Anadolu'da yetişen evliyâdan. Edirne'de doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası Celvetiyye tarîkatı şeyhlerinden Saçlu İbrâhim Efendidir. Abdülhay Efendi, babasının yanında yetişti. Celvetiyye tarîkatını da öğrenerek babasından hilâfet aldı ve Rumeli Çirmen Sancağındaki bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Akçakızanlık kazâsındaki Alâeddîn Efendi Zâviyesine şeyh olarak tâyin edildi.

Babasının Edirne Selîmiye Câmii vâizi iken 1660'da vefâtı üzerine, bu câminin vâizliğine ve tekke şeyhliğine tâyin edildi. Bu görevde uzun müddet kaldı ve insanlara vâzlarında Ehl-i sünnet yolunu anlattı. 1686'da İstanbul'un Kadırga semtindeki Sokullu Mehmed Paşa Zâviyesine, Kâdızâde Mahmûd Efendinin ölümü üzerine tâyin edildi. İki sene burada kaldıktan sonra, Eminönü Yeni Câmi vâizliğine getirildi. 1691'de Selâmi Ali Efendinin vefâtı üzerine Aziz Mahmûd Hüdâî Tekkesine şeyh olarak tâyin edildi. Bu vazîfesinde ömrünün sonuna kadar kaldı. 16 Kasım 1705 (H.1117) Pazartesi günü vefât etti. Aziz Mahmûd Hüdâî Tekkesinin yakınında HalilPaşa Türbesine, Halil Paşazâde Mahmûd Beyin yanına defnedildi.

Şeyh Abdülhay Celvetî, tasavvufdaki derin ve ince mânâlara vâkıf idi. Kalb (gönül) hakkında şöyle buyurmaktadır:

Hadîs-i kudsîde buyruldu ki: "Ben yere göğe sığmam. Fakat haramlardan sakınan temiz mümin kulumun kalbine sığarım." Allahü teâlâ nefs ile sır makâmı arasında bir kalb (gönül) şehri yaratmıştır. Bu şehir dâimâ mâmur olmak ister. Gönlün mâmur edilmesi usta ve mîmâr ile olmaz. Ancak Allahü teâlânın lütfu ile olur. Hacı Bayrâm-ı Velî talebelerine; "Kalp şehrinizi mâmur ediniz. Allah adamlarının sözlerini dinleyiniz. İlim öğreniniz." buyurmuştur. Yine Aziz Mahmûd Hüdâî; "Talebe Allahü teâlânın rızâsını kazanmakta gayretli olmalı, taş gibi katı olan kalpleri rehber olan zâtın terbiyesinde yumuşatmalıdır. Kalbi yumuşayınca, bu hâlini hocasına arz edip, onun tavsiyeleri, yol göstermesi ile önündeki yollardan engeller kalkar ve matlubuna, maksûduna kavuşur. Îmân-ı kamil (olgun insan) olur." buyurdu.

Abdülhay Celvetî, Abdülhay mahlası ile çok güzel ilâhîler söylemiştir. Fakat bu ilâhîlerin toplandığı dîvan henüz bulunamamıştır. Birçok eser yazan Abdülhay Celvetî'nin eserlerinden bazıları şunlardır: 1) Kasîde-i Bürde Tercümesi, 2) Feth-ul-Beyan li-Husûl-in-Nasrî vel-Fethi vel-Emân: Arapça olup Fetih sûresinin tefsîridir. Süleymâniye Kütüphânesi Hacı Beşir Ağa Kısmı, No: 34'te kayıtlıdır. 3) Tefsîr-i Ba'z-ı Süver-i Kur'âniyye: Türkçe olup, Meryem, Yâsîn, Feth, Rahmân, Nebe', Nâzi'ât, Abese, Tekvîr, İnfitâr, Mutaffifîn, Kevser sûrelerinin tefsîridir. 4) Şerh-i Gazel-i Hâcı Bayrâm-ı Velî.

1) Vekâyi-ul-Füdelâ; c.2, s.414

2) Tezkire-i Sâlim; s.462

3) Osmanlı Müellifleri; c. 1, s.125

4) Sefînet-ül-Evliyâ; c. 3, s.21.

ABDÜLHAY EFENDİ (Öztoprak);

İstanbul'da Beşiktaş'tan Ortaköy'e giderken Çırağan sırtlarında bulunan Yahyâ Efendi dergâhının son şeyhi. İsmi Abdülhay olup, babası Fikri Efendi, dedesi Şerif Ali Efendidir. 1884 (H.1302) senesinde İstanbul'da doğdu. 1961 (H.1381) senesinde İstanbul'da vefât etti. Kabri Yahyâ Efendi Dergâhı mezarlığındadır.

