Hazret-i Muaviye (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayınbiraderi
ve vahiy kâtibi idi. Resulullahın zevcelerinden Habibe validemizin kardeşidir.
Eshab-ı kiramın büyüklerindendir. Öleceği zaman, Resulullahın kendisine hediye
ettiği bir gömleğe sarılıp, hazinesinde saklamış olduğu, Resulullahın mübarek
saç ve tırnak kesintilerinin de gözlerine ve ağzına konularak defnedilmesini
vasiyet etmişti. Kabri Şam’dadır.
Mekke fethedildiği gün babası ile beraber, Resulullahın önünde müslüman oldu.
Hazret-i Muaviye, Peygamber efendimizin kâtiplerinden idi. Yazısı güzel idi.
Fasih, halim, vakur idi.
Zeyd ibni Sabit diyor ki:
Muaviye, Cebrailin getirdiği vahyi ve Peygamber efendimizin mektuplarını
yazardı.
Fahr-i âlemin emniyetlisi idi. Bu yüksek rütbe, derecesinin ne kadar yukarı
olduğunu gösterir. Bu büyük zata dil uzatanlar, Server-i âlemin Kur’an-ı kerimi
yazmakta emniyet ettiğine dil uzatmış olurlar.
Abdullah ibni Mübarek hazretlerinin ilminin derecesini bilmeyen bir müslüman
yoktur. Din imamı idi. Her ilimde ileri, her işi ilmine uygun idi. Peygamber
efendimizin ilmine tam vâris idi. İşte bu büyük âlim buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye, Resulullahın yanında giderken, bindiği atın burnuna giren
toz, Ömer bin Abdülaziz’den bin kere efdaldir.)
İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Hazret-i Muaviye’nin yanılması, Resulullahın sohbeti bereketi ile, Veysel
Karani’nin ve Ömer bin Abdülaziz’in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun
gibi, Amr ibni As’ın yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.)
[c.1, m.120]
Din-i İslamın en büyük âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor
ki:
(Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle
büyüklerindendir. Peygamber efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve
mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda
İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalık şerefleri toplanmıştır ki, bunların
her biri, Cennette Resulullahın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir.
Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa
ve sıdkı ve salahı ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla
anlatmaya lüzum kalmaz.) [Sava’ik-ul-muhrika]
Hazret-i Muaviye, Huneyn Gazasında Resulullahın önünde babası ile birlikte
kahramanca çarpıştı. Tebük Gazvesine katıldı. Veda Haccında bulundu. Hazret-i
Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer zamanlarında Suriye taraflarındaki savaşlara katıldı.
Hazret-i Ömer, onu Şam valisi yaptı. Hazret-i Ömer zamanında 4 yıl, Hazret-i
Osman zamanında 12 yıl, Hazret-i Ali zamanında 5 yıl, Hazret-i Hasan zamanında
altı ay Şam’da 21.5 sene vali oldu. [41.] senede, Kufe’de halife seçildi. 19
sene, dört ay halifelik yaptı.
Aklı, zekası, fesahatı, sabrı, yumuşaklığı, ikramı, cömertliği fevkalade çok
idi. Müslümanların başına geçeceği, hadis-i şerifte bildirildi. Kendisinden çok
hadis-i şerif alındı, kitaplara yazıldı. Bu da, büyüklüğünü ve kendisine
güvenildiğini göstermektedir.
İslamiyet’in yayılmasında kıymetli ve pek çok hizmetlerde bulundu. Miladi 662’de
Sicistan’ı, 663’de Sudan’ı, bir sene sonra Afganistan’ı, Kâbil şehrini ve
Hindistan’ın kuzey kısmını, 665’te Tunus’u (Afrikiyye’yi) aldı. 668’de gemilerle
gittiği Kıbrıs’ı ve iki sene sonra da İran’daki büyük Kuhistan eyaletini
fethetti. Yine aynı sene Bizans İmparatoru Dördüncü Kostantin zamanında, oğlu
Yezid’i büyük bir ordu ile İstanbul’un fethi için gönderdi ve şehir kuşatıldı.
Kostantin, her sene büyük miktarda vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda
kaldı.
673’de Ubeydullah bin Ziyad’ı Horasan’daki orduya kumandan yapıp, Ceyhun Nehrini
develerle geçerek Buhara’yı aldı. Hazret-i Ömer tarafından fethedilen Kudüs
hıristiyanlara geçince, Hazret-i Muaviye şehri tekrar ele geçirdi. Yemen, Mısır,
Kayrevan, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Maveraünnehire hakim oldu.
Müslümanlar tarafından çok sevildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Muaviye’ye,
(Ey Muaviye! Memleketlere hakim olduğun zaman, iyilik et!) buyurmuştur.
Resulullahın sohbeti ve hayır dualarının bereketiyle, İslamiyet’in tesir
sahasını çok genişletti ve İslamiyet’ten hiç ayrılmadı.
Hazret-i Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, heybetliydi. Güzel konuşur, adaletli
davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimliydi. Arabistan’da meşhur olmuş dört dâhi
Sahabiden birisidir. Sanki her bakımdan devlet başkanı olmak için yaratılmıştı.
Hatta Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaviye’ye her bakışta; Bu, ne güzel bir Arap
sultanıdır derdi. Cins atlara biner, kıymetli elbiseler giyerdi.
Resulullahın sohbetinin bereketiyle İslamiyetten hiç ayrılmazdı. Hazret-i Ali
onun hakkında; Muaviye’nin idaresini kötülemeyiniz! Zira onu kaybederseniz
başların koptuğunu ve düştüğünü görürsünüz buyurmuştur. (Kısas-ı Enbiya,
Mirat-i Kâinat, Medaric-ün-nübüvve)
Hazret-i Ali ile birbirlerine beddua ettikleri asla doğru değildir, bunu ibni
Sebecilerin uydurmuş olduğu kıymetli kitaplarda yazılıdır. Yalan olduğunu şu
âyet-i kerime de açıkça bildiriyor:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların
[Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı
merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]
Birbirlerine karşı merhametli olan, birbirini seven insanlar birbirlerine beddua
eder mi hiç? Hâşâ Allahü teâlâ yalan mı söylüyor?
Peygamber efendimizin kayınbiraderi olan Hazret-i Muaviye, Peygamberimizden
hayır dua aldı ve övüldü. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İşlerinizde Muaviye’yi bulundurunuz. Çünkü, o kavi ve emindir.)
[Tathir-ül-cenân]
(Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebu Süfyan’dır.) [İ. Süyuti]
(Muaviye’nin mülk sahibi olmasına fazla zaman geçmez.) [Deylemi]
Hazret-i Hasan diyor ki:
Resulullah, (Bir gün gelir, Muaviye devlet başkanı olur) buyurdu.
(Deylemi)
(Ya Rabbi, onu [Muaviye’yi] hâdi ve muhdi eyle) [Tirmizi] (Yani, Onu
doğru yola ulaştır ve doğru yola ulaştırıcı eyle!)
(Ya Rabbi, ona [Muaviye’ye] kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan
koru.) [İ. Ahmed, Taberani, Ebu Nuaym, Ebu Ya'la, İ. Asakir]
Ebu İdris el-Havlani anlatır:
Hazret-i Ömer, Umeyr İbnu Sad’ı Humus valiliğinden azledince yerine Muaviye’yi
tayin etti. Halk, "Umeyri azledip Muaviye’yi mi tayin etti" diye mırıldandı.
Umeyr; "Muaviye’yi hayırla yâd edin. Zira ben Resulullahın, (Allah’ım, onunla
(insanlara) hidayetini ulaştır!) dediğini duydum dedi. (Tirmizi)
İbnu Meryem el-Ezdi anlatır:
Muaviye’nin yanına girmiştim. Bana, seni hangi rüzgar attı diyerek ziyaretimden
memnuniyeti izhâr etti. Ben de, Resulullahtan işitmiş olduğum şu hadisi size
hatırlatmayı düşündüm dedim:
(Allah kime Müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların
ihtiyaçlarını, isteklerini, darlıklarını giderirse, kıyamet gününde Allah da
onun ihtiyaç, istek ve darlıklarını giderir.) Râvi der ki, bunun üzerine
Hazret-i Muaviye insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek üzere görevliler tayin
etti. (Tirmizi, Ebu Davud)
Âmir İbnu Sa'd babasından naklen anlatır:
Resulullah Beni Muaviye Mescidine girdi. Orada iki rekat namaz kıldı, biz de
onunla beraber kıldık. Sonra uzun uzun dua etti. Sonra yanımıza döndü. Buyurdu
ki:
(Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden
ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi.
Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi.
Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi.)
