Cabir bin Abdullah anlatır:
Bir bedevi Hazret-i Ali’nin huzuruna gelip dedi ki: Ya emir-el müminin! Bana Ebu
Bekir’den haber ver ki, o Cennette midir?
Hazret-i Ali bundan dolayı üzülüp, buyurdu ki:
Ya arabi, keşke, anan seni doğurmamış olsa idi. Resulullahın hayatında ve
vefatından sonra, bu sözü hiç kimse söylemedi. Sen söyledin. Muhacirin ve Ensar
arasında, şüphe yoktur ki, Ebu Bekri Sıddık, Resul-i ekremin hayatında veziri
idi. Vefatından sonra halifesi idi. Ondan sonra her kimin itikadı bunun üzerine
olmaz ise, o dalalettedir.
Ey arabi! Resulullah Ebu Bekri Sıddıkı babası yerinde tutardı. Ebu Bekir Cennet
ehlini, tıpkı, gökyüzündeki bir yıldızın, yeryüzünün ehlini aydınlattığı gibi
aydınlatır.
Ya arabi! Ebu Bekri Sıddık, vefatı anında bana dedi ki, benim canım ve gözümün
nuru, ömrüm sonuna yaklaştı. Beni, Resulullahı yıkadığın o mübarek ellerin ile
yıka. Kefene sar ve tabut üzerine koy. Cenazemi Resulullahın Ravda-i
mukaddeselerinin kapısına koy. Ve de ki, ya Resulallah! Ebu Bekir kapıdadır.
İçeri girmek için izin ister. Eğer kilit anahtarsız açılırsa, beni Seyyid-i
âlemin mübarek arkası yanına defnedin. Eğer kilit açılmaz ise, beni Baki
kabristanına götürüp, garipler kabristanına defnedin.
Ya arabi, o halife-i Resulullah olan Ebu Bekri Sıddık dünyadan göçtü. Vasiyetini
yerine getirip, techiz ettim. Ravda-i mukaddese kapısına götürdüm. İzin istedim.
O saat kilit kendiliğinden açılıp, bir ses işittim ki, (Habibi habibe
kavuşturun. Habibini çok özlemiştir) diyordu. (M. Ç. Güzin)