Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Yûsuf bin Abdullah bin Ömer bin Ali bin Hıdır el-Acemî el-Gürânî, künyesi Ebü'l-Mehâsin, lakabı Cemâlüddîn’dir. Doğum târihi belli değildir. 1367 (H.768) senesi Cemâzil-evvel ayının ortalarında, bir Pazar günü vefât etti. Mısır, Kâhire'deki dergâhına defnedildi.
Yûsuf el-Gürânî hazretleri, en-Necm Mahmûd el-İsfehânî ve el-Bedr eş-Şüsterî gibi birçok âlim ve evliyâdan ilim öğrendi. Ahlâk ilminin inceliklerine uymaya çok dikkat ederdi. Karâfe ve başka yerlerde onun için çok sayıda dergâh yapıldı. Çok talebe yetiştirdi. Pekçok kerâmetleri görüldü. Zühd, verâ ve takvâ sâhibi olup, dünyâya düşkün değildi. Şüpheli ve haramlardan çok sakınırdı. Çok ibâdet ederdi.
İran’dan Mısır’a gitmesi şöyle anlatılır: “Bir gece uyurken, rüyâsında Mısır’a gitmesi ve orada ikâmet etmesi emredildi. Yûsuf el-Gürânî hemen uyandı. Kalkıp abdest aldı ve iki rekat namaz kıldı. Sonra sağ tarafı üzerine yattı. Rüyâsında yine aynı emir tekrar edildi. Yine kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kıldı. Sonra yine yatınca, rüyâsında emir bir kere daha tekrarlandı. Bunun üzerine kalkıp, Mısır’a gitmek için yola çıktı. Gündoğduğu zaman, Dicle Nehrinin kıyısına vardı. Nehirden karşıya geçti. Su, ancak topuk kemiklerinin hizâsında idi. Karşı tarafa geçince, Allahü teâlâya; “Yâ Rabbî! Rüyâm hak ise, bana bir mikdâr süt ve bir ekmek ihsân et.” diye duâ etti. Duâsını bitirir bitirmez, yanına bir kâse süt ve bir parça ekmek geldi. Bu duâyı üç sefer tekrarladı. Allahü teâlâ onun isteğini ihsân etti. O, bu sütleri içti ve ekmekleri yedi. Mısır’a varıncaya kadar ne acıktı, ne de susadı.”
Şöyle anlatılır: Zamânın sultânının maiyetindeki bâzı kimseler, bu sultânın zulmünden bezerek Yûsuf el-Gürânî’ye sığındılar. Yûsuf el-Gürânî, sultâna haber gönderip, bunları affetmesini istedi. Sultan ise; “Bu, saltanat işidir. Sen saltanat işine müdâhale etme ve derhâl benim adamlarımı geri gönder.” diye haber gönderdi. Yûsuf el-Gürânî, kendisine sığınanları göndermemekte ısrâr edince, sultan ona; “Sen benim adamlarımı, bana karşı kışkırtıyorsun ve itâatsizlik yoluna sevk ediyorsun.” dedi. Yûsuf el-Gürânî bunun üzerine; “Ben onları kışkırtmıyorum. Aksine onları doğru yola sevk edip, ıslâh ediyorum.” dedi. Sultan yanına adamlarını alarak, Yûsuf-el-Gürânî’nin dergâhına geldi. Yûsuf el-Gürânî de, kendisine sığınmış olanlardan birisini yanına çağırarak, sultânın gözü önünde; “Ey insanoğlu! Bu direğe söyle de altın olsun.” diye emretti. O kişi de, aynı emri direğe tekrarladı. Direk o anda altın oldu. Sultan tövbe ederek, Yûsuf el-Gürânî’den özür diledi ve affedilmesini istedi. Sonra sultan, talebelerinin ve onun geçimini sağlamak için bir köy geliri vakfetmek istedi. Yûsuf el-Gürânî bunu kabûl etmedi ve; “Ben talebelerimi, miktârı belli bir gelire alıştıramam.” buyurdu.
Yine şöyle anlatılır: “Yûsuf el-Gürânî vefât ettikten sonra, bir kişi onun kabrini ziyâret etti. Bineğini dergâhın kapısına bırakıp, içeride bulunan türbesini ziyâret etti. Dışarı çıkınca, bineğinin kapının önünde olmadığını gördü ve aramaya başladı. O anda Yûsuf el-Gürânî’nin kabri açılıp kendisi içinden dışarı çıktı. Bir süre ortadan kayboldu. Sonra o şahıs, bineğinin Yûsuf el-Gürânî’nin arkasından geldiğini gördü. Yûsuf el-Gürânî o şahsa; “Bir daha bizi ziyârete geldiğin zaman önce bineğini bağla, içeriye öyle gir. Bize eziyet etme!” buyