Büyük velîlerden. İsmi Ali olup, babasınınki ise Osman'dır. El-Cullâbî, El-Hucvîrî, El-Gaznevî nisbeleri vardır. Künyesi Ebü'l-Hasan'dır. Seyyid olup hazret-i Ali'nin onuncu batından torunudur. Dafâ Genc-i Bahş diye de anılır. Sultan Gazneli Mahmûd zamânında 1009 (H.400) senesinde Gazne'de doğdu. Doğum ve vefâtı için başka târihler de rivâyet edilmektedir. Gazne'de doğduğu için Gaznevî, bu şehrin Cüllâb ve Hucvir isimli mahallelerinde ikâmet edip yetiştiği için Cüllâbî ve Hucvîrî denilmiştir. Ömrünün sonunda Lâhor şehrinde yerleşip, vefâtına kadar orada kaldı.Bunun için Lâhorî de denildi. 1072 (H.465) senesinde Lâhor'da vefat etti.

Babası SeyyidOsman bin Ebî Ali, diğer dedeleri gibi herkes tarafından sevilen, hürmet edilen, âlim ve velî bir zât idi. Muhterem annesi de sâliha ve Allahü teâlâdan korkan, haramlardan sakınan bir hâtun idi. BöyleceHucvîrî, haram ve şüphelilerden çok sakınan ve kıymetli bir âilenin evlâdı olarak, ihtimâm ile büyütüldü. Öğrenilmesi lâzım olan ilk ilmi, tasavvufa âit hakîkatleri ve incelikleri babasından öğrendi. Bundan sonra Ebû Fadl Muhammed bin Hasan Hutlî'ye talebe oldu. Onun yanında, fıkıh, tefsîr, hadîs ve başka ilimleri ve tasavvufun inceliklerini öğrendi.Ayrıca Ebû Abbâs Ahmed Sekkânî, Ebû Kâsım Ali Cürcânî, Hâce Ebû Ahmed Muzaffer ve birçok âlimin sohbetinde bulunup, onlardan ilim öğrendi.

Sonra uzun seyahatler yaparak İslâm memleketlerini dolaştı. Sûriye, Türkistan, Kazvin, Hindistan, Irak, Huzistan (İran'ın bir eyâleti), Fâris, Şam, Âzerbaycan, Gürcistan, Horasan ile Mâverâünnehr ve başka yerlere gitti. Gittiği yerlerdeki bütün velî zâtlarla görüşüp sohbet etti.Vefât etmiş büyük âlimlerin de kabirlerini ziyâret edip, çok şeylere kavuştu. Sûriye'ye gittiğinde Şam'da Bilâl-i Habeşî'nin kabrini ziyâret edip, orada bir mikdâr istirahat etti. İstirâhat ederken birara uykuya daldı. RüyâsındaPeygamber efendimizi gördü. Yanında İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe vardı. Bu rüyâdan, İmâm-ı Âzamın ve mezhebinin üstünlüğünü anladı. Bu seyahatlerle ilmi ve anlayışı daha çok genişledi. Bir kısmı kendisinden önce yaşamış, bir kısmı da zamânında bulunmuş olan beş yüze yakın velînin hâl tercümeleri ile sözlerini eserlerinde yazdı. Nakil ve rivâyet husûsundaki ilminin çokluğu ve kitablarında yazdığı fıkhî bilgilerden, onun fıkıh bilgisindeki üstünlüğü anlaşılmaktadır. Arabî ve Fârisî lisanlarını, birinden diğerine tercüme yapabilecek derecede, gâyet mükemmel bilirdi.

Tefsîr ilmi yönünden âyetlerin mânâsını anlama kudreti ve her bir âyette gizli derin mânâları ve gâyeleri tesbitteki mehâreti çok güzeldi. Keşf-ül-Mahcûb adlı eserinde, iki yüz otuz altı âyet-i kerîmenin meâli şerîfleriyle konulara açıklık getirmiştir. Hadîs ilminde de söz sâhibi olanHucvîrî, aynı eserinde konuları açıklamak gâyesiyle, yüz otuz sekiz hadîs-i şerîf rivâyet etti. Bu eserinde birçok tasavvuf büyüğünün sözlerini nakletmiştir. Fıkıh ilmini Hanefî mezhebine göre tahsil etmiştir. Çok iyi fıkıh tahsili gören Hucvîrî, eserinde; namaz, oruç, zekât ve hac gibi fıkhî konuları açık bir şekilde anlatmıştır.

Zamânında tasavvuf çok yanlış anlaşılmaktaydı. Hucvîrî, tasavvufun mâhiyetini açık açık anlatmak ve tasavvufun nazarî ve amelî kısmını açıklamak, tasavvufî esaslardan herbirini âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfle açıklayarak, dînî emirlerin içinde saklı tasavvufî mânâları denkleştirmek için çalıştı. Böylece tasavvufa sûfîlere kötülük yapan sahte mutasavvıflara karşı, bu alanda eserler yazdı.

