Allahü teâlânın velî kullarından. Duâsı kabûl olan, vesîle edilerek kendisinden meded umulan bir zât idi. Darda kalanlara yardım ederdi. Duâsı bereketiyle pekçok kimse sıkıntılardan kurtulmuş, niceleri de arzularına kavuşmuştu. Doğum ve vefât târihleri tesbit edilememiştir. On birinci asır ortalarında vefât etmiş olup, İbn-i Atâ'nın akrânı idi. Yaş, ilim ve mârifet yönüyle onun emsâllerindendir.
İbn-i Hafîf, Ebü'l-Hasan ed-Derrâc'ın başından geçip anlattığı şu hâdiseyi haber verdi: Şeyh Ebü'l-Hasan ed-Derrâc buyurdu ki: "Bir sene, arkadaşlarla gitmeyip, yalnız başıma hac yolculuğuna çıktım. Kadîsiye mescidine vardığımda, orada cüzzam hastası olan bir ihtiyar gördüm. Üzerinde büyük musîbet vardı. Beni görünce, selâm verdi ve: "Ey Ebü'l-Hasan! Hacca gitmek ister misin?" buyurdu. Ben onun bu hâlinden çekinerek; "Evet." dedim. "Benimle yol arkadaşı olmak ister misin?" buyurdu. O zaman kendi kendime; "Sağlam arkadaşları terkettim de, şimdi cüzzamlı bir ihtiyarın eline düştüm." dedim ve ona; "Yok istemem." diye cevap verdim. O; "Sana yol arkadaşı olayım." buyurdu. Ben "Allah hakkı için senin ile yol arkadaşı olmam." dedim. O; "Ey Ebü'l-Hasan! Allahü teâlâ öyle şeylere kâdirdir ki, zayıf bir kuluyla öyle bir iş yapar; güçlü kuvvetli kimse ona şaşırıp kalır." buyurdu. Ben; "Öyledir." dedim ve onun teklifini kabûl etmeyerek yoluma devâm ettim. Kuşluk vaktinde istirahat için bir yere uğramıştım. Onu orada, rahat bir şekilde oturmuş vaziyette gördüm. Bana daha önce söylediğini tekrarladı. "Ey Ebü'l-Hasan, Allahü teâlâ öyle şeylere kâdirdir ki, zayıf bir kuluyla öyle bir iş yapar; kuvvetli kimse buna şaşar kalır." buyurdu. Ben hiçbir şey söylemeden yoluma devâm ettim. Fakat onun hakkında bende şüphe ve tereddüt meydana geldi. Acele ile yoluma devâm ederek, sabah vakti bir köye ulaştım. Bir de ne göreyim; oradaki mescidde rahat bir şekilde oturuyordu. Bana: "Ey Ebü'l-Hasan, Allahü teâlâ öyle şeylere kâdirdir ki, zayıf olan kuluyla öyle bir iş yapar; kuvvetli kimse buna şaşar kalır." buyurdu. Önüne varıp, yüzümü önüne eğdim ve ona; "Allahü teâlâdan af ve senden özür dilerim." dedim. O; "Maksadın nedir?" buyurdu. Ben; "Hatâ ettim, sizinle yol arkadaşı olmak istiyorum." dedim. O; "Sen yol arkadaşı olmak istemedin ve yemin ettin. Senin yeminini bozup da, seni yalancı çıkarmak istemem." buyurdu. Ben; "Hiç değilse öyle ol ki, seni her istirahat ettiğim yerde göreyim." dedim. O; "Peki, dediğin gibi olsun." buyurdu. Bu sözünü duyunca bütün açlığım ve yol yorgunluğum kayboldu. Tek düşüncem ve arzum, çabucak bir sonraki menzile varıp onu görmek oldu. Mekke-i mükerremeye ulaştığım zaman, olanları oradaki büyük velîlere anlattım. Ebû Bekr el-Kettânî ve Ebü'l-Hasan el-Müzeyyen;"O anlattığın zât, Ebû Câfer el-Meczûm'dur. Biz dâimâ onu görmeye çalışıyoruz. Keşke onu bir defâ olsun görebilseydik." buyurdular. Sonra kalkıp tavâf etmeye gittim. Onu da tavâf eder gördüm. Tekrar yanlarına gelip, onu gördüğümü haber ettim. Onlar; "Eğer bir daha görürsen, iyi dikkat et ve bizi de