[Müslim]
Resulullahın torunlarından seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri buyuruyor ki:
(İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat
etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Muaviye’ye teslim eyledi. Onun
emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Muaviye’nin hilafeti hak ve sahih oldu.
Böylece, (Bu oğlum seyyiddir. Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük
fırka arasını bulur, barıştırır) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı.
Muaviye de, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, dine uygun halife oldu. Böylece,
müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi.) [Gunye]
Hazret-i Hasan, hilafeti kendi arzusu ile Hazret-i Muaviye’ye bıraktı. Onu
halife olmaya layık görmeseydi, hilafeti bırakmazdı. Onunla harp ederdi.
Hazret-i Hasan, layık olmayan birine hilafeti bıraktı, demek, Hazret-i Hasan’ı
kötülemek olur. (H. S. Vesikaları)
Hadis imamlarından İbni Asakir bildiriyor ki:
Resulullah, Muaviye’ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O
zaman, iyilere iyilik et, kötüleri de affet!) buyurdu.
Hazret-i Ali, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) hadis-i şerifini
hatırlasaydım, Muaviye ile savaşmazdım buyurdu. İmam-ı Beyheki de diyor ki:
Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, (Ümmetimden bazıları,
Eshabımı kötüleyecekler. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır) buyurdu.
(Mevahib-i ledünniyye)
İmam-ı a'zam hazretleri, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu.
İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar
hakkında (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz
de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96)
İmam-ı Gazali hazretleri de (Dinimizi bize ulaştıran Eshab-ı kiramdır. Onlardan
birini kötülemek, dini yıkmak olur) buyurdu. İbni Hacer-i Mekki hazretleri
buyuruyor ki: Abdullah ibni Abbas buyuruyor ki: Cebrail aleyhisselam Peygamber
efendimize geldi (Ya Resulallah! Muaviye’yi sana tavsiye ederim. Kur'an-ı
kerimi yazdırmakta ona emniyet et, güven) dedi. Yine aynı sayfada yazıyor
ki, Resul-i ekrem, bir gün mübarek zevcesi Ümm-i Habibe’nin odasına geldi. O
esnada Hazret-i Muaviye başını, kız kardeşi Ümm-i Habibe’nin kucağına koymuş
uyuyordu. Resul-i ekrem bu hâli görünce, (Ya Habibe! Kardeşini bu kadar çok
mu seviyorsun?) buyurdu. O da evet deyince, Peygamberimiz buyurdu ki,
(Onu Allah ve Resulü de seviyor.) [Tathir-ül-cenân s. 27]
İmam-ı Malik’in ictihadına göre, Hazret-i Muaviye dalalette idi diye kötüleyenin
katline fetva verdiği birçok kitaplarda yazılıdır. (Mesela Eshab-ı Kiram, Ö.
N. Bilmen s. 84)
Ebussuud Efendi, Muaviye’ye lanet eden kimseye tazir-i beliğ ve hapis lazım
olduğu fetvasını vermiştir. (488. Mesele sayfa 112)
Hazret-i Ali, Hazret-i Muaviye ve arkadaşları için, “Onlar bizim kardeşimizdir,
fasık ve kâfir değildirler” buyurdu. (Şerh-i Mekasıd)
İbni Teymiye bile, Hazret-i Muaviye’yi kötüleyenler hakkında kitap yazdı.
Hazret-i Muaviye’yi sevmeyen mezhepsiz Mevdudi bile, sahabe-i kiramdan olduğu
için Hazret-i Muaviye’nin suçlanamayacağını bildirmektedir. (Hilâfet ve
Saltanat tercümesi s. 326)
Ali bin Ahmed hazretleri, Fedâilüs-Sahabe adlı risalesinde, diyor ki:
İbni Abbas şöyle anlatır:
Biz mescidde sohbet ederken içeriye, uzun boylu ve yüzü örtülü bir zat girip
selam verdi. Selamını aldık. Bize, ne konuşuyordunuz diye sorunca, biz de,
Resulullah zamanındaki kendimizle ilgili faziletlerden konuşuyoruz diye cevap
verdik. O zat yüzünü açtı. Bu zatın Muaviye bin Ebu Süfyan olduğunu gördük Ona,
sen de kendi hakkında neler gördüysen bize anlat dedik. O da anlatmaya başladı:
"Ben şu hasletlerle bazılarınızdan faziletli oldum:
1- Resulullah efendimiz ile birlikte bir seferde idik. Beni bindiği
hayvanın terkisine alıp; (Neren bana temas ediyor) diye sordu. Ben de,
"Karnım, ya Resulallah!" dedim. O zaman, (Allahü teâlâ karnını ilim ve
yumuşak huy ile doldursun) buyurdu.
