Bir yahudi olan Ebu Lülü, Mugire tebni Şubenin kölesi idi. Efendisini Hazret-i
Ömer’e gelip şikayet etti. Efendim benden haddimden fazla harc ister, dedi.
Hazret-i Ömer buyurdu ki, ne miktar ister. Dedi ki; her gün iki dirhem, ister.
Hazret-i Ömer buyurdu ki, ne sanat bilirsin. Bir kaçını saydı. Hazret-i Ömer, bu
sanatlar ile bu kadar harc çok değildir. Sonra, işittim ki, sen yel değirmeni
yaparmışsın. Benim için de bir yel değirmeni yapsan buyurdu. Dedi ki, senin için
bir yel değirmeni yapayım ki, doğuda ve batıda onu söyleyeler. Hazret-i Ömer
mecliste olanlara buyurdu ki, bu kâfir beni katletmek istediğini söylüyor. Eğer
böyle demek istiyor ise, onu ortadan kalkması için emredin, dediler. Buyurdu ki,
katlden evvel kısas olmaz.
Ebu Lülü, Hazret-i Ömer’i katl için fırsatı gözetti. Zilhiccenin yirmiüçüncü
günü sabah namazını eda ederken, fırsat bulup, altı yerinden yaraladı.
Başkalarını da yaraladı. Beni Esed kabilesinden bir er Ebu Lülü melununun başına
bir ok atıp, yıktı. Birisi de öldürdü. Hazret-i Ömer bu ahvali gördü.
Abdurrahman bin Avf hazretlerine emretti. O imamlık yaptı. Sonra Sahabe-i güzini
toplayıp, buyurdu ki, siz mi Ebu Lülü’ye benim katlimi emrettiniz. Hepsi, hâşâ
bizim haberimiz yoktur diye yemin ettiler. Hazret-i Ömer dedi ki, Elhamdülillah
ki, ben bu ümmetin, katlettiği kimse olmadım. Bir yahudinin elinde şehit olurum.
Diri iken ve ölü iken hilafetin benim üzerimde olmasını istemem. Aşere-i
mübeşşereden altı serveri, hilafete layık görüyorum. Bunlardan birini seçin.
O altı serverin biri Osman bin Affan ve biri Aliyyül mürteda ve biri Talha ve
biri Zübeyr ve biri Sad bin Ebi Vakkas ve biri Abdurrahman bin Avf idi. Said bin
Zeyd hazretleri hayatta idi. Lakin Hazret-i Ömer onu müşavereye dahil etmemişti.
Zira amcası oğlu idi.
Sahabeden birini Hazret-i Âişe’nin huzuruna gönderdi ki, izin verir ise, biz
de Resulullahın ravda-i mutahheralarına girelim ve O Servere iltica edelim.
Hazret-i Âişe bu haberi işitince ağladı. Ah, kıymetli Ömer, atamın yadigârı da
gidiyor. O yeri ben kendim için saklardım. Ama ona hibe ettim. Hazret-i Ömer’e
söyleyin ki, Resulullah ve babamın yanına varınca, benim selamımı onlara
söylesin. Ve desin ki, bu ayrılığım ne zamana kadar olacak. Hazret-i Ömer bu
haberi işitince, oğlu Abdullaha dedi ki, benim cenaze namazını kıldıktan sonra,
Âişe-i Sıddıkanın huzuruna geri varıp, izin isteyesin. Evvelce benden utanıp,
izin vermiş olabilir ve pişman olmuş olabilir. Onun rızası ile defn olayım.
Hazret-i Ömer şehadet kelimesini getirip, vefat etti. Ondan sonra yıkayıp
namazını kıldılar. Oğlu Abdullah, Hazret-i Âişe validemize gitti. İzin istedi.
Hazret-i Âişe ağladı. Dedi ki, ey Ömer, adaleti hayatında da, ölünce de elinden
bırakmadın. O yeri sana feda ettim.
Ondan sonra mübarek cenazesini, Ravda-i mutahhera kapısına getirdiler. Birisi
ileri varıp, Esselamü aleyke ya Resulallah! Ömer’i getirdik. Eğer destur var ise,
ravda içine defn edelim, dedi. Cümle Sahabe-i güzin, Resulullahın, (Yârimi
benim katıma getirin) diye mübarek sesini işittiler. Ravdanın kapısı açıldı.
Hazret-i Ebu Bekir’in sol yanında hazırlanmış yere koydular. (M. Ç. Güzin)