On altıncı asır mevlevî büyüğü ve velîlerden. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin soyundandır. Neseben hazret-i Ebû Bekr'e dayanır. Doğum târihi belli değildir. 1592 (H. 1000) yılında vefât etti.
Küçük yaştan îtibâren babası tarafından din ve fen ilimlerinde mükemmel bir sûrette yetiştirildi. Devrin diğer âlimlerinden de dersler aldı. İcâzet, diploma aldıktan sonra Bursa'da Sultan Murâd Türbesi şeyhliğine getirildi. Yaşayışı güzel, sözü makbul olduğundan kısa zamanda Bursalıların sevgi ve saygısını kazandı. Herkes müşkillerini halletmesi için ona mürâcaat etmeye başladı. Ancak Çelebi Ferruh Efendi bu ve daha başka güzel hasletleri sebebiyle dostlarının sevgi ve muhabbetini kazanırken, pekçoklarının da kötülemesine mâruz kaldı. Hased edenler ve fesadcılar ne kadar uğraştılar ise de halletmek çözmek istedikleri işler düğümlendi, düğümlemek istedikleri de çözüldü. Hülâsa maksatlarına kavuşamadılar. Hattâ birçoğu meselenin halli için yine ona başvurmak zorunda kaldı. Böylece ona verilen bu hasletlerin cenâb-ı Hakk'ın ona bir lütfu olduğunu ve bu işte Allahü teâlânın hikmeti bulunduğunu îtirâfa mecbûr kaldılar.
Halktan bâzı kimseler, zaman zaman kendisine bir mesele arz ettiklerinde, aldırıp alâka göstermezler, yâhud onu Allahü teâlâya havâle ederlerdi. Böyle yapmaları, o işin meydana gelmesinin mümkün olmadığına işâret idi. Bu durum bâzılarının "Dinlemeye tenezzül etmiyor." diye sûizan etmelerine sebeb oldu. Bu gibi sözlere üzülen Ferruh Çelebi görevinden ayrılarak Konya'ya geldi. Bu sırada babası ve hocası Hüsrev Çelebi hazretleri de son günlerini yaşamakta idi. Talebelerinin yetiştirilmesini oğlu Çelebi Ferruh'a ısmarladıktan sonra ebedî âleme göçtü.
Çelebi Ferruh hazretleri bundan sonra Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin türbesi yanındaki mevlevîhânede dersler vermeye başladı. Meclisi kısa zamanda âlimlerin, devlet ileri gelenlerinin ve halkın toplandığı bir yer oldu. Onun talebesi olup, türbe civârında bulunup, türbe ve mevlevîhânenin hizmetinde bulunanlar vergilerden muaf tutuldular. Bunlar bir hayli kalabalık olduklarından bâzı kimseler devletten onların da vergilere dâhil edilmesini istediler. Bunun üzerine Mevlânâ hazretlerinin soyundan gelenlere büyük bir hürmet beslediği bilinen İkinci Selîm Han tarafından bir muafnâme gönderilerek tartışmalara son verildi. Bu muafnâme ile Allah adamlarına olan hürmet gözetilmiş, onların varlığı ve onlarla berâberliğin dünyâ ve âhirette rahat ve huzûra vesîle olduğu ifâde edilmiştir. Nitekim vefât etmiş bile olsa evliyâ ile berâberliğin kıymetini ifâde için bir şâir şiirinde şöyle demiştir:
"Allah adamlarının türbesi, Cennet bahçelerinden bir bahçe gibidir. Onun civârına tatlı bir rahmet rüzgârı eser. Her kim o gülistâna komşuluk yaparsa, iki cihânda sıkıntı ve elemlerden korunmuş olur."
