Büyük velîlerden. İsmi İbrâhim, lakabı Tâcüddîn'dir. Seyyid olup, soyu Peygamber efendimize ulaşır. Kayseri'de doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1455 (H.860) târihinde Kayseri'de vefât etti. Kayseri'de kendi adı ile anılan Tâceddîn Mahallesi Etiler Okulu avlusundaki türbede yatmaktadır.
İbrâhim Halvetî hazretleri gençliğinde babasının işi gereği ticâretle uğraştı. Bu sebeple birçok yerleri dolaştı. Sâlih bir zât olan babası Cemâleddîn İbrâhim Efendi, Nakşibendî yolunda idi. Oğlunun da velî bir zâtın terbiyesine girmesini çok isterdi.
İbrâhim Halvetî bir gece rüyâsında ceddi hazret-i Ali'yi gördü. Hazret-i Ali efendimiz kendisine tebessüm edip, başına bir taç koydular ve; "Ey oğlum! Sen Halvetî büyüğü bir zât ile terbiye olunursun." buyurdular. İbrâhim Halvetî kalkınca, kendisine rüyâda bir işâret verildiğini anlayıp, bu yolun büyüklerinden birisine gitmek istedi. Şehri dolaşmaya başladı. Gezerken ticâretle uğraşan bir arkadaşı ile karşılaştı. O; "İbrâhim! Erzincan'a gidip malımızı orada pazarlamak isteriz. Arzu edersen sen de gel." dedi. Seyyid İbrâhim kabûl edip, yola çıktılar. Erzincan'a varınca, orada bir müddet kaldılar. Bir Cumâ günü câmiye gittiler. Câmide bir zât gönülleri alan sözler söyledi. Namazdan sonra İbrâhim Halvetî vâz eden zâtın elini öpmek için ilerledi. Yanına geldiğinde, o zât; "İbrâhim! Senin yetişmen Halvetî yolu iledir. Biz de o hizmetteyiz." buyurdu. Bunu işiten Seyyid İbrâhim derhal o zâtın ellerini öptü. O zâtın Pîr Muhammed Erzincânî hazretleri olduğunu anlayıp, talebesi olmakla şereflendi. Bütün mal ve mülkünü de dergâhın fakirlerine muhtaç talebelerine dağıttı. Hocasının verdiği vazîfe gereği nefsiyle mücâdeleye başladı. Kısa zamanda olgunlaşıp, icâzet, diploma aldı. Hocası onu insanlara ilim ve edeb öğretmesi için Kayseri'ye gönderdi. Giderken de; "İbrâhim oğlum! Bizim sana yapabildiğimiz, ecdadının haber verdiği şeyi teslim etmekti." buyurdu.
Seyyid İbrâhim Halvetî, Kayseri ve etrâfında hak yolun bilgilerini öğretmekle meşgûl oldu. Bir gün tanıdıkları onu alıp bir kır gezisine götürdüler. Bir bahçede oturuldu. Oradakilerden herbiri velîlik ve kerâmet hakkında bir şeyler söylediler. O sırada Seyyid İbrâhim'in talebelerinden biri de; "Acabâ hocamızda böyle kerâmet, hârikulâde şeyler var mı?" diye gönlünden geçirdi. Tam o sırada bağ kapısına bir fakir gelip; "Allah için bir şey." diye bir şeyler istedi. Seyyid İbrâhim hazretleri kerâmet isteyen talebesine hitâben; "Oğlum git şu ağacı silkele. Her ne düşerse onu fakire ver." buyurdu. O talebe de işâret edilen ağacı silkeledi. Yere bir mikdâr yaprak düştü. Talebe o yaprakları eline aldığında onların gümüş olduğunu gördü. Fakire verirken de tamâ edip, bir kısmını gizlice cebine koydu. Sonra hocasının yanına döndü. O zaman Seyyid İbrâhim hazretleri; "Oğlum! Bunlar onun nasîbidir. Sana bir faydası olmaz. Onları git şu nehre dök de gel." buyurdu. O zaman talebe elini cebine sokup çıkardığında gümüş yaprakların hepsinin çakıl taşları hâline geldiğini gördü. Hemen hocasından af dileyip, tövbe etti. Bir daha da gönlünden böyle şeyler geçirmemeye karar verdi.
1) Lemezât, Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmûd Kısmı, No: 4536, v.130