İstanbul velîlerinden. İsmi Muhammed Kâmil'dir. 1824 (H.1240) senesi Edremit yakınında Ayvacık kazâsında doğdu. 1911 (H.1330) senesi İstanbul'da vefât etti. Küçük Ayasofya bahçesinde Bâbüsseâde ağası Hacı Hüseyin Ağa türbesine defnedildi.
Kâmil Efendi tahsil çağına gelince, İstanbul'a gelerek Küçük Ayasofya Medresesine yerleşti. Bâyezîd Medresesi müderrislerinden Büyük Kâzım Efendiden ilim ve edeb öğrenmeye başladı. Sonra Fâtih müderrislerinden Arnavud Ali Efendi ile başkalarından tahsilini tamamlayıp icâzet, diploma aldı. Bu sırada Kuşadalı İbrâhim Efendinin talebelerinden ve Şâbâniyye yolu büyüklerinden Muhammed Tevfik Bosnevî Efendinin sohbetlerini dinledi ve tasavvuf yolunun bilgilerini öğrendi. Daha sonra Üsküdarlı Mustafa Efendinin hikmet dolu sohbetlerine katıldı.
Kâmil Efendi, Sultan Abdülazîz Han zamânında Kaşgâr Emîri tarafındanİstanbul'a gönderilen Yâkûb Hanın sohbetlerine iştirâk etti. Önceleri ona talebe olmayı düşünmemişti. Bir gün Yâkûb Han keşf yoluyla onun kalbinden geçenleri anlayıp; "Kâmil Efendi! Size feyz bizden gelir." buyurdu. O anda Kâmil Efendinin gönlü ona bağlandı. Bundan sonra vâz ve nasîhatlerini canla başla dinler oldu. Yâkûb Han hazretleri onu talebeliğe kabûl etti.
Kâmil Efendi, Küçük Ayasofya Medresesinin küçük minâre hizâsındaki odasına çekildi. Orada yalnız başına kalıp, ibâdetle meşgûl olurdu. Diğer taraftan Yâkûb Han hazretlerinin sohbetlerini dinledi, zamanla onun ikâmet ettiği dergâha yerleşti.
Yâkûb Han hazretlerinin âniden İstanbul'dan gitmesi îcâb etmişti. Lâkin bu işi Kâmil Efendiye açmadı. Birlikte o gün bir kayığa binip Eyüp Sultan hazretlerini ziyârete gittiler. Ziyâretten sonra bir yere oturup sohbete başladılar. O sırada gökyüzünde sürüyle kuşlar belirdi. Yâkûb Han, Kâmil Efendiye kuşları gösterip; "Bunlar nereye gidiyorlar." buyurdu. O da; "Vatanlarına." diye cevap verdi. Bunun üzerine Yâkûb Han; "Haydi biz de vatanımıza gidelim. Bu bir işârettir." buyurdu.Berâberce köprüye geldiler. Oradan bir kayıkla yanaşmış olan bir İngiliz gemisine bindiler. Kâmil Efendi hocasına hiçbir şey sormadı. Bindikleri gemi hareket etti. Birlikte İzmir'e geldiler. Burada Yâkûb Han, Kâmil Efendiye Hindistan'a gideceğini söyleyip vedâ etti ve onun da İstanbul'a dönmesini bildirdi.
Kâmil Efendi hocasını yolcu ettikten sonra emri üzerine İstanbul'a döndü.Yine Ayasofya'daki medrese odasına kapandı. İbâdetle meşgûl oldu. Üç sene kadar nefsini terbiye ile uğraştı. Kimseyle görüşmedi. Bu sırada elli sekiz yaşlarını geçmişti.
Daha sonraları altı yedi defâ hac etti. Dönüşte Kastamonu'daki evliyâdan Şeyh Şâbân-ı Velî hazretlerinin mübârek kabirlerini ziyâret edip rûhâniyetlerinden mânevî istifâdede bulundu.
Kâmil Efendi, İstanbul'a döndüğünde vekil olarak Yâkûb Hanın İstanbul'daki talebelerinin mânevî terbiyeleriyle uğraştı. Bir gün Yâkûb Hanın Hindistan'ın Dehli şehrinde vefât ettiği haberi geldi. Kâmil Efendi bunun üzerine; "Biz-de artık vekâlet kalmadı." buyurdu ve büsbütün talebelerle ve başkalarıyla görüşmeyi kesti. Lâkin sevdikleri yine onun etrâfına toplanıp mânevî feyzlerinden ve bereketlerinden istifâde ettiler.
Sultan Abdülhamîd Han, Kâmil Efendiyi sever, hürmet eder ve saygı gösterirdi.Bir gün kendisini saraya dâvet etti. Lâkin o, mâzeret beyân edip saraya gitmedi. İbâdetle meşgûl oldu. Çok kimseler Kâmil Efendinin yanına gelir, sohbetini dinler, duâsını alırdı. Kâmil Efendi bunları sâdece muhabbet için kabûl ederdi.Devlet adamlarından ve zenginlerden getirdikleri para mal gibi hiçbir şeyi kabûl etmezdi.
Kâmil Efendi çok namaz kılar ve çok oruç tutardı. Gece namazını teheccüdü terk ettiği görülmedi. Evliyânın hallerinin yazılı olduğu kitapları çok sever, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin kitaplarını çok okurdu.
Kâmil Efendi uzunca boylu, beyaz sakallı, kumral gözlü, buğday benizli olup, bedeni çok zayıftı. Çok az konuşur, hiç gülmez, kimsenin yüzüne sert ve dik dik bakmazdı. Yalnız bir şey soracağında, muhâtabının yüzüne yumuşaklıkla bakardı.
Kimseden bir şey kabûl etmezdi. Refâh içinde yaşar görünürdü. Ramazân-ı şerîf ayında sofrası herkese açıktı.Her kim gitse dergâhında nefis yiyeceklerin hazır olduğunu görürdü. Huzurlarına kim gelse kalbinden dünyâ düşüncesi gider, onun heybeti karşısında titremeye başlardı. Gelenler sohbetini dinleyince kendilerinin câhil olduğunu anlarlar, ilim sâhipleri huzûruna girdiklerinde bildiklerini unuturlardı.
Kâmil Efendi, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin evliyâlık vasıflarını taşırdı.
Talebesi anlatır:
"Biz kendilerinden Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Fütûhât-ı Mekkiyye kitâbını okumuştuk. Buradaki velîlik vasıflarını hocamızda fazlasıyla gördük."
Kâmil Efendi bâzıları gibi taç ve hırka peşinde koşan ve kendilerine şeyh, mürşid dedirten sahte tarîkatçılarla görüşmez, onlar gibi, tanınmak ve bilinmek istemezdi. Gönlü Allahü teâlânın zikriyle meşguldü. Üç günde bir hatm-i şerîf okurdu.
Devlet adamlarından Hacı Ali Paşa kendisini çok sever ve ziyâret ederdi. Kâmil Efendi, Kuşadalı İbrâhim Efendinin tasavvuftaki Halvetî yolu üzerineydi.
1) Menâkıb-ı Feyzullah Efendi, İbnü'l-Emîn, No: 2760, vr. 111