Hucvîrî'de dâimâ hakîkatı arayan bir zekâ, doğruyu bulmaya çalışan bir zihin, her alanda serbestçe düşünebilen bir akıl, sıhhatli ve doğru sonuçlara ulaşabilen bir muhâkeme, fikirlerini ve hislerini rahatça açıklayabilmesini sağlayan ilmî bir olgunluk ve medenî bir cesâret mevcud idi.

Hucvîrî uzun seyahatleri tamamladıktan sonra, hocasının işâreti üzerine Lâhor şehrine geldi. Şehrin batı tarafında bulunan Reva Nehri kıyısında yerleşip, orada bir mescid yaptırdı. Nakledildiğine göre bu mescidin inşâası devâm ederken, bâzıları mihrâbın güneye fazla dönülmüş olarak yerleştirildiğini söyleyip îtirâz ettiler. Bunları toplayıp, mescide götürdü. "Bu mihrâba uygun olarak kıbleye dönünüz. Başınızı kaldırıp bakınız. Bakalım Kâbe-i muazzama yönünde bir yanlışlık var mı?" buyurdu. Onlar da emredildiği şekilde hareket ederek, başlarını kaldırıp baktıkları zaman, Allahü teâlânın izniyle aradaki perde kalktı. Mescidin kıble istikâmetinde, tam karşılarında Kâbe'yi gördüler. Bunun üzerine îtirâzlarından vazgeçip, kendisinden özür dilediler. Evliyâya îtirâz edilmeyeceğini daha iyi anladılar. Hucvîrî hazretleri burada bir yandan tâliblere ilim öğretiyor, bir yandan da kitap yazıyordu. Binlerce talebe yetiştirdi. Oranın halkından bir çoğunun müslüman olmalarına vesîle oldu. Hayâtının sonuna kadar burada hizmet etti. Vefât edince, mescidinin yakınında bir yere defnedildi. Sultan Gazneli Mahmûd'un oğlu Sultan İbrâhim Gaznevî, kabri üzerine mükemmel bir türbe yaptırdı. Kabri ziyâret edilmekte, sevenler istifâde etmektedirler. Pakistan'da her yıl, bir hafta müddetle, Hucvîrî hazretlerini anma merâsimleri düzenlenmektedir.

Ali Hucvîrî, herkese karşı merhametli, cömert, eli açık bir zât idi. İhtiyâcı olanlara çok yardım ederdi.

Ali Hucvîrî birçok eser yazmıştır. Bâzıları şunlardır: 1) Keşf-ül-Mahcûb: Hucvîrî'nin en önemli eseri budur. Farsça yazılan ilk tasavvufî eserlerinden biri ve şüphesiz en önemlisidir. Bu eser hakkındaMollaCâmi hazretleri Nefehât-ül-Üns kitabında; "Ali bin Osman Hucvîrî'nin Keşf-ül-Mahcûb'u tasavvuf ilmi konusunda yazılmış meşhûr ve kıymetli eserlerdendir" demektedir. Dârâ Şikûh, Sefînet-ül-Evliyâ adlı eserinde; "Keşf-ül-Mahcûb meşhûr bir eserdir. Hiçbir kimse ona îtirâz edemez. Fars dili ile tasavvuf sahasında onun gibi değerli bir eser yazılmamıştır" demektedir.

2) Kitâb fî Şerh-i Kelâm-il-Hallâc: Hallâc-ı Mensûr ile ilgili bir eserdir. Hucvîrî bu eseri gençlik yıllarında Hallâc-ı Mensûr'a bağlı olduğundan, onunla ilgili olarak yazmıştır. 3) Kitâb-ül-Beyân li Ehl-il-İyân: Tasavvufla ilgilenmeye başladığı ilk yıllarda yazdığı bu eserde, tasavvufî konuları şerhetmiştir. 4) Kitâb-ül-Fenâ vel-Bekâ, 5) Kitâbu Bahr-il-Kulûb, 6) Esâr-ül-Hırak vel-Mülevvenât, 7) Kitâb-ül-Îmân, 8) Er-Riâye bi Hukûkillahi teâlâ, 9) Sevâkıb-ül-Ahbâr, 10) Keşf-ül-Esrâr, 11) Minhâd-üd-Dîn, 12) Dîvân. Son iki eseri, Hucvîrî daha hayatta iken kaybolmuştur.

1) Keşf-ül-Mahcub (İngilizce, Urduca tercümeleri mukaddimesi.)
2) Sefînet-ül-Evliyâ; s.164
3) Nefehât-ül-Üns; s.356
4) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.5, s.148