Abdülhay Efendinin dedesi Şerîf Ali Efendi Mekke'den kalkarak İstanbul'a geldi. Bir müddetAksaray'daki Oğlanlar Tekkesinin şeyhliğini yaptı. Sonradan Tosya'ya giderek Kâdirî tekkesi şeyhi İsmâil Rûmî hazretlerinin torunlarından biriyle evlendi. Tekrar Mekke'ye giderek orada yerleşti. Mekke'de Fikri adında bir oğlu oldu. Fikri Efendi Mekke'den Mısır'a giderek oraya yerleşti. Askerlik mesleğine girip albaylığa kadar yükseldi. Gördüğü bir rüyâ üzerine Mısır'dan İstanbul'a gelip Kaygusuz Baba dergâhına intisâb etti. Sultanahmed'deki bu dergâha uzun müddet kırba ile su taşıdığı için kendisine "Kırbacı Baba" ismi takıldı. Bütün bu hizmetlerine rağmen dergâhın şeyhi, kendisini talebeliğe kabûl etmedi. Fakat bir gün şeyhin, bir köpeğe attığı artıklarını, köpekle birlikte yemeye teşebbüs etti. Bunun üzerine şeyh kendisini talebeliğe kabûl etti. Fikri adını da Sürûrî Fikri şeklinde değiştirdi. Sürûrî Fikri Efendi bir müddet bu tekkede kaldıktan sonra Zeyrek yokuşu başındaki yanmış olan Ümmü Gülsüm Câmiini tâmir ettirdi. Mısır kuyumcularından birinin Zeynep Hanım adındaki kızıyla evlendi. Bu evliliktenAbdülhay Efendi dünyâya geldi. Üç aylıkken babası vefât eden Abdülhay Efendi, yetim kaldı. Annesi oğlunu alıp Ümmü Gülsüm Câmiinin meşrûtasına yerleşti.

Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başlayan Abdülhay Efendi, annesinin gayretiyle hıfzını (Kur'ân-ı kerîmi ezberlemeyi) tamamladı. Zamânın usûlüne göre ciddî bir medrese tahsili gördü. On sekiz yaşındayken babasının tâmir ettirdiği Ümmü Gülsüm Câmiine imâm oldu. Kendisi aslen Kâdirî, meşreben Nakşibendî idi. Son Nakşî şeyhlerinden Gümüşhânevî Şeyhi İsmâil Necâtî Efendiden icâzet aldı. Bir ara Çiçekçi Câmi İmâm-Hatipliğini yaptı. Yahyâ Efendi dergâhının şeyhliğini yürüttü. Bir taraftan da Baytar mektebinde ayniyat muhâsipliği yaptı. Daha sonra buradan emekli oldu. Soyadı Kânunundan sonra Öztoprak soyadını aldı. Zaman zaman sevenleriyle sohbet edip onları irşâda çalıştı. 1961 (H.1381) senesinde İstanbul'da vefât etti. Yahyâ Efendi dergâhı mezarlığına defnedildi.

Arapça ve Farsça bilen Abdülhay Efendi, fıkhî ve tasavvufî mevzûlarda geniş bilgiye sâhipti. Son derece mütevâzî, yumuşak huylu ve aşırı derece müttakî (haramlardan sakınan) birisi idi. Cömert ve misâfirperver olup, sofrasına bir fakiri almadan oturmazdı. Onun muhtelif vesîlelerle sevdiklerine ve yakınlarına yazdığı mektupları, Abdülhay Efendinin Mektupları adlı bir risalede toplanmıştır.