Çelebi Ferruh Efendinin memleket idârecileri ile dostluğu olup onlara dînin ve İslâmiyetin yayılmasını temin maksadıyla gâyet iyi muâmele ederdi. Ekseriyetle memleketin ileri gelenlerinin evlerine gider onlara mânen faydalı olmaya çalışırdı. Ancak hasedciler ve büyükleri çekemeyenler her yerde mevcuttu. Nitekim burada da harekete geçerek şeyhin devlet adamları ile berâber olmasını fırsat bilip hakkında dedikodu yapmaya başladılar. Onların böyle konuşmaları onun kalp aynasına aksedip kendisine mâlum olunca; "Velînin kendi zamânının şartlarını iyi bilmesi lâzımdır." mânâsınca; "Zamânımız hevâ ve hevesine tutulmuş olan hastaların devridir. Bizler ise ruh hastalıklarını tedâvî eden tabipleriz. Onların yastığının başına kadar gitmekten başka çâre yoktur. Tâ ki Allahü teâlânın emirlerini onlara anlatalım. Bizden öncekiler böyle değildi. Onlar tabibin ayağına gelirlerdi. Fakat şimdi onlar yok. Ebedî âleme göçtüler. Bu bakımdan, zamânın îcâbına göre hareket edilir." buyurarak kötü zanda bulunanlara cevap verdi. Yine buyurmuşlardır ki: "Allahü teâlânın bir topluluğa merhamet ettiğinin alâmetlerinden birisi, onların başına şefkat sâhibi kimseleri tâyin etmesi, iyi kimseleri onlara idâreci yapmasıdır. Eğer o topluluk bu nîmete şükrederse, onlara yardım eder. Nankörlük ederlerse, onların işlerini acı yapar."
Çelebi Ferruh hazretleri tabiatı, hâl ve hareketleri hoş, heybetli, görünen ve görünmeyen yükseklikler ve olgunluklar sâhibi bir velî idi. Dünyâ ehli insanların din büyüklerine aşağı nazarla bakıp helâke dûçar olmasınlar, zarar görmesinler diye çok gayret sarfederdi. Avâmın, câhil halkın îtikâdını, inancını bulandırmaktan sakının der ve buna çok riâyet ederdi. Bu sebeple altına eski bir aba, dışına da pek kıymetli elbiseler giyerdi. Etrafı çeşitli nîmetlerle dolu olduğu hâlde günlerinin çoğunu oruçlu geçirirdi. Devamlı seherlerde uyanır, çok ibâdet eder ve Allah korkusundan ağlayarak gözyaşı dökerdi.
Çelebi Ferruh hazretleri sabahleyin talebelerine ders vermekle meşgul olur, akşamleyin ise başka meşgûliyetleri yanında Mesnevî'den anlatırdı. Bâzan mânâ âlemine dalar, kendinden geçerdi. Kendine geldiğinde, kalbine akıtılan derin, ince ve yüksek mânâları talebelerine anlatır, herkes kendi derecesine göre alacağını alır, çeşit çeşit faydalar elde ederlerdi. Yine bir defâsında mânâ âlemine dalıp ince nüktelerden ve derin mânâlardan anlattıkları bir sırada ancak derecesi yüksek olanların anlayabileceği bir ifâde ile kendisine halîfe olacak olan Bustan'ın geleceğini müjdeledi. Nitekim çok geçmeden dünyâya gelen çocuğa, Bustan ismini verdi. Kendisine niçin ona daha önce geçen büyüklerin isimlerinden birini vermediği sorulunca; "O dostların reisi, önderi olacaktır." diye cevap verdi ve dediği gibi oldu.
Çelebi Ferruh hazretleri talebelerine bahsettiği gizli mânâları, dış görünüşe îtibâr edenlere anlatmaz, herkese derecelerine ve kâbiliyetlerine göre konuşup muâmele ederdi. Onun bu şekildeki farklı muâmelesinin inceliğini kavrayamayan bâzı talebeleri üzüntüye kapıldılar. Çelebi hazretleri onlara; "Biz şeyhler topluluğu peygamberlerin aleyhimüsselâm yolunda gitmekle emrolunduk. İnsanların derecelerine, seviyelerine iner, akılları mikdârınca anlayabilecekleri şekilde konuşuruz." derdi. Bustan Çelebi'yi en iyi bir şekilde terbiye edip yetiştirdikten sonra kendi yerine halîfe kılan Çelebi Ferruh hazretleri 1592 (H.1000) yılında vefât etti.
1) Sefîne-i Nefîse-i Mevleviyân; c.1, s.149-152