On sekizinci yüzyıl Anadolu velîlerinden. İsmi, Ali Gâlip olup, Vasfî mahlasıyla tanınmıştır. Uşşâkiyye yolu büyüklerinden Abdullah Salâhaddîn Efendinin halîfesi Şeyh Muhammed Zühdî Efendinin oğludur. 1733 (H.1146) senesinde Nâzilli'de doğdu. 1801 (H.1216) senesinde aynı yerde vefât etti. Kabri Nâzilli'dedir.
Asîl ve âlim bir âileye mensûb olan Ali Gâlib Vasfî Efendi, zamânının usûlüne göre birçok hocalardan ilim tahsîl etti. Aklî ve naklî ilimlerde yüksek dereceye ulaştı. Ayrıca, babasından tasavvuf dersleri alıp yetişti. Okuduğu hocalardan icâzet, diploma ve babasından hilâfet alan Ali Gâlib Vasfî Efendi, Nâzilli'de uzun seneler İslâm dîninin emir ve yasaklarını insanlara anlattı. Onların dünyâda ve âhirette seâdete kavuşmaları için gayret etti. Kırk dört sene müftülük vazîfesinde bulunup İslâmiyetin hükümlerini insanlara bildirdi. Verdiği fetvâları önce Resûlullah efendimize mâneviyât âleminde arzedip, Peygamber efendimizden aldıkları müsâde ve emir üzerine verirlerdi.
Birgün oğluna; "Eşyâmızı hazırlayınız. Hicaz'a gitmeye niyet ettik." buyurdu. Memleketinin geleneklerine göre halka îlân edildi. Şehrin dışında bir yerde halka ziyâfet verdi. Herkesle vedâ ettikten sonra tam yola çıkmak üzereyken oğluna hitâb ederek; "Oğlum eşyamızı topla. Hicaz'a gitmeyeceğiz, kasabaya döneceğiz." buyurdu. Oğlu Tevfik Efendi;
"Aman babacığım nasıl olur. Kasaba halkına karşı bu şekilde yapmanız uygun olmaz." deyince; "Oğlum hayvanın yönünü kasabaya çevir. Halkın edeceği dedikoduya bakma, Zîrâ cenâb-ı Resûlullah'ın emr-i şerîfleri bu yöndedir." buyurdu. Hep birlikte kasabaya geri döndüler. Çünkü Peygamber efendimizle mânevî olarak görüşmesinde cenâb-ı Hakk'a kavuşma zamânının geldiğini öğrendi. 1801 (H.1216) senesinde Nâzilli'de vefât etti. Orada defnedildi.
İlim, fazîlet ve güzel ahlâk sâhibi bir zât olan Ali Gâlib Vasfî Efendinin halîfelerinden Mehmed Dede, Hicaz'a gittiğinde Medîne-i münevvereye de gidip Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem kabr-i şerîfini ziyâret etti. Bu ziyâret esnâsında bir zât kendisinin Nâzilli'den geldiğini haber alınca, Ali Gâlib-i Vasfî'ye verilmek üzere bir mektup verdi. Mehmed Dede;
"Azîzim o zât Nâzilli'den dışarı çıkmış bir kimse değildir. Siz onu nereden tanıyorsunuz? Onunla nerede görüşüp nasıl ahbâb oldunuz?" diye sordu. O zât;
"Hazret-i Şeyh, yâni Ali Gâlib Vasfî Efendi ile haftada iki gece huzûr-ı saâdette bulunduğunu söyledi. Mehmed Dede Nâzilli'ye dönüşünde Ali Gâlib Vasfî Efendiye durumu bildirdi ve mektubu verdi. Vasfî Efendi gülümseyerek bu işin kendisinde sır olarak vefât edinceye kadar kalmasını istedi. Sır olarak kalan bu husus vefâtından sonra duyuldu.
Ali Gâlib Vasfî Efendinin vefât ettiğinden haberi olmayan bir talebesi onu ziyâret için Nâzilli'ye geliyordu. Yoldan geçerken kasaba mezarlığının ortasında Ali Gâlib Vasfî Efendinin oturduğunu gördü. Yanına giderek elini öptü. Kabristandan ayrılıp kasabadaki dergâha uğradığı zaman durumdan haberdâr oldu.
Ali Gâlib Vasfî Efendinin Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri ve bir de külliyâtı vardır.
Ali Gâlib Vasfî Efendinin Vasfî mahlasıyla söylediği na't-ı şerîflerden birisi şöyledir:
Bilâşek hâk-i pâyin kimyâdır yâ Resûlallah
Uyûn-ı âşıkâna tûtiyâdır yâ Resûlallah.
(Yâ Resûlallah, şüphesiz senin temiz ayağının tozu kimyâdır; bu toz âşıklarının gözlerine sürmedir.)
Günâhım olsa mânend-i hezârân kûh-ı kâf-âsâ
Nigâhın olsa bir dem hep hebâdır yâ Resûlallah!
(Günâhlarım binlerce Kaf dağı gibi, ne kadar büyük olursa olsun, Ey Allah'ın sevgili Peygamberi senin bir anlık bakışın onların hepsini yok eder.)
Behişt-i heşti tezyîn eyleyen nûr-ı zuhûrundur.
Ziyâsı nûr-ı zâtından nümâdır yâ Resûlallah!
(Sekiz Cennet'i süsleyen senin nûrunun ortaya çıkışıdır. Ey Allah'ın sevgilisi, sekiz Cennet'in nûru sana âid olan nûrdan görünmektedir. Senin nûrunun delâleti ile ancak Cennet'e girilir.)
Azâb-ı dûzahı çekmez sana ümmet olan âdem
"Feterdâ" sana Hak'tan bir atâdır yâ Resûlallah!
(Sana ümmet olan kimse Cehennem azâbı çekmez. Yâ Resûlallah! Sen râzı oluncaya kadar Allahü teâlâ her istediğini vereceğini vadediyor, bu senin için büyük ihsandır.)
Ümîd-i Vasfî-i âciz kapında bende olmakdır
Ki baş ü cân sana ancak fedâdır yâ Resûlallah!
(Bu âciz Vasfî'nin ümidi kapında köle olmaktır. Ey Allahın resûlü başımı ve canımı, ancak senin yolunda senin için fedâ ederim.)
1) Osmanlı Müellifleri; c.2, s.483
2) Pîr Hasan Hüsâmeddîn Uşşâkî ve Hülefâsı; s.31
3) Sefînet-ül-Evliyâ; c.4, s.262