Mâverâünnehr bölgesinde yetişen âlimlerden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ahmed, nisbesi Semerkandî ve lakabı Derviş'dir. Semerkand'da Zeynüddîn Hafî'nin derslerinde yetiştiği için Semerkandî diye nisbet edilmiştir.
Doğum ve vefât târihleri tesbit edilemeyen Derviş Ahmed, on dördüncü asrın sonlarında vefât etti. Zâhirî ilimlerde Zeynüddîn-i Hafî'nin derslerinde yetişip, kalb ilimlerinde ve tasavvuf yolunda da Hâce Alâüddîn-i Attâr hazretlerinin sohbetlerine devâm etmekle ilerledi. Zeynüddîn-i Hafî, Derviş Ahmed'i çok sever, himâye eder, yetişmesi için husûsî ihtimam ve îtinâ gösterirdi. Ahmed Semerkandî, burada zâhirî ilimleri tahsîl ederken, diğer taraftan Alâüddîn-i Attâr hazretlerinin sohbetlerini kaçırmamaya gayret ederdi. Bir zarûret, mecbûriyet sebebiyle sohbete gidemezse, hocasının sohbet ve hizmetlerinden mahrum kaldığı için çok üzülürdü. Bu acı ve üzüntülerini, Fârisî bir mektubunda yana yakıla, uzun uzun anlatır. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri ile de görüşüp, onun da mânevî feyz ve bereketlerine kavuşan Derviş Ahmed, Hirat'ta bir câmide vâz ederdi.
Sözlerini yanlış anlayanlar, insanları onun vâzına gelmekten men etmeye çalıştılar. Böylece vâzına devâm eden, sâdece yedi sekiz kişi kaldı. Bu hâle çok üzülen Derviş Ahmed, bu günlerde Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri ile karşılaştı. Ona hâlini, içinde bulunduğu zor durumu anlattı. Ubeydullah-i Ahrâr; "Gam çekme, var git, falan mescidde vâz vermeye başla. Öyle anlıyoruz ki, pek yakın bir zamanda vâz meclisiniz, eskisinden çok daha kalabalık olacaktır." buyurdu. Bu habere çok sevinen Derviş Ahmed, kendisine söylenen câmide vâz vermeye başladı. Birkaç gün sonra, vâza gelenler o câmiye sığmaz oldu. Daha büyük bir câmiye geçmek îcâb etti. O câmide de aynı hâl vâki olup, kalabalıktan içeriye girmek mümkün olmayınca, bu şekilde, daha büyük birkaç câmi dolaşıldı. Vâza koşanlar o kadar çok idi ki, herkes çok sıkışık vaziyette otururdu. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr'ın, mânevî feyz, himmet, tasarruf ve bereketleri ile Derviş Ahmed'in vâzına koşanlar, büyük bir câmiye dahî sığmaz oldular.
Derviş Ahmed Semerkandî hazretleri, sohbetlerinde devamlı olarak; Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Bekr-i Şiblî, Ebû Hafs-ı Haddâd, Ebû Osman Hayrî gibi tasavvuf büyüklerinden anlatırdı. Çok güzel bir anlatımı vardı. Hitâbeti kuvvetli, sözleri hikmetli idi. İnce mânâlardan, tasavvufî hakîkatlardan anlatırdı. Derin meseleler üzerinde konuşurdu.
Birgün yine böyle ince mânâlardan anlatırken, bir kimse ayağa kalkıp; "Böyle hiç kimsenin anlıyamadığı sözleri anlatmanızda ne mânâ var?" dedi. Derviş Ahmed buna dedi ki: "Bir kimse, bu tâifenin yüksek sözlerini anlıyamıyorsa, herkesin de anlıyamadığını nereden anlıyor ki? Tasavvufî hakîkatlerden hiç haberi olmayan birinin bu hâli, başkalarının yüksekliğine mâni değildir."
Tasavvuf ehlinin büyüklerini iyi anlıyan kimseler, Derviş Ahmed'in vâzlarına çok kıymet verirler, çok istifâde ederlerdi. Anlıyamadıkları sözler olursa, îtirâz etmezler; "Derviş Ahmed boş söz konuşmaz. Çünkü o, kendi irâdesi ile konuşmuyor, muhakkak konuşmalarında bir hikmet vardır." derlerdi.
1) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Arabî); s.81
2) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Osmanlıca); s.150
3) Nesâyim-ül-Mehabbe; s.318
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.339