Resulullahın son hastalığında, vefatları yaklaştığında, cümle eshab-ı kiram
hüzünlü ve telaşlı idiler ve muzdarip oldular. Lakin Hazret-i Ebu Bekir, tamam
ilmi, sekinesi ve hilmi ve fadlı, aklı ve tedbiri sebebi ile, o fitnelerde ve
afatlarda, hilaf ve ihtilaflarda, halka derman oldu.
Resulullah vefat ettiğinde Ebu Bekri Sıddık, hücre-i seadete girdi. Rıfk ve
kararlılık ile, Resulullahın yastığı yanına geldi. Mübarek yüzünü kıble tarafına
yöneltip, üzerine bir çarşaf örtmüşler idi. Ebu Bekri Sıddık böyle gördüğünde,
durduğu yerden dizleri üzerine düştü. Bir saat miktarı, yüzünü gözünü
Resulullahın mübarek eline ve ayağına, yüzüne sürdü. Nurlu yüzüne bakarak,
gözyaşlarını nisan yağmuru gibi döktü.
Sonra kalkıp evden dışarı geldi. Eshab-ı kiram şaşkın, ne yaptıklarını bilmez
şekilde ağlaşıyorlardı. Hazret-i Ömer dahi Ona aşkından dolayı kendinden geçmiş,
kılıcı elinde, (Kim öldü derse, kellesini uçururum) diyordu.
Hazret-i Ebu Bekir, toplanın dedi ve minbere çıktı. Allah’a hamd Resulüne salat
ettikten sonra, (Kim, Muhammed aleyhisselama tapıyorsa, bilsin ki o vefat etti.
Kim Hak teâlâya taparsa, Allahü teâlâ ölmez) dedi. Sonra, Ey insanlar!
Resulullahın, “Ben vefat etmeyeceğim” dediğini içinizde duyan var mı? Hayır,
böyle bir söz duymadık dediler. Sonra Hazret-i Ömer’e dönüp sordu: Yâ Ömer, bu
hususta sen bir şey duydun mu? Hayır duymadım dedi. Sonra Eshab-ı kirama dönüp
buyurdu ki: Hiç kimse, Resulullahın vefat etmeyeceğini söyleyemez. Cenab-ı Hakka
yemin ederim ki, Resulullah ölümü tatmış bulunmaktadır. Çünkü her canlı ölümü
tadacaktır. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar
da ölecektir” buyurmaktadır. Resulullah, İslamiyet’in bütün hükümleri
tamamlandıktan sonra, aramızdan ayrıldı. Artık kendimize gelip, defin işlerini
tamamlayalım.
Böylece eshab-ı kiram arasındaki şaşkınlık kalktı, sakin ve rahat oldular.
Sonra da, hangi mekana defnedelim diye şaşkınlık oldu. Muhacirler, Mekke’de,
Ensar ise Medine’de defnedelim dediler. Bir kısmı da Şam’a, bir kavim de Yemen’e
götürelim dedi. Söz uzadı. Husumet zuhura gelecek idi. Ebu Bekri Sıddık dedi ki,
Resulullahtan işittim. Buyurdu ki: (Peygamberler, ruhları kabz olundukları
mekana defin olunurlar!) Bütün sahabiler, bu kavle razı olup, sakin oldular.
Bir kere de, hilafet ahvali için şaşkınlık oldu. Muhacirler, halife bizden olsun
dediler. Ensar da bizden olsun dediler. Bir kısım da, iki halife olsun, biri
Ensardan biri muhacirden olsun dedi. Ebu Bekri Sıddık kalkıp, minbere çıktı.
Hamd ve salatü selam ettikten sonra, buyurdu ki: (İmamet ve hilafet işi
ortaklıkla olmaz. Zira iki kılıç bir kında olmaz. Bir evde iki sahip olmaz. Bir
mescidde iki muhtelif kıble doğru olmaz. Halife Kureyşten olur. Bunları
Resulullahtan işittim.) Muhacir ve Ensar, Ebu Bekri Sıddık hazretlerinin sözünü
kabul ettiler. İhtilaf kalktı.
Bir de Üsame hakkında şaşkınlık oldu. Resulullah efendimiz hayatlarında,
sekizbin yiğiti Şam tarafına gönderip, Üsame’yi onların üzerine emir tayin
buyurmuştu. Kendi mübarek eli ile Üsame’ye bir bayrak vermişti. Lakin, Üsame
hazretleri Medine’den çıkmadan, Resulullah vefat etti. Muhacir ve Ensar, ordu
Şam tarafına gönderilmesin diye ittifak ettiler. Böyle bir zamanda Yahudiler ve
Hıristiyanlar bir yandan, bedevi mürtedler ve münafıklar bir yandan rencide
ederlerdi. Eğer bu zamanda, bu kadar askeri kendimizden uzak tutarsak, sonra
halimiz kötü olabilir diye düşündüler. Ancak Ebu Bekri Sıddık, Allah hakkı için,
eğer kırlardaki kurtlar gelseler, ortalık boş olduğu için, evlad ve ıyallerimizi
evlerimizden dışarı çekip parçalasalar da, Resulullahın mübarek eli ile bağlamış
olduğu o bayrağı geri döndürmem dedi ve o saatte Üsame’yi askeri ile Şam
tarafına gönderdi. Yahudiler ve diğerleri bunu görünce kalblerine korku düştü.
Eğer İslam dini doğru olmasa idi, böyle zamanda, bu kadar askeri kendilerinden
uzağa göndermezlerdi diye düşündüler. [Yani dağılırlar, birlik beraberlikleri
kalmazdı. Ve iş orada biterdi. Böyle üzüntülü zamanda bu kadar askeri
gönderdiklerine göre kim bilir daha geride ne kadar vardır!] Bu yüzden savaşmaya
dahi cesaret edemeyip boyun büktüler.
Sahabe-i kiramın hepsi, Hazret-i Ebu Bekri Sıddıka biat etti. Biat olduktan
sonra buyurdu ki, ben sizin üzerinize vali kılındım. Halbuki, hayırlınız değil
idim. Beni kabul edin. Hemen Hazret-i Ali kalkıp buyurdu ki:
(Ya Sıddık, seni kabul etmeye veya red etmeye hiç kimsenin iktidarı ve
iradesi yoktur. Çünkü Resulullah seni takdim etmiştir. Resulullahın geçirdiği
makamdan seni kim alıkoyabilir, kim seni geride bırakabilir! Ya Eba
Bekir! Allah Resulünün halifesi sensin. Resulullah emredip, (Ebu Bekir’e
söyleyin, nasa imam olup, namaz kıldırsın) buyurdu. Resul-i ekremin razı
olduğu bir kimseden, biz elbette razı olduk. Resulullahın dinimizdeki bir işte
önümüze geçirip razı olduğu kimseden dünyalık bir iş için [yani halifelik
için] hiç razı olmaz mıyız!) [Temhidi akaid]