Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ahmed bin Muhammed bin Kısbet-il-Halebî el-Kâdirî'dir. Doğum ve vefât târihi kaynaklarda belirtilmemektedir. Mustafa El-Bekrî, Es-Suyûf-ul-Haddâd isimli eserinde, Ahmed bin Muhammed'in 1710 (H.1122) senesinde Şam'a geldiğini bildirmektedir. Buradan anlaşıldığı üzere Ahmed bin Muhammed, on sekizinci asrın ilk çeyreğinde vefât etmiştir.
Şeyh Mustafa El-Bekrî şöyle anlatır:
Görüştüğüm büyüklerden birisi de Şeyh Ahmed bin Muhammed'dir. O yalnızlığı, insanlardan uzak kalmayı ve devamlı Allahü teâlâ ile berâber olmayı isterdi. 1710 senesinde Şam'a geldi. Bir grup cemâat ile ziyaretine gittim. Bu sırada elim kalem tutardı. Bâzı kasîdelerim ve mensûr yazılarım vardı. Bana dönerek; "Allahü teâlâ bir kimseye gerek nazm gerekse nesir yazma kâbiliyeti verdiği zaman, o kimsenin bunlardan dolayı büyüklenmemesi, kalbini bunlarla meşgûl etmemesi gerekir. Böyle hâller ve düşünceler meydana gelirse, onları yakmalı ve parçalamalıdır. Çünkü Allahü teâlânın katında, daha yüksek derecede ve kıymette olanları vardır." buyurdu. Bu sözleri duyduktan sonra müsâade alıp huzurdan ayrıldım. Yazdığım kasîdeleri ve tertib ettiğim yazıların hepsini parça parça ettim. Bu sohbetten çok istifâde ettim. Bu sohbet bana yetti, sonra bir daha Ahmed bin Muhammed hazretlerinin huzûruna kavuşmak nasîb olmadı. Çünkü insanların arasına çıkmıyordu.
Ahmed bin Muhammed aklî ve naklî ilimlerde çok yüksek derecelere kavuşmuştu. Konuşurken mânevî hâller içine girer, bu hâli açıkca görülürdü. Onun yanına devamlı gidip gelen fazîlet sâhibi bir zât şöyle anlattı:
Bir gün onun yanındaydım. Konuşmalarında Arapça gramer hatâları yapıyordu. O zaman kendi kendime; "Herhâlde Şeyh Efendi Arapçayı iyi bilmiyor, onun için böyle hatâlar yapıyor." diye düşündüm. Bu sırada bana dönüp; "Allahü teâlâ Ecrûmiyye kitâbının müellifine rahmet eylesin." buyurdu. O zâtın hayâtı hakkında bâzı şeyler anlattı. Sonra; "Ben Ecrûmiyye'yi, nahiv âlimlerinin bildirdiği şekilde şerhettim." buyurup, nahiv ilmine dâir ince bir meseleden bahsetti. Ben onun nahiv ilmine dâir bu îzahlarını dinleyince hayretler içerisinde kaldım.
Bir başka zaman onun huzûruna gitmiştim. O sırada; "Ey efendim! Niçin namazdan alıkoyan düşünceler insanın hâtırına geliyor? Bu hususta ne dersiniz?" diye sordum. "İnsan, namaz kılarken Allahü teâlâdan gâfil olmazsa, ne türlü olursa olsun, kalbine gelen düşünceler yok olur." buyurdu.
Bir kere de dünyevî bir ihtiyaç için onun yanına gitmiştim. Yanına vardığımda; "Senin şöyle bir ihtiyâcın var. İki veya üç gün sonra giderilecek." buyurdu. Dediği gibi üç gün sonra ihtiyâcım giderildi.
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.338
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.54-265