On beşinci asır Osmanlı velîlerinden. Fere'de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1485 (H.890) senesinde vefât etti. Kabri Fere'dedir. Sevenleri ziyâret etmekte ve feyz almaktadırlar.
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline başladı. Çok zekî olup, dersleri anlayış ve kavrayışı mükemmeldi. Bu îtibârla hocalarının da teşvikiyle ilimde çok çabuk ilerledi. Fakat o, tasavvuf yoluna girmek ve bu yolda ilerlemek arzusundaydı. Bu maksatla Ayasluğlu AhmedÇelebi'nin hizmetine girdi. On dört sene onun sohbetlerinde ve derslerinde bulundu. Bu müddet içerisinde nefsini pisliklerden temizlemek için çok gayret sarfetti. Onun istediği ve ona tatlı gelen şeylere yüz çevirip istemediği ve sıkıntı verip ağır gelen şeyleri yapmaya çalıştı. Fakat her ne hikmetse bir türlü nefsini kontrol altına alıp kalbin hep Allahü teâlâyı zikretmesi yolunda ve evliyâlık mertebelerinde ilerlemek mümkün olmadı. O zaman Ahmed Çelebi:
"Evlâdım! Bizden sana nasîb yoktur, kısmetini başka yerde arayacaksın." dedi.
Daha sonra Şeyh Sinân'ın yolu Bursa'ya uğradı. Burada Şeyh Abdüllatîf Kudsî ile karşılaştı. Ancak aynı gün Şeyh Abdüllatîf hazretleri de ağır bir şekilde hastalandı. Şeyh Sinân, samîmî bir kalple, on dört gün Şeyh Abdüllatîf'e hizmet eyledi. Bu hizmetinin bereketine, yüksek mânevî hallere ve makamlara kavuştu.
Abdüllatîf hazretleri rahatsızlığı esnâsında, Şeyh Sinân için icâzetnâme, diploma yazın diye eski talebelerine üç defâ emretmiş ise de, onlar icâzet yazmadılar. Sonunda Abdüllatîf Kudsî, Şeyh Sinân'ın on dört günde, ayın on dördü gibi olgunlaştığından talebelerinin habersiz olduklarını anladı. Onları; "Niçin yazmazsınız? Yoksa Allah'ın emrine râzı değil misiniz?" diye azarladı. Bunun üzerine talebeleri, emre uymak için icâzetnâme yazdılar. Abdüllatîf Kudsî, Şeyh Sinân'a; "Burada durma, önceki vatanına dön." diye emredince, Fere'ye doğru yola çıktı. Şeyh Sinân hazretleri Gelibolu'ya gelince, Şeyh Abdüllatîf'in vefât ettiğini işitti. Geri Bursa'ya dönmek istedi. Gelibolu âlimlerinden biri; "Hocanın emrine uy, vatanına varmayınca geri dönme." diye tavsiyede bulundu. Şeyh Sinân, Fere'ye gitti. Bir sene orada kaldıktan sonra, hocası Abdüllatîf'i ziyâret için Bursa'ya geldi. Hocasının mezarını ziyâret etti. O zaman kendisiyle berâber bir oğlu da gelmişti. Bu oğlu orada vefat etti. Abdüllatîf Kudsî'nin ayak ucuna defnedildi. Şeyh Sinân, yılda bir kere Bursa'ya gidip, büyük zâtların mezarlarını ziyâret eder, rûhâniyetlerinden feyz alırdı.
Şöyle anlatılır: "Şeyh Sinân, Abdüllatîf Kudsî ile ilk karşılaşınca, yetiştirilmek üzere, hocası Abdüllatîf tarafından alıkonulmuştu. İşte bu anda, Şeyh Sinân tereddüd ettiğinde, Abdüllatîf Kudsî; "Biz senin için Kudüs'ten geldik, sen bizden kaçıyor musun?" demişti. Şeyh Sinân bu sözü duyunca, kalbi rahatladı ve derhal hocasının elini öperek hizmetine koyuldu. Nitekim hastalığı esnâsında gösterdiği hizmetin bereketiyle de yıllarca uğraşarak elde edemediği derecelere birkaç gün içinde kavuştu. Kısa zamanda mânevî makamları geçerek, insanlara Allahü teâlânın dînini öğretecek, doğru yolu gösterecek dereceye yükseldi."
Şeyh Sinân Efendi yine bir defâsında Fere'den yola çıkarak âlimleri ve Allah adamlarını ziyâret maksadıyla Bursa'ya geldi.Hacı Halîfe'nin zâviyesine gitti. Şeyh Sinân verâ ve takvâ sâhibi idi. Dînin emir ve yasaklarına son derece bağlıydı. Hacı Halîfe, Şeyh Sinân'ın çok takvâ sâhibi olduğunu görünce, talebelerine şöyle tenbih etti: "Şeyh Sinân buradayken, tarîkat âdâbına aykırı bir iş işlememeye çok dikkat ediniz. Bu zâta hürmette kusûr etmeyiniz."
Fâtih Sultan Mehmed Hanla birlikte İslâmiyeti yaymak için seferlere de katılan Şeyh Sinân'ın savaşlarda pekçok kerâmetleri görülmüştür.
1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.258
2) Tâcü't-Tevârih; c.5, s.192
3) Güldeste-i Riyâz-i İrfân; s.101
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.19