çağır." buyurdular. Ben de "Peki." deyip ayrıldım. Arafat'a çıktım. Sonra Minâ'ya gittim. Onu orada aradım, fakat bulamadım. Minâ'da cemre atılması yâni şeytan taşlama sırasında birisi arkamdan; "Selâmün aleyküm ey Ebû Hasan!" dedi. Dönüp baktığım zaman Ebû Câfer el-Meczûm'u gördüm. Onun teveccühleri bereketiyle o anda bende değişik hâller meydana geldi. Vücûdumu bir titreme aldı, kendimden geçerek yere düştüm. Hîfe mescidine geldiğim zaman, olanları arkadaşlarıma anlattım. Vedâ gününde Makâm-ı İbrâhimin arkasına geçmiş, namaz kılıyordum. Birisi beni çekip; "Ey Ebü'l-Hasan! Daha fazla duâ etmek ister misin?" dedi. Ben de; "Kat'iyyen efendim, sadece bana duâ buyurun yeter." dedim. Buyurdu ki: "Ben duâ etmem. Fakat sen duâ et ben âmin diyeyim." Ben üç defâ duâ ettim. O, "Âmin" buyurdu. Duâlarımdan birisi şöyle idi:
"Yâ Rabbî! Kuvvetim günden güne artsın." Gerçekten de öyle oldu. Nice seneler vâki oldu ki, ben bir gecede ertesi günkü ihtiyaçlarımı topladım ve hiçbir ibâdette aslâ yorgunluk ve bıkkınlık duymadım. İkinci duâm: Allahü teâlânın kendine giden yolu ve dervişliği bana sevdirmesi için oldu. Ondan sonra dünyâda hiçbir şey bana Allahü teâlânın rızâsından daha tatlı gelmedi. Dünyâyı unutup Allahü teâlânın sevgi denizine daldım. Üçüncü duâmda da şu istekte bulundum: "Yâ Rabbî! Yarın mahşer gününde, insanları haşrederken, beni sevdiğin dostlarının (evliyâullahın) arasında bulundur ve bana yol ver!(Cehennem'den muhâfaza et.") "İnanıyor ve ümid ediyorum ki, inşâallah öyle olacaktır."
Ebû Câfer el-Meczûm, cüzzamlı bir deri altına gizlenmiş, Allahü teâlânın sevgili bir kulu idi. Her hâlinde Allahü teâlâya şükreder ve O'ndan gelen her şeyi severdi. Hattâ sevgiliden gelen musîbetleri ve belâları, nîmetlerinden daha çok severdi. Sanki toprakla örtülmüş, kıymetli mücevherle süslü bir altındı. Gittiği pekçok yerden kovulur, insanlar onu görünce tiksinerek bakarlardı. Fakat tanıyanlar, onunla görüşmek, bir teveccühüne kavuşmak, bir duâsını almak için gayret ederlerdi. Peygamber efendimizin; "Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, gittikleri kapılardan kovulurlar. Fakat Allahü teâlâya yemîn etseler, Allahü teâlâ o şeyi yaratır." hadîs-i şerîfi, kendisinde tecellî etmişti. O dâimâ kalbi kırık, gönlü mahzûn ve Allahü teâlânın zikri ile meşgûldü. Duâsının kabûlü, darda olan pek çok kimselere yardımı, teveccühünün kuvvetli ve keskin olmasıyla meşhûr olmuştu. Pekçok velî onu bir defa görüp, sohbetinde bulunup, teveccühüne kavuşabilmek için duâ ederdi. Ebû Câfer el-Meczûm, Allahü teâlânın; "Dostlarım benim kubbelerim altındadır. Benden gayrisi onları tanımaz." hadîs-i kudsîsinde bildirilen, Allahü teâlânın kubbeleri altında, beşerî sıfatlar içinde gizlediği ve insanların pekçoğunun tanımadığı bir velî idi.
1) Sîret-üş-Şeyh el-Kebîr Ebû Abdullah; s.68
2) Nefehât-ül-Üns (Osmanlıca); s.230
3) Tabakât-ı Ensârî; s.355
4) Sıfat-us-Safve; c.2, s.99
5) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.33
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4, s.43