2- Resulullaha bir tabak ayva hediye edilmişti. Herkese bir tane verdi. En
sonunda bir ayva kalmıştı. Sadece Resul-i ekrem ve ben almamıştık. Kalan bir
ayva, Resulullah efendimizin mübarek elinden düştü. Yerden alıp kendisine vermek
istediğimde, (Onu sen al ya Muaviye! Yarın kıyamette, o ayva elinde olarak
bana kavuşursun) buyurdu.
3- Resul-i ekremle Tebük gazvesinden dönerken, Hudeybiye’ye geldik. Çok
susamıştık. Resul-i ekreme; "Ya Resulallah! Musa aleyhisselamın kavmi için
istediği gibi, sen de Rabbinden bizlere su talep etmez misin!" dedim. Bana,
(Ya Muaviye! Bak şurada bir kaya var) buyurup elime, bir çubuk verdi. (Ya
Muaviye! O kayanın yanına git ve ona bu çubukla vur) buyurdu. Gidip taşa
vurunca, çok tatlı, buz gibi bir su fışkırdı. Tam içeceğim sırada sevgili
Peygamberimizi ve susuzluktan yanan Eshabını hatırlayıp geri çekildim. Arkama
bakınca, onların da gelmiş olduğunu gördüm. Resul-i ekrem, (Ya Muaviye, iç!
Allahü teâlâ bu suyu senin için yarattı) buyurdu.
4- Resulullah mescidde iken Cebrail aleyhisselam gelir, selamdan sonra,
"Rabbin sana ve ümmetine ikram olarak, Âyet-el-kürsi'yi ihsan etti" deyince,
Resulullah; (Bu âyeti kim yazacak?) diye sorar. Cebrail aleyhisselam da,
"Şu kapıdan içeriye ilk giren kişi" der. O kapıdan giren ilk şahıs ben olmuşum.
Resulullah bana, (Ya Muaviye! Cenab-ı Hak bugünkü fazileti sana nasip etti,
sana, Âyet-el-kürsi'yi tahsis kıldı. Ya Muaviye! Âyet-el-kürsi' yi yaz!)
buyurdu. Ben de, "Eve gidip hokka ve mürekkep getireyim mi?" dedim. (Yâ
Muaviye yaz! Zira Allahü teâlâ kalemi de Âyet-el-kürsi'den yaratmıştır)
buyurdu. Bunun üzerine yazmaya başladım.
5- Bir gün Peygamber efendimizin arkasında namaz kılıyorduk. Resul-i ekrem,
Fatiha suresini okuyup "Veladdâllin" dediklerinde, peşinden; "Âmin"
dedim. Namazdan sonra Eshab-ı kirama, (Hanginiz âmin dedi) buyurunca,
herkes sustu. Ben de sustum. Resul-i ekrem aynı soruyu iki üç defa tekrarladı.
Fakat yine kimseden bir ses çıkmayınca, "Ya Resulallah! Âmin diyene ne
yapacaksın?" dediğimde; (Onu ve ona tâbi olanları Cennetle müjdelemek
istiyorum) buyurdu.
İbni Abbas hazretleri, “Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bu anlattıklarını biz de
biliyorduk” buyurarak onu tasdik etmiştir. (Fedâilüs-Sahabe)
Server-i âlem namaz kıldırırken rükuda (semi Allahü limen hamideh)
deyince, ilk safta bulunan Hazret-i Muaviye de, (Rabbena lekel-hamd)
dedi. Böyle söylemesi, takdir ve tahsin buyurularak, bunu söylemek kıyamete
kadar sünnet olarak kaldı. (Eshab-ı kiram)
Şii kaynaklarına göre Hazret-i Muaviye
Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri,
Şehadet-i Hüseyin isminde kitap yazmıştır. Urdu dilinden, farisiye de
tercüme edilmiştir. İslam düşmanlarının, İslamiyet’i içerden yıkmak için,
Müslüman ismi altında ortaya çıktıklarını, (Ehl-i beytin dostuyuz) diyerek,
Ehl-i beyte düşmanlık ettiklerini yazmaktadır. Kitabın her yerinde, Şii
kitaplarından vesikalar vererek, bunu ispat etmektedir. Onbirinci sayfasında
diyor ki:
Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.]
Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında diyor ki:
(Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı
Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun.
Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım
etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana
yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!)
Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi,
Nasih-üt-tevarih kitabında diyor ki:
(Nasihatinde şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın
huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba
yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!)
hadis-i şerifini unutma!)
Bu Şii tarihinin 38. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi
kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendilerine
(Beyt-ül-mal)dan bol ihsanda bulunurdu.)
Cila-ül-uyun Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi
daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan
da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.)
Yezide gelince, babasının nasihatlerini unutmadı. Bunun için, imam-ı Hüseyin’i
Kufe’ye çağırmadı. Onu öldürmek için emir vermedi. Ölümüne sevinmedi. Hatta,
işitince ağladı. Ehl-i beyte hürmet etti.
Cila-ül-uyun Şii kitabının 322. sayfasında diyor ki:
(Yezid, Ehl-i beyte sevgisi ile meşhur olan Velid bin Akabeyi Medine’ye vali
yaptı. Ehl-i beyte düşman olan Mervanı valilikten ayırdı. Velid, gece, imam-ı
Hüseyin’i çağırıp Muaviye’nin öldüğünü ve Yezide biat edildiğini bildirdi.
İmam-ı Hüseyin (Benim Ona gizli biat etmeme razı olmazsın. Herkesin yanında biat
etmemi istersin) dedi.)
Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, imam-ı Hüseyin Yezid için, fasık,
facir veya kâfir demiyordu. Öyle bilseydi, gizli biat etmeye razı olmazdı.
Açıkça biat etmemesi de, Şiilerin kendisine düşmanlık etmelerine sebep olmamak
içindi. Nitekim, Muaviye ile sulh yaptığı için babasından ayrılıp harici
olmuşlardı. Babası ile savaş etmişlerdi. Hilafeti Muaviye’ye bıraktığı için de,
kardeşi Hazret-i Hasan’a düşmanlık yapmışlardı.
Yine bu acem tarihinde diyor ki:
(Zecr bin Kays, Hazret-i Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını
eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydiniz, iyi
olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı
Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle
zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu [İbni Ziyadı]
kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip,
(İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini
altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah
heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git
karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.)
Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki:
(Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlarda da çok
ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek
başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş
gülüyorsun) dedi.
Şii kitabının bu yazısından anlaşılıyor ki, bazı kimselerin, (Yezid, İmam-ı
Hüseyin’in mübarek dişlerine sopa ile vurdu) demeleri tamamen yalandır.
Cila-ül-uyunda diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram
etti. Sabah, akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.)
Hulasat-ül-mesaibde diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak
kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir
yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara
verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti
çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü
hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen
gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi.
İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.)
Yukarıdaki yazılar ve bunlar gibi, taassuba kapılmadan yazan insaflı Şii
âlimlerinin kitapları açıkça gösteriyor ki, Hazret-i Muaviye, imam-ı Hüseyin’e
asla düşman değildi. Yezid, imam-ı Hüseyin’in öldürülmesini emretmemiş ve
istememiştir. Ehl-i beytin düşmanı ve imam-ı Hüseyin’i şehid edenler, bu
düşmanlıklarını gizlemek için, bu iki halifeye iftira etmişlerdir.
Abdurrahman ibni Mülcem Şii idi. Sonra harici oldu. Sonra imam-ı Ali’yi şehid
etti.
Kerbela’da imam-ı Hüseyin’i şehid edenler arasında Şam askeri yoktu. Kufe
şehrinden gelmişlerdi. Şii âlimlerinden kadi Nurullah Şüşteri, bunu
açıkça yazmıştır. İmam-ı Zeynelabidin’in Kufe şehrine getirilince,
katillerimiz Şiilerdir, dediği Cila-ül-uyunda da yazılıdır.
İslam düşmanları, İslamiyet’i içerden yıkmak için Ehl-i beyti nebeviyi facia ve
felaketlere sürüklemişler. Bu cinayetlerini Ehl-i sünnete mal ederek, bu bahane
ile İslamiyet'in bekçisi olan Eshab-ı kirama ve bunların yolunda olan Ehl-i
sünnet âlimlerine saldırmışlardır. Müslümanların, bu tuzaklara düşmemek için,
çok uyanık olmaları lazımdır. (H. S. Vesikaları)