Sevdiklerinden birine yazdığı mektupta da buyurdu ki:

Kemâl derecesine ulaşan insanların, yükseldikçe tevâzûu ve sûreten kendinden aşağı olanlara karşı davranışlarındaki güzellik artar. Zannolunmasın ki, onun bu tevâzûu kadrini ve kıymetini azaltır. Hayır belki daha fazla yükseltir. "Allah için tevâzû edeni Allahü teâlâ yükseltir." hadîs-i şerîfi bunu ifâde etmektedir. Dünyevî ve uhrevî, maddî ve mânevî mertebelere yükselen kimseler aslâ kendi kulluklarını unutmaz, Allah için, alçak gönüllü olur, Allahü teâlânın yarattıklarına sertlikten ve şiddetten kaçınırsa, her iki cihanda Allahü teâlâ onun derecesini yüceltir. Kibirli olmayı âdet edinenler ve asıl meyvesini unutanların ise, cenâb-ı Hak tarafından gönderilen hâdiselerle burnu kırılır. Bunlar terbiye ve imtihan kamçılarıyla zelîl olurlar. Hülâsa, benlik, kibir ve büyüklük taslamak insana yaraşmaz. Şeytan bu kadar ibâdeti ile kibir ve benliği yüzünden kovuldu ve lânetlendi. Âdem aleyhisselâm ise zelîl olan topraktan yaratıldığını unutmayarak; "Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik. Eğer sen bizi bağışlamaz ve rahmet etmezsen hüsrana uğrayanlardan oluruz." diyerek, rahmet-i Hakk'a ilticâ etti. Bu sebepten yeryüzünde emânet-i ilâhiyyeyi yüklendi ve bütün yaratılmışlar üzerine mükerrem kılındı, derecesi yükseltildi. Binâenaleyh bütün kibirliler şeytanın oğullarıdır...

Hayır yapmanın önemini de şöyle bildirdi:

Umûma faydası olacak hayır bırakmak ne hoştur. Hayat defteri kapanır fakat amel defteri, ondan menfaat göründüğü müddetçe kapanmaz, hayır yazılır. Üç şey vardır ki, sâhibinin hayırlı amel defterini kapatmaz. Umûma faydası dokunacak ilim, mârifet, sanat öğretmek. Bunun gibi umûma faydası dokunacak kuyu kazdırmak, su getirtmek, hastahâne, köprü, yol ve bu gibi şeyleri yapıp bırakmak ve yine kendisine hayır duâ edecek sâlih evlâd bırakmak. Öğrenenler öğrendikçe ve insanlar faydalandıkça, ilk sebeb olan zât ve hayırlı evlâdın nefsine ve diğer insanlara hayrı dokundukça mensûb olduğu anne ve babası bundan dâimâ faydalanır, namları hayırla anılır. Fakat ne çâre ki herkes buna muvaffak olamıyor. Cenâb-ı Hak cümlemizi kendi lütfuyla hayra yakın ve muvaffak kılsın...

HELÂL LOKMA...

Abdülhay Efendinin oğluna nasîhatı şöyledir:

Oğlum! Vücûdumuzu elimizden geldiği kadar helâl lokma ile doyuralım ki, helâl lokma ile beslenen o vücûd Allah'a ibâdette pek hafif ve latîf olarak rûha uysun. Haramlarla beslenen vücut, Allah'a ibâdete kalkmakta gevşeklik ve ağırlık gösterir. Bu hâl sonunda, esasen latîf olan rûha da tesir eder ve onu da kendi gibi ağırlaştırıp karanlıklara boğar. İlâhî ufuklara çıkmaya kâbiliyeti kalmaz ve nihayet ölür. Günahların büyükleri, küçüklerine ehemmiyet vermemekten başlar. Küçücükten komşu bahçelerinden birer ikişer meyve koparmaya alışanlar, büyüdükleri zaman yaman hırsız kesilirler.

Evlâdım! Kendini gözet. Senin aslın pek neciptir, pek temizdir. Aslına benzemeyen dallar, asıllarının mazhar oldukları maddî mânevî teveccüh ve olgunluklara kavuşamazlar. İslâm dîninin bütün emirleri insanların ahlâkını düzeltmek, bütün yasakları da, yine onların faydaları içindir.

Dicle nehri kıyısında yediği bir elmanın sâhibini bulup helâlleşmek için çeşitli külfetleri göze alması, İmâm-ı A'zam'ın babası Sabit bin Hürmüz'ün ahlâkının yüksekliğini gösterir. Onun bu temizliği kendisinden dünyânın dörtte birinin, mezhebine, ilmine bağlandığı İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe gibi bir zâtın vücûda gelmesine sebeb olmuştur. Hayırlı evlatların babaları da hayır ve iftiharla anılır. Seni göreyim, haramlardan, hattâ mekrûhlardan kendini sakın. Ecdâdının asâletine, necâbetine (temizliğine) vâris olduğunu şu pehrizkârlığınla isbat et. Bu şeref sana dünyada ve âhirette kâfidir.

1) Abdülhay Efendi'nin Mektupları (Sehâ Neşriyat)