Hazret-i Âişe (radıyallahü teâlâ anha), Resulullah efendimizin en sevgili
hanımıdır. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir’in
kızıdır.
Çok akıllı, zeki, âlime, edibe ve afife ve saliha idi. Hafızası pek kuvvetli
olduğu için, Eshab-ı kiram birçok şeyleri ondan sorup öğrenirdi. Nikahı Allahü
teâlânın emri ile yapıldı. Âyetlerle de övüldü.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Erkeklerden üstün çok kişi vardır. Fakat kadınlardan Firavunun ailesi Âsiye,
İmran kızı Meryem ve Âişe’den başka üstün kadın yoktur. Âişe’nin diğer kadınlara
üstünlüğü, tirid’in diğer yemeklere üstünlüğü gibidir.) [Buhari]
(Tirid, en kıymetli et yemeğidir.)
(En çok Âişe’yi seviyorum, erkeklerden de babasını.) [Buhari, İbni
Mace]
Resulullah, (Allahü teâlâ beni kendi nurundan yarattı. Benim nurumdan da Ebu
Bekri, onunkinden de, Ömer ile Âişe’yi yarattı. Ömer’in nurundan, mümin
erkekleri, Âişe’ninkinden de mümin kadınları yarattı) buyurup sonra Nur
suresinin (Allah birine nur vermezse, o münevver olamaz) mealindeki 40.
âyetini okudu. (Lübab-ül-elbab)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnet âlimleri buyurdu ki; İlimde ve ictihadda Hazret-i Âişe, Hazret-i
Fatıma’dan üstündür. İlimde ve ictihadda Hazret-i Âişe, zühd ve dünyadan
kesilmekte ise, Hazret-i Fatıma daha ileridir. Bunun içindir ki, Hazret-i
Fatıma’ya Betül yani çok temiz demişlerdir. Hazret-i Âişe Eshab-ı kirama
İslamiyet’i öğretirdi. (c. 2, m.67)
Resulullahın torunlarından Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri ise, (Hazret-i
Âişe, bütün kadınlardan daha üstündür) buyurdu. (Gunye)
İctihadı Hazret-i Ali’ye uymadığı için, Rafiziler kendisine çok iftira
ediyor, Hazret-i Ali’yi sevmezdi diyorlar. Halbuki (Ali’yi sevmek imandandır)
hadis-i şerifini, Hazret-i Âişe haber verdi. Böylece, onu sevdiğini ve herkesin
de sevmesi lazım geldiğini bildirdi.
Hadis âlimlerinden Abdulhak Dehlevi hazretleri, (Medaric-ün-nübüvve) kitabında
buyuruyor ki:
Âişe-i Sıddıka hazretlerinin faziletleri, üstünlükleri, sayılamayacak kadar
çoktur. Eshab-ı kiramın fıkıh âlimlerindendi. Çok fasih ve beliğ konuşurdu.
Eshab-ı kirama fetva verirdi. Fıkıh bilgilerinin dörtte birini Hazret-i Âişe
haber vermiştir. Hadis-i şerifte, (Dininizin dörtte birini Humeyra’dan
öğreniniz!) buyuruldu. (Kurret-ül-ayneyn) [Resulullah, Hazret-i Âişe’yi çok
sevdiği için, Ona (Humeyra) derdi.]
Ürvetübni Zübeyr hazretleri buyuruyor ki:
Kur’an-ı kerimin manalarını ve helal ve haramları ve Arab şiirlerini ve nesep
ilmini, Hazret-i Âişe’den daha çok bilen kimse, görmedim.
Hazret-i Âişe’nin şân ve şereflerinden birisi de Resulullah efendimizin, onu çok
sevmesidir. Resulullaha, en çok kimi seviyorsun denilince, (Âişe’yi)
buyurdu. Erkeklerden kimi diye sorulunca, (Âişe’nin babasını) buyurdu.
(Buhari)
Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Erkeklerden vezirim Zübeyr bin Avvam, kadınlardan ise Âişe’dir.)
[Deylemi]
Hazret-i Âişe’ye sordular ki, Resulullah en çok kimi severdi? Fatıma’yı severdi,
dedi. Erkeklerden en çok kimi severdi dediler. Fatıma’nın zevcini buyurdu.
Bundan anlaşılıyor ki, zevceleri arasında, Hazret-i Âişe’yi, çocukları arasında,
Hazret-i Fatıma’yı, Ehl-i beyti arasında, Hazret-i Ali’yi, Eshabı arasında ise,
Hazret-i Ebu Bekir’i en çok severdi. (Mektubat-ı Rabbani)
Hazret-i Âişe buyuruyor ki:
(Bir gün Resulullah mübarek nalınlarının kayışlarını çakıyordu. Ben de iplik
eğiriyordum. Mübarek yüzüne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter damlası,
her tarafa nur saçıyordu. Gözlerimi kamaştırıyordu. Şaşakaldım. Bana doğru
baktı. (Sana ne oldu ki, böyle dalgın duruyorsun?) buyurdu. Ya
Resulallah! Mübarek yüzünüzdeki nurların parlaklığına ve mübarek alnınızdaki ter
tanelerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geçtim, dedim. Resulullah
kalkıp yanıma geldi. Gözlerimin arasını öptü ve (Ya Âişe! Allahü teâlâ sana
iyilikler versin! Beni sevindirdiğin kadar, ben seni sevindiremedim)
buyurdu. Hazret-i Âişe’nin mübarek gözlerinin arasını öpmesi, Resulullahı
severek, Onun cemalini anlayarak gördüğü için aferin ve takdir olmaktadır.
Hazret-i Âişe, kendisinin, ezvac-ı tahiratın hepsinden daha üstün olduğunu
söyler, Allahü teâlânın nimetlerini sayar, (Resulullah benimle evlenmeden önce,
Cebrail aleyhisselam, benim resmimi Resulullaha gösterip “Bu senin zevcendir”
demişti) derdi. O zaman canlı resmi yapmak haram olmamıştı ve resmi, insan da
yapmamıştı. Resulullah, Âişe validemize buyurdu ki:
(Seni üç gece rüyada gördüm. Melek, beyaz ipek üzerindeki resmini bana
gösterdi. Bu senin zevcendir, dedi. Rüyada, meleğin gösterdiği resmini
unutmadım.) [Buhari ve Müslim]
Resulullaha, Hazret-i Âişe’den başka, hiçbir zevcesinin yatağında (vahiy)
gelmedi. Bu da, Hazret-i Âişe’nin Allahü teâlâ indinde kıymetinin pek çok
olduğunu göstermektedir. Ümmi Seleme validemiz Hazret-i Âişe için bir şey
söyleyince, Resulullah, (Âişe için beni incitme. Bana vahiy, yalnız Âişe’nin
yatağında iken gelmektedir) buyurdu ve Ümmi Seleme validemiz de, tevbe etti.
Hazret-i Âişe, (Bana karşı yapılan iftiranın yalan olduğu Allahü teâlâ
tarafından bildirildi) diyerek öğünürdü. Allahü teâlâ, Nur suresindeki 17 âyeti
göndererek, Hazret-i Âişe’ye iftira edenlerin Cehenneme gideceklerini bildirdi.
Hazret-i Âişe’nin izzeti ve şerefinin yüksekliği bu âyet-i kerimelerle de
anlaşıldı. (Medaric-ün-nübüvve)
Münafıkların yaptığı iftira
Medaric-ün-nübüvve kitabında diyor ki:
Münafıklar Hazret-i Âişe validemize iftira edince, Resulullah, arkadaşlarından
bazılarını çağırdı. Bunlardan Hazret-i Ömer’e ne düşündüğünü sordu. O da dedi
ki:
(Ya Resulallah! İyi biliyorum ki, münafıklar yalan söylüyorlar. Allahü teâlâ,
senin üzerine sinek kondurmuyor. Bir murdar yere konup da, sonra senin üstünü
kirletmesin diye muhafaza ediyor. Seni az bir pislikten saklayan Allah,
pisliklerin en kötüsünden elbet saklar.)
Sonra, Hazret-i Osman’ı çağırdı. O da dedi ki:
(Bu sözü münafıkların yaydığı ve yalan olduğunda şüphem yoktur. Hepsi
iftiradır. Allahü teâlâ, senin gölgeni yere düşürmüyor. Mübarek gölgenin bile
pis bir yere düşmesini, yahut habis bir kişinin, O gölgeye basmasını önlüyor.
Mübarek evine pislik sokmasını hoş görür mü?)
Sonra Hazret-i Ali’yi çağırdı. O da dedi ki:
(Bu sözler yalandır, iftiradır. Münafıkların uydurmasıdır. Sizinle namaz
kılarken mübarek nalınınızı çıkardınız. Size uyarak biz de çıkardık.
(Nalınlarınızı niçin çıkardınız?) dediniz. Size uymak için dedik. Siz de,
(Cebrail aleyhisselam geldi. Nalında necaset bulaşığı olduğunu bana haber verdi.
Onun için çıkardım) buyurmuştunuz. Namaz içinde bile vahiy ederek seni
pislikten koruyan Allahü teâlâ, mübarek zevcelerine böyle pislik yapılmasına
izin verir mi? Böyle bir şey olsaydı, bunu da hemen haber verirdi. Mübarek
kalbin üzülmesin. Allahü teâlâ, vahiy edip, mübarek zevcenizin pak olduğunu
elbette size bildirir.) Hazret-i Ali, (Onu cariyesi olan Büreyde’den de
sorun!) dedi.
Ona soruldu. O da, (Allah’a yemin ederim ki, çok zaman Onun yanında bulundum.
Onda hiçbir ayıp görmedim. Ağızlarda dolaşanlar doğru olsaydı, Allahü teâlâ, Onu
sana bildirirdi) dedi. Hazret-i Üsame de, (Ya Resulallah, biz senin
zevceni iffetli biliriz) dedi. Bu sözlerin hepsine sevinen Resulullah, Ebu
Bekir’in evine teşrif buyurdu.
Hazret-i Âişe diyor ki:
O gün ben durmadan ağlıyordum. Ansızın Resulullah gelip selam verdi. Yanımda
oturdu. Bana dönüp, (Ey Âişe! Senin için bazı şeyler söylediler. Eğer sen,
dedikleri gibi değil isen, Allahü teâlâ, yakında senin doğru olduğunu bildirir.
Eğer bir günah hasıl oldu ise, tevbe istiğfar eyle! Allahü teâlâ, günahına tevbe
edenlerin tevbesini kabul eder) buyurdu. Babama dönüp, cevap vermesini
söyledim. (Vallahi bilmem ki, Resulullaha ne cevap vereyim. Cahiliyet zamanında
bile hiç kimse bizim kadınlarımıza böyle bir şey söyleyemezdi) dedi. Sonra
anneme döndüm. O da, (Ben ne söyleyeceğimi bilmiyorum. Sen söyle) dedi. Sonra
ben, “Allahü teâlâya yemin ederim ki, bu lafların hepsi yalandır. Yapmadığım bir
şeye evet dersem, kendime iftira etmiş olurum” dedim. Rabbim temiz olduğumu
bildirir diyordum. Çünkü, suçum yoktu. Fakat, benim için âyet-i kerime
göndereceğini, kıyamete kadar her yerde, benim için âyet-i kerime okunacağını
sanmıyordum. Peygamberine rüyada veya kalbine ilham eder, diyordum. Resulullah,
henüz oturduğu yerden kalkmamıştı ki mübarek yüzünde vahiy alametleri göründü.
Vahiy bitince, bana gülümseyerek, (Müjde ya Âişe, Allah, senin temiz olduğunu
bildirdi) buyurdu. Babam hemen (Haydi kızım, Resulullaha teşekkür et) dedi.
Ben de, vallahi Allah’tan başkasına şükretmem! Çünkü, Rabbim benim için âyet-i
kerime indirdi, dedim. Sonra Resulullah, Nur suresinin 11. âyetinden başlayarak,
on âyet-i kerime okudu. Babam hemen kalkıp başımı öptü. (Medaric-ün-nübüvve)
İftira ile ilgili âyetlerin tefsiri
Hazret-i Âişe için gelen 17 âyet-i kerimeden birincisinin tefsirini (Mevakib
tefsiri) şöyle bildiriyor:
(Âişe’ye iftira edenler, sizden birkaç kişidir. Siz bu iftirayı kendiniz için
kötülük sanmayın! Bu sizin için hayırlıdır. [Bu iftira sebebi ile çok sevap
kazandınız. Onların yalanı meydana çıktığından, sizin şanınız, şerefiniz arttı.
