Şâfiî mezhebi âlimi ve büyük velîlerden. İsmi, Muhammed bin Muhammeddir. Eshâb-ı kirâmdan ve Aşere-i mübeşşereden (dünyâda iken Cennet'le müjdelenen on kişiden biri) olan Abdürrahmân bin Avf hazretlerinin neslindendir. Künyesi Ebü’l-Feth, lakabı Şemsüddîn’dir. İbn-i Atiyye diye de bilinir. Mısır’ın İskenderiyye şehrinde, 1415 (H.818) senesi Muharrem ayında dünyâya geldi.
Babası Şeyh Bedreddîn-i Avfî, oğlu Ebü’l-Feth’in doğumunu şöyle anlatır: Annesi oğluma hâmile iken, evliyânın büyüklerinden Şeyh Abdürrahmân-ı Şebrîsî’nin yanına gitmiştim. Doğumun kolay olması için ondan duâ istedim. Bana dedi ki: “Senin hanımın Âmine’nin ikiz çocuğu olur. Bunlardan birisi yedi gün sonra ölür, diğeri ise uzun zaman yaşar. O, Allahü teâlânın lütuf ve ihsânlarına kavuşacak, Allah'a tevekkül edenlerden olacak ve çok yüksek mânevî derecelere yükselmek nasîb olacaktır. Bu oğlun, saîd, Cennetlik olarak yaşar ve şehîd olur. Dünyâdan, anasından doğduğu gündeki gibi günahsız ayrılır. Onun şânı pek yüce olur. Allahü teâlânın emniyetine kavuşur." Doğumdan sonra durum, Şeyh Abdürrahmân’ın haber verdiği gibi oldu. Doğumundan kırk gün sonra büyük bir ziyâfet verdim. Bu ziyâfette, Şeyh Abdürrahmân ve fakirlerden ve sâlihlerden kalabalık bir cemâat hazır bulunup, duâ ettiler. O gün onları misâfir ettim. Çocuğu alıp, onların huzûruna getirdim. Şeyh Abdürrahmân Şebrîsî, çocuğu aldı ve damağına bir kuru hurma koydu. Çocuk ağzında onu çiğnedi ve suyunu emdi. Sonra biraz bal istedi. Hemen hazır ettim. Şeyh Abdürrahmân ondan üç kerre ağzına koyup yaladı ve sonra çocuğa yalattı. Daha sonra fakirlerin önüne koydu ve onlara da bu baldan tatmalarını emretti. Yedi kerre balın üzerine Fâtiha-i şerîfe okudu. Bana da: “Al bunu annesine götür, ver. Ondan başka kimse yemesin. Bu mübârek çocuğu hakkında da bir korkusu, endişesi olmasın. Yemîn ederim ki, vefât eden çocuğunun rûhunun Arş-ı a’lânın etrâfında dolaştığını görüyorum.” dedi. Sonra evimden çıkıp gitti.
Ebü’l-Feth, ilimde çok yüksek idi. Küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı. Çok ilim tahsîl etti. Birçok âlimden hadîs ve fıkıh ilimlerini okudu. Bunların ilki, babasının dedesi Kâdı Nûreddîn Ebü’l-Hasan Ali’dir. İbn-i Hacer, Takıyyüddîn Ressâm, İzzeddîn Ebû Muhammed ibni Furat el-Hanefî ve daha başka âlimlerden hadîs-i şerîf okudu. Hâfız Şemseddîn Ebü’l-Hayr el-Makdisî’den de, evinde ve Câmi-i Kâf’da Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim ile Sühreverdî’nin Avârif-ül-Me’ârif kitabını, Kutbüddîn-i Kastalânî’nin giyim ve sohbet hakkındaki İrtifâ’-ür-Rütbe kitabını, İbn-i Hişâm’ın Siyer’ini, Sünen-i İbn-i Mâce, Müsned-i Dârimî ve Câmi-i Tirmizî adındaki hadîs kitaplarını, Muvattâ ve Sünen-i Ebî Dâvûd ve daha başka kitaplardan bâzı bölümleri okudu. Birçok âlim ona icâzet verdi ve hil'at giydirdi.
