'den." dedi. Pâdişâh, Kazvin ismini duyunca, hocası Cemâleddîn hazretlerinin durumunu, nasıl olduğunu sordu. O kimse iyi olduğunu bildirip, mektubu verdi. Pâdişâh mektuptaki iki kelimeyi okuyunca, hocasının kerâmet olarak bu sıkıntısını, rahatsızlığını bildiğini ve bu ilâcı yazdığını söyledi. Hemen, bal ile, mektupta bildirilen ot getirilerek ilâç hazırlandı. Pâdişâh bu ilâcı kullandı. Allahü teâlânın izni ile ağrılarından hiçbir şey kalmadı. Pâdişâh, Allahü teâlâya çok şükretti. Hocasına olan muhabbet ve bağlılığı daha da arttı. Gelen kimseye de çok ikrâmda bulunup kolaylık gösterdi.

1) Nefehât-ül-Üns Tercemesi; s.488

2) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.272

3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.8, s.118