Hindistan'da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Alâeddîn bin Esad, nisbeti el-Lâhorî ve el-Bengâlî'dir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1397 (H.800) senesinde Pânî-pût şehrinde vefât etti. Kabri ziyâret edilmektedir.
Önceleri, ahâlinin en zenginlerinden ve önde gelenlerinden olup, çok sevilen ve öğülen bir zât idi. Sonraları tasavvuf yoluna girip, fakirliği ve insanlardan ayrı, uzak bir yerde kendi hâlinde yaşayıp ibâdet ve tâat ile meşgûl olmayı tercih etti. Ahî Sirâcüddîn diye bilinen Sirâcüddîn Osman hazretlerinin talebeleri arasına girdi. Kendisi şöyle anlatır:
"Sirâcüddîn Osman, Hâce Nizâmüddîn-i Evliyânın huzûrunda, zâhirî ve bâtınî ilimlerde kemâle gelip, mezûn olacağı ve icâzet, diploma alıp memleketine döneceği sırada hocasına;
"Gideceğim yerde, Alâeddîn isminde, bilgili, yüksek makamlı çok zengin birisi var. Onunla nasıl baş edeyim? Ona karşı nasıl davranmamı emir buyurursunuz?" diye arzedince, hocası;
"Üzülme, o, senin hizmetçin olacak." buyurmuş. Bu cevâba hayret eden ve kalbi rahatlayan Sirâcüddîn Osman, hocasının sözlerinde mutlaka bir hikmet olduğunu düşünerek yola çıkıp, memleketine vardı. Sirâcüddîn hazretleri memleketine vardığında, Alâeddîn'in zenginliği terkederek tasavvuf yoluna girdiğini öğrenip çok sevindi.Alâeddîn de gelip buna hizmet etmeye başladı. Huzûrunda yetişip, evliyâdan yüksek bir zât oldu. Böylece Nizâmüddîn-i Evliyâ'nın daha önce söylediği sözün hikmeti, mânâsı anlaşıldı ve sözleri meydana çıktı.
Hocası Sirâcüddîn hazretlerinin huzûrunda yetişip kemâle gelen Alâeddîn bin Esad, zamânında bulunan evliyânın büyüklerinden oldu. Bir dergâhı vardı. Orada talebelerine ders okuturdu. İyilik, ihsân sâhibi bir zât idi. Talebelerine ve başka insanlara olan iyilik ve ihsanları o kadar çok idi ki, zamânın sultânı bu kadar ihsanda bulunamazdı. Çok kerâmetleri görülmüştür.Bir defâsında dergâhına bir kısım insanlar geldi. Yanlarında bir de kedileri vardı. Kedileri kayboldu. Alâeddîn bin Esad'a;
"Bizim kedimizi getir." dediler. O da; "Ben sizin kedinizin nerede olduğunu bilmiyorum, nasıl bulayım?" diye hayretini bildirdi. İçlerinden birisi, alay etmek için, orada bulunan bir hayvanın boynuzunu göstererek;
"Meselâ şu boynuzdan bulabilirsin." dedi. Başka birisi de, daha edebsizce bir şey söyledi. Alâeddîn bunlara üzüldü, fakat hiç cevap vermedi. O kimseler dergâhdan ayrılıp dışarı çıktıkları zaman, boynuz lâfı eden kimseye bir öküz gelerek boynuzuyla öyle vurdu ki, aklı başından gitti. Arkadaşları, bunu ölecek zannettiler. Daha edebsiz konuşan ikinci kimse ise, şiddetli bir hastalığa yakalandı ve o hastalıktan öldü. Bunların bu hâllerine şâhid olan arkadaşları ise, büyüklere uygunsuz söz söyleyenlerin cezâlarının pek ağır ve şiddetli olacağını anladılar.
Rivâyet edilir ki, Alâeddîn hazretleri tasavvuf yolunda ilerleyip kemâle geldikten sonra, Allahü teâlâ, ona önceki hâlinden daha çok mal ve zenginlik ihsân eyledi. Fakat o, bunlara hiç meyletmedi. Hepsini Allah rızâsı için dağıtıp, sadaka verdi.
1) Ahbâr-ül-Ahyâr; s.149
2) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.365