Kan hacminin azalmış olduğu durumlarda, özellikle bir yaralanma sonucu çok miktarda kan kaybetmiş bir yaralının tedavisinde en kesin ve esaslı sonucu veren bir tedavi şekli.
İlk kan nakli bir musevi doktor tarafından Papa VIII. İnnocent üzerinde denenmiş, ancak hem papayı hem de kan alınan üç genci kurtarmak mümkün olmamıştır. (1492). Bu olay daha önce genç kimselerin kanını içmek veya kan banyosu yapmakla daha genç ve dinç kalınacağı konusundaki Avrupadaki inanca rağmen, kan nakli konusunun uzun seneler ele alınmamasına yol açmıştır. 1616'da William Harvey'in kan dolaşımını sistemleştirdikten sonra kan nakli yeniden ele alınmış, köpekler üzerinde yaptığı deneylerden cesaret alan Richart Lewer melankolik bir hastaya koyun kanı nakletmiş, ancak meydana gelen hemoliz (alyuvarların ermesi) neticesi hasta ölmekten zor kurtulmuştur. Bu olayda kan nakillerinde meydana gelen hemoliz dikkatleri çekmiş ve bu yönde çalışmalar yapılmıştır.
Fransa'dan sonra İtalya'da da sonu facialarla biten bu tür kan nakilleri yapılmaya başlanınca, zamanın papası bu uygulamayı yasaklamış ve kan nakilleri uzunca bir süre gene unutulmuştur. 1818 de James Blundell insandan insana yaptığı 10 kan naklinden beşinde başarılı olmuştu. 1900'de Stesher ve Wiener A.B.O kan grublarını ayırt etmişlerdir. İki yıl sonra da De Costello AB kan grubunu bulmuştur. 1914 de sodyum sitratın kan pıhtılaşmasını önleyici etkilerinden faydanılarak konserve (muhafaza edilmiş) kan kullanılmaya başlanmış ve o zamana kadar mevcut olan alıcı ve vericinin birlikte bulunmaları konusu ortadan kaldırılmıştır. Bu husustan faydalanan Fransızlar, Birinci Dünya Savaşında kan naklini başarıyla kullandıklarını bildirmişlerdir.
1936'da Robertron'un Chicago'da ilk kan bankasını gerçekleşmesinden sonra, kan nakli İkinci Dünya Harbinden başlıyarak standart bir metot ve özel teşkilâtlanmış ekipler tarafından geniş çapta kullanılır ve uygulanır hale getirilmiştir.
Kan nakli şu durumlarda yapılabilmektedir:
1- Kanın oksijen taşıma yeteneğinin azaldığı haller:
a) Anemi (kırmızı hücrelerin sayıca azlığı, kansızlık)
b) Bazı zehirlenmeler,
c) Kanamalar neticesi kan hacmindeki azalma.
2- Pıhtılaşmayı sağlayan kan faktörlerinin azlığı (Hemofili vb.)
3- Enfeksiyon hastalıkları.
4- Kan proteinlerinin azaldığı haller.
Kan naklinin yapılmasının tehlikeli olduğu haller de vardır. Yaygın akciğer hastalıkları, bazı kalb hastalıkları (kalb yetmezliği, kalb krizi), kanın kıvamının arttığı haller (aşırı su kaybı), had böbrek yetmezliği gibi hallerde, kan nakli yapılması mahzurludur.
Kan nakli için en uygun yol, koldaki toplardamarlardır. Kan nakli vericiden alıcıya doğrudan doğruya yapılabilirse de, yaygın uygulamada konserve kan kullanılmaktadır. Vericiden alınan 350 ml. kadar kan içinde 120 ml. sitrik asit dekstroz solüsyonu bulunan vakumlu kaplara çekilir ve kullanılıncaya kadar + derecede de saklanarak korunur ve kullanılacağı zaman önce vücut sıcaklığına kadar ısıtılarak kullanılması tercih edilir.
