Anadolu'da yetişen büyük velîlerden. Şeyh Habîb'in soyu, baba tarafından hazret-i Ömer-ül-Fârûk'a ve anne tarafından hazret-i Ebû Bekr Sıddîk'a ulaşır.
Doğum târihi belli değildir. Niğde'ninOrtaköy kasabasında doğdu. İlk tahsîline burada başladı. Sultan Rükneddîn Medresesine müderris oldu. Şerh-i Akâid kitabını okuduğu sıralarda, daha çok ilim tahsîl etmek ve mânevî feyizlere kavuşmak arzusuyla İran taraflarına gitti. Orada bulunan SeyyidYahyâ Şirvânî'nin dergâhına gelince, kapının önünde talebelerinden bâzısı ile karşılaştı ve onlara; "Şeyhiniz beni bir günde Hak teâlânın sevgisine kavuşturabilir mi?" diye sordu. Talebelerinin önde gelenlerinden Hacı Hamza, onun bu suâline çok kızıp; "Senin bunda şüphen mi var?" diyerek öyle bir vurdu ki, Şeyh Habîb'in aklı başından gitti, uzun süre kendine gelemedi.
Bu durumu haber alan Seyyid Yahyâ hazretleri, hemen Şeyh Habîb'i çağırtıp; "Dervişler gayretli olur. Sen onların kusûruna bakma ve sakın huzursuz da olma! Hem hüküm, senin îtikâd ettiğin, inandığın hâl üzeredir." diyerek onu tesellî etti ve gönlünü alan güzel sözler söyledi. Ayrıca ona; "Şu pencerenin yanına gidip otur, orada gördüklerini gelip bize anlat!" diye emretti. Şeyh Habîb bu emre uydu. İşâret ettiği yere varır varmaz, hakîkat âleminin bütün sırları kendisine açıldı. Melekler âleminin nice manzaraları gözleri önüne serildi. O, bambaşka bir insan oluvermişti. Kalbinde dünyâ sevgisine dâir bir şey kalmamış, yüksek mârifetlere kavuşmuş, dergâha geldiğinde gönlünden geçenlere erişivermişti. Bir anda fenâ makâmına yükseldi. Bu hâdise ile hocasının büyüklüğünü anlayan Şeyh Habîb, on iki yıl onun hizmetinde bulunarak, daha nice yüksek hâllere kavuştu.
Sonra hocasından izin alarak Anadolu'ya geri döndü. Bir süre Ankara'da kaldı ve Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerinin nûrlu kabirlerini sık sık ziyâret ederek çok feyzlere kavuştu. Akşemseddîn hazretlerinin sohbetlerine de devâm etti. Kayseri'de Şeyh İbrâhim ve evliyânın büyüklerinden Emîr-iKayserî ile sohbetlerde bulundu. Mekke-i mükerremeye giderek Zeyniyye yolunun büyüklerinden Şeyh Abdülmu'tî ile dostluğunu ilerletti. Bu büyükler sâyesinde nice feyzlere kavuştu ve herbirinden pekçok istifâde etti.
Şeyh Habîb, takvâ ehli bir zât olup, dört mezhebe de riâyet ederdi. Üç defâ hacca gitti. Seyâhati çok severdi. Aydın, Sivas ve Anadolu'nun daha birçok şehrini gezdi. Bir ara İskilip'te oturdu ve orada Ebüssü'ûd Efendinin babası Şeyh Muhyiddîn-i İskilîbi ile dostluk kurdu. Çeşitli ilimlerde derin ve ince bilgilere sâhipti. Çok kerâmetleri görüldü. Hiç kimse, onun bir yere uzanarak veya dayanarak uyuduğunu görmemiştir. Yalnız hastalığının çok ağırlaştığı bir hâldeyken, bir yere dayandığı görüldü.
Sultan İkinci Bâyezîd Hânın şehzadesi Şehinşâh Bey'in nişancısı şöyle anlatır: Şeyh Habîb ile berâber akşam namazını kılıyorduk. Bir akrep, secde yerinden geçip, safın bir tarafına gitti. Ne olduğunu bilemediğimden aklım karmakarışık oldu. Namazda huzûrum kaçtı. Namazdan sonra yemek getirdiler. Fakat akrep sanki kafamın içini sokuyordu. Hep onu düşünüyordum. Bir türlü yemeği yiyemiyordum. Gönlümden geçirdiğim bu düşünceyi Allahü teâlâ, Şeyh Habîb'in kalbine ilhâm edince, bana; "O zavallı akrep bizim yanımıza geldi.Peygamber efendimizin; "İki karayı (yılan ve akrebi) gördüğünüzde öldürünüz!" hadîs-i şerîfine uyarak, onu namazda iken öldürdük. Gönlünüzü meşgûl etmesin!" dedi. (Namazda yılanı ve akrebi öldürmek namazı bozmaz.) Böylece zihnimdeki endişe ortadan kalkmış oldu. Benim âdetlerimden olduğu için, gönlümden geçirerek; "Eğer yemek helâl ise Bismillâh." diyerek yemeğe başladım. Bunun üzerine Şeyh Habîb; "Helâldir, şüphen olmasın!" dedi.
Habîb Ömerî Karamânî 1496 (H.902) senesinde Amasya'da vefât etti. Mehmed Paşa Câmiinin batı tarafında Nezir Mehmed Paşa ile oğlunun kabirleri arasında defnedildi.
1) Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.540
2) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.282
3) Osmanlı Müellifleri; c.1, s.58
4) İslâm ÂlimleriAnsiklopedisi; c.14, s.49
5) Lemezât; (Üniversite Kütüphânesi, No:1896) v.148