Vücudun kendinden olanı yabancı olandan ayırması ve yabancı madde ve canlılara karşı kendini savunacak maddeleri yapması. Bağışık kişide mikroplar veya zehirler vücuda girdiklerinde özel maddeler vasıtasıyla hemen etkisizleştirildiklerinden hastalık meydana getiremezler.
Bağışıklık; “tabii bağışıklık” ve “sonradan kazanılan bağışıklık” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kazanılan bağışıklık da; “aktif bağışıklık” ve “pasif bağışıklık” olarak yine ikiye ayrılır.
Tabii bağışıklık: Doğumdan itibaren vücudun hastalıklara karşı belli bir dirence sahip olmasıdır. Bu bağışıklık belli hastalıklara karşı hasıl olmuş özel bir bağışıklık değildir. Çeşitli faktörler burada rol oynar. Vücut sıcaklığının belli bir seviyede tutulması, bazı mikropların üreme sıcaklığında olmadığından, bu mikroplara karşı kişi dirençli olur. Bunun gibi derideki yağ asitleri, bakterilerin vücuda deri yoluyla girmesine engel olurlar. Dolayısıyla sıhhatli bir deriden vücuda bakterinin girip hastalık yapabilmesi mümkün değildir. Tükrük ve gözyaşının da bakteriler üzerinde öldürücü tesiri vardır. Bronşlarımızda hasıl olan balgamın sayesinde hava yolundan vücuda giren çeşitli parçacıklar, tüylü hücrelerin yutağa doğru olan hareketleriyle dışarı atılır veya yutulur. Midenin asit derecesi o derece fazladır ki, bazı mikroplar dışında (aside dayanıklı mikroplar) mideye giren mikropları hemen öldürür.
Kanda bulunan “komplement ve properdin” maddeleri bakteriler üzerinde öldürücü tesir yaparlar. Kanda bulunan beyaz hücreler (akyuvarlar)den olan parçalı nüveli hücreler, bakterileri “yutarak” (fagositoz ile) içlerine alırlar ve granüllerinde bulunan enzimlerle parçalarlar.
Kazanılmış bağışıklık (Aktif bağışıklık): Vücudun kendi gayretiyle (aktif çalışmasıyla) meydana getirdiği maddelerle meydana gelen bağışıklıktır. Ortaya çıkan maddeler belli mikrop ve maddelere karşı özel olarak hazırlanmış maddelerdir. Aktif bağışıklık herhangi bir bulaşıcı hastalık atlatıldıktan sonra gelişebileceği gibi, zayıflatılmış veya öldürülmüş mikroplar yahut mikrop maddeleri ile yapılan aşılar verilmek suretiyle de sun’i olarak ortaya çıkarılabilir. Yine mikropların yaptıkları zehirlerin (toksinlerin) etkisizleştirilerek vücuda verilmesiyle de bağışıklık kazanılır. Bu kazanılan bağışıklık mikroba karşı değil, o mikrobun zehrine karşıdır. Mikroplar, aşılar veya toksoidlere (etkisizleştirilmiş zehirlere) karşı vücutta antikor denilen savunma maddeleri yapılır. Aktif bağışıklığın müsbet tarafı vücuda uzun zaman, hatta bazı hastalıklardan sonra ömür boyu direnç sağlamasıdır. Bu tip bağışıklığın menfi olan tarafı ise etkisinin ancak 10-15 gün sonra başlayabilmesidir. Aktif bağışıklık sağlayan aşılar bu sebepten dolayı acil bir tedbir olarak kullanılamazlar. Hemen başlayacak bir direnç için pasif bağışıklama yapmak daha uygundur.
Pasif bağışıklık: Daha önce mikroplar veya toksinler ile karşılaşmış kişinin serumlarının başka bir kimseye zerk edilmesi ile olur. Burada serumu alınan şahıstaki antikorlar, verilen şahısta belli bir müddet için o hastalığa karşı direnç sağlarlar.
Pasif bağışıklık 2-4 hafta kadar devam eder. Başkasının serumu ile verilen antikorları vücut bu süre zarfında etkisiz hale getirmektedir. Pasif bağışıklık hepatitlerde (karaciğer iltihaplarında), difteri ve tetanos hastalıklarında kullanılmaktadır. Pasif bağışıklık, annedeki antikorların çocuğa geçmesi ile de olmaktadır. Sütle geçen bu antikorlar sayesinde bebekler hayatlarının ilk devresinde hastalıklara karşı korunmaktadırlar. Mesela, anne daha önce kızamık geçirmişse, annenin antikorları kızamığa karşı bebeği dört ay boyunca korumaktadır. Anne sütü ile beslenen bir çocuğun dört ay kızamığa yakalanması ihtimali azdır.
Son bilgilere göre aktif bağışıklık şu şekilde gelişmektedir. Vücuda bir antijen girince Makrofajlar (katılgan dokunun Histiosit hücreleri ve kandaki Monositler) bunu tanımakta ve içlerine almaktadırlar. Bu esnada Makrofajlar dışarıya bir madde salgılamaktadırlar. Bu maddeye “Antijen enformasyon maddesi” denilmektedir. Antijen enformasyon maddesinin Ribonükleik asit (RNA) olduğu sanılmaktadır. Bu madde olgunlaşmamış “Retukulum hücreleri” veyahut “B” lenfositleri tarafından alınmakta ve verilen bilgiye (enformasyona) göre antikorlar imal edilmektedirler. Antikor imal eden hücrelere “immünoblast” adı verilmektedir. İmmünoblastlar da plasma hücreleri ve lenfositler olarak ikiye ayrılmaktadırlar.
Plasma hücreleri imal ettikleri antikorları (immünoglobülünleri) katılgan dokuya ve kana boşaltmaktadırlar. Buna, “Hümoral immün sistem” denilmektedir. Vücudun antijenle ikinci bir karşılaşmasında kısa zamanda antijen antikor reaksiyonu meydana gelmektedir. Allerjik durumlarda bu reaksiyon daha kısa zamanda ve daha şiddetli olmaktadır.
Lenfosit hücreleri ise antikorları çeperlerinde (duvarlarında) taşımaktadırlar. Buna da “Hücresel immün sistem” denilmektedir. Burada antijen-antikor reaksiyonları daha uzun sürede hasıl olmaktadır.
Normal olarak vücudun bağışıklık hücreleri ana karnındaki ceninde 4. aydan itibaren faaliyete başlayıp doğumdan sonraki kısa bir devreye kadar gelişimlerini tamamlamaktadırlar. Bu esnada, proteinlerini tanımakta ve antijenlerden vücudun maddelerini ayırt etmesini öğrenmektedirler. Bu gelişim devresinde vücuda yabancı bir madde girerse vücut bunu hoşgörü ile karşılamaktadır.
Otoimmün hastalıklar: Vücudun bağışıklık hücreleri organizmanın kendi maddelerine karşı antikorlar yapmaktadır. Ateşli romatizmada mikrobun maddeleri ile eklemlerdeki bazı maddeler benzerlik gösterdiklerinden, eklemler antikorlar tarafından hastalandırılmaktadır. Otoimmün hastalıklara örnek olarak Hashimoto Tiroiditi, Lupus ve Romatoid artrit hastalıkları da gösterilebilir. Bazan da anatomik yapıları icabı kan dolaşımı ile karşılaşmamış hücreler kanla temasa geldiklerinde bunlara karşı antikor oluşmakta ve daha sonra bu dokular antikorlar tarafından tahrib edilmektedir. Böyle reaksiyonlar erbezleri (testis) ve tiroid dokusuna karşı gelişebilmektedir.