Kan alınacak kişilerde aşağıdaki şartların bulunması gerekir: Tansiyon düşüklüğü olmamalı, son üç dört haftadır ateşli bir rahatsızlık geçirmemiş olmalı; verem, frengi, sıtma ve bulaşıcı sarılık geçirmemiş olmalı; astma, kurdeşen gibi allerjik hastalığı bulunmamalı; AİDS'li olmamalı, son kan verişinden sonra iki ay kadar bir süre geçmiş olmalıdır. Aksi halde bu hastalıklar alıcıya bulaştırılmış olur.
Kanın cam şişe yerine plâstik kaplarda saklanması daha avantajlıdır. Çünkü taşıması kolaydır, kırılma tehlikesi yoktur, kanın şekilli elemanları daha uzun süre yaşarlar. Kurallara uygun olarak alınan ve saklanan bir konserve kanda dört beş gün sonra, kırmızı hücrelerde erime başlar.Mikroplar, sıcaklık ve sarsıntı bu erimeyi arttırır. Konserve kanda yirmi birinci günde erime oldukça önemli boyutlara ulaştığından, bu süreden sonra kanın kullanılması mahzurludur. Kan nakline bağlı olarak çeşitli istenmiyen reaksiyonlar ortaya çıkabilir; hattâ ölüm tehlikesi vardır.
Bugün daha dikkatli yapılan kan nakilleri sonucu tehlikeler daha da azalmıştır. İstenmeyen reaksiyonlar, taze kana göre bekletilmiş kanda daha sık görülür. Kan nakli yapılan hastaların çoğunda yirmidört saat kadar devam eden bir ateş yükselmesi görülür. Ateşle birlikte bulantı, kusma, baş, gövde, kol ve bacaklarda ağrılar, nadiren de kurdeşen, bütün vücutta yaygın ödem ve şok'a kadar gidebilen üzücü tablolar ortaya çıkabilir. Hafif ateş yükselmesi tedavi gerektirmez. Kan nakli sırasında titreme ve ani ateş yükselmeleri olursa, kan verme işlemi hemen durdurulmal ve sebebi araştırılmalıdır. Bir de daha az görülen, fakat çok daha tehlikeli olan hemolitik reaksiyonlar vardır ki bunlar, ekseriya verilen kanın alıcı kanı ile uygunluk göstermemesinden veya hemolize olmuş kanın naklinden ileri gelir. Bu durumda; titreme, kusma, bel ve başağrısı, çarpıntı, nefes darlığı, idrarda kızarma, sarılık, idrar miktarının giderek azalması, böbrek yetmezliği ve ölüm görülür. Böyle durumları önlemek için kan vermeden önce, kan grublarının uygunluğu kontrol edilmeli, kullanılacak malzeme tamamen mikropsuz olmalıdır.
Kan verme sırasında kazara damara hava ve kan pıltısı girerek tehlikeli olabilir. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, çok mühim bir tedavi vasıtası olan kan nakli, bilgi ve dikkat isteyen, aksi takdirde ölüme kadar giden reaksiyonlara yol açabilen bir tedavi vasıtasıdır.
Kan Bankası: İhtiyaç hasıl olduğunda bir verici bulabilmek, son derece güç bir olaydır. Bu sebeple acil cerrahi merkezlerinde, büyük hastahanelerde, büyük şehirlerde, kan bankaları kurulmuştur. Kan bankalarında gruplarına göre sınıflanan kan gerektiğinde kullanılır.
Bankalardaki kan bir pıhtılaşma önleyici (antikoagülan) maddeyle birlikte saklanır. Kana karıştırılan bu madde, sitrit asitdekstroz komleksidir. Bir kan, bankada yirmibir günden fazla kalırsa nakil işinde kullanılmaz.
Plazma da çeşitli durumlarda hastalara verilebilir. Bunun verildiği hastalıklar, kan hücrelerinin normal, plazmanın ve pıhtılaşma faktörlerinin eksik olduğu hallerdir. Plazma, kondor santrifujlerle ayrılır. Bir buzdalabında bir kaç hafta boyunca saklanabilir.