Muhammed Avfî şöyle anlatır: “Gençliğimde Şeyh Abdürrahmân’ı gördüm. Yanına yaklaşınca alnımdan öptü ve şefkatle bana baktı. Sonra zikir etmemi, Allahü teâlâyı çok hatırlayıp anmamı telkin etti. Bu hususta benden söz aldı. Sonra bana; "Allahü teâlânın emânetinde olarak yaşa, Allahü teâlâya sığın. Allah, her işini kolaylaştırsın. Seni, kendisinin dışındaki şeylerden fânî kılıp, kendisi ile bâkî eylesin. Sen, asrının imâmı, zamânının bir tânesi, akranlarının en üstünü, din kardeşlerinin arasında mübârek bir kimsesin! Allah, seni koruyup gözetsin! Fazl-u keremi ile ihsân ettiği şeylerle sevinç ve neşeni arttırsın!” dedi. Daha sonra kıymeti ve mânevî değeri çok yüksek bir elbise giydirdi. Sonra “Artık bizim günlerimiz sona erdi, saatlerimiz tükendi.” dedi. Yedi yıl sonra, zühd ve verâ sâhibi, âbid ve ârif Ebü’l-Hasan Ali Demenhûrî’nin ve Şeyh Ebû İshak İbrâhim Etkâvî’nin elinden, 1422 (H.825) senesinde Muharrem ayının onuncu günü hil’at giydim.”
Yaşadığı beldede ilim ve fazîlet sâhibi olarak tanınan İbn-i Atiyye’nin emsâlleri arasında üstün bir yeri vardı. Tûnus’ta, Sultan Hasan bin Muhammed bin Osman bin Mensûr bin Abdülazîz el-Hâfsî zamânında kadıaskerliğe tâyin edildi. Kânûnî Sultan Süleymân Hân devrinde, deniz yolu ile İstanbul’a geldi. Pâdişâh kendisine çok tâzim edip, sayısız ikrâm ve ihsânlarda bulundu. Ona iyi bir maaş tahsis edildi. Meşhûr zâtlardan birçok kimse gelip, ondan ders aldı. Bir ara kadıaskerlik vazifesine tâyin edildi. İlmini herkese yaydı ve bunları yazıp kitaplara geçirdi. Bu esnâda Ca’berî’nin Şerh-i Şâtıbıyye adlı eserine birçok ilâveler yaptı. Vezîr Mahmûd Paşa imâretinde, onun bir evi vardı. Sonra Mısır’a gitmek üzere Sultan’dan, Anadolu’nun kışına ve soğuğunun şiddetine dayanamadığı için, izin istedi. İstanbul'dan ayrılmasına izin verildi. Kara yolu ile Mısır’a gitmek üzere, 1537 (H.944) senesinde İstanbul’dan hareket etti. Önce Haleb’e uğradı. Oradaki kırâat âlimlerinden İbn-i Hanbelî ve daha başkaları, ona gelip Kur’ân-ı kerîmi kırâat eylediler (okudular). İbn-i Hanbelî, derslerde onun yardımcılığını yapardı. Haleb’in sıcağından müteessir oldu. Afiyet içinde olmasına rağmen, talebelerinden Şemsüddîn-i Tayyibî ile berâber oradan ayrılıp Trablus’a geldi. Bir müddet orada kaldı. Burada da, çok kimse ondan faydalanıp, çeşitli ilimleri tahsîl ettiler. Oradan Dımeşk’a (Şam’a) gelip, Câmi-i Tenkiz’e yerleşti. Sonra Şam beldesi kadısı Zeyneddîn-i Sahyûnî'nin evine geçti. Beldenin âlim ve fâzılları yanında toplanmaya başladılar. İlim ve tahkîk ehli olduğunu anladılar. Özellikle tefsîr, edebiyât, mantık, kelâm, arûz, kırâat, me’ânî ve beyân ilimlerinde mütehassıs idi.
İbn-i Atiyye 1534 (H.941) senesinde Şam’ın Şevîke yakınlarındaki Kasr-ul-Cüneyd denilen yerde vefât etti. Kılınan cenâze namazından sonra burada defn edildi.
İbn-i Atiyye çok talebe yetiştirdi. Zamanının büyük kısmını ders vermekle geçirirdi. Çok Kur’ân-ı kerîm okurdu. İlminin yüksekliği yanında gâyet yumuşak sözlü ve alçak gönüllü idi. Bütün güzel huylarla süslenmişti.
Yazmış olduğu eserlerden bâzıları şunlardır: 1) Huccet-ür-Râciha fî Sülûk-i Muhaccet-il-Vâdiha, 2) Âdâb-ül-Libâs ves-Sohbe: Tasavvuf hakkında, dört cildlik bir eserdir. 3) Dîvân-ı Şi’r, 4) Tuhfet-ül-Lebîb ve Bugyet-ül-Keîb, 5) Keşf-ül-Beyân an Sıfât-il-Hayavân, 6) Şerhu Ferâiz-ir-Rahbiyye: Büyük bir cild hâlinde yazdığı bu eserini, 1478 (H. 883) senesinde tamamlamıştır. 7) Kitâb-ül-Arabiyye.
1) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.1, s.248
2) Şezerât-üz-Zeheb; c.8, s.30,33
3) Kevâkib-üs-Sâire; c.1, s.14,15,16,17
4) El-A’lâm; c.7, s.53
5) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.210, 223
6) Brockelmann; Sup-2, s.58
7) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.14, s.94