Âyet-i kerime, sizin temiz olduğunuzu bildirdi.] O iftira edenlerden her biri
için kazandıkları günah kadar cezaları vardır. Büyük iftira yaparak, çok çirkin
şeyi söyleyenlere dünyada ve ahirette büyük azap vardır.)
Bunlara had vurulduktan sonra, Abdullah bin Ebi, hakir, zelil oldu. Hassan’ın
gözleri kör, Mistah’ın eli çolak oldu. 12. âyet-i kerimede (Bu iftirayı
işitince, mümin erkek ve kadınlar, kendi ailelerine iyi gözle bakmalı. Bu,
meydanda bir yalan ve iftiradır, demelidirler) ve 19. âyet-i kerimede
(Müminlerin kötü olarak anılmasını sevenlere, dünyada ve ahirette acı azaplar
vardır) ve 26. âyet-i kerimede (Habis söz söylemek, habis adamlara
layıktır. Habis adamlara, habis kelam yakışır) buyurulmuştur.
Hasais-ul habib kitabında diyor ki:
Resulullahın mübarek zevcelerinden birini kötüleyenin kâfir olduğuna Abdullah
ibni Abbas hazretleri fetva vermiştir. Hele, Hazret-i Âişe’yi kötülemek,
Kur’an-ı kerimi inkâr etmek olur. Bunun küfür olduğu icma ile sabittir.
(Mirat-i kâinat)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hazret-i Âişe-i Sıddıka, Allahü teâlânın sevgilisinin sevgilisi idi.
Peygamberimiz vefat edinceye kadar, onu çok sever ve yanından ayırmazdı. Onun
odasında, onun yatağında ve mübarek başı onun kucağında iken can vermişti. Onun
misk kokulu odasında defnedilmiş, kalmıştır. Bütün bu üstünlüklerden ve
kıymetlerden ayrı olarak kendisi büyük âlim ve müctehid idi. Peygamber
efendimiz, dinin yarısının bildirilmesini ona bırakmıştı. Eshab-ı kiram
sıkıştıkları zaman, ona gelip, ona sorup öğrenirlerdi. Müctehid olan böyle bir
Sıddıkaya, Hazret-i Ali’ye uymadı diye, dil uzatıp, ona yakışmayan çirkin
iftiraları söylemek Müslüman olana yakışmaz. İmanı olan kimsenin ağzından böyle
sözler çıkmaz. Bu fakir [yani imam-ı Rabbani] miskinleri doyurduğum zaman, Ehl-i
beytin ruhlarına niyet ederdim. Yani Resulullah ile birlikte, Hazret-i Ali,
Hazret-i Fatıma, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’in ruhlarına da gönderirdim.
Bir gece rüyada, Fahr-i âlemi görüp selam verdim. Selamımı almadı ve mübarek
yüzünü döndürüp (Ben yemeği Âişe’nin evinde yerdim. Bana yemek göndermek
isteyenler, Âişe’nin evine gönderirlerdi) buyurdu. Bundan anladım ki, rüyada
yüzünü çevirmesinin sebebi, yemek dağıtırken, niyette Hazret-i Âişe’yi ortak
etmediğim içinmiş. Ondan sonra Hazret-i Âişe’yi de hatta zevce-i mutahharaların
hepsini niyette ortak eyledim. Ehl-i beytin hepsini araya koyarak dua eder
oldum. Çünkü, bunlar da, Ehl-i beyttendir. O halde Resulullaha Hazret-i Âişe-i
Sıddıka yolu ile gelen eziyet, Hazret-i Ali yolundan gelen eziyet ve cefadan
daha çoktur. Aklı ve insafı olan, bunu pek iyi bilir. Bu sözlerimiz, Hazret-i
Ali ve Peygamber efendimizi sevenler ve sayanlar içindir. (Eshab-ı Kiram
kitabı)
Hazret-i Âişe, Peygamber efendimizin hanımı olmakla ve müminlerin annesi olmakla
şereflendi. Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]
Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası
muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kızlarımı evlendireceğim kimselerle, evleneceğim kadınların Cennetlik
olmasını Rabbimden istedim. Rabbim de kabul etti.) [Şirazi]
(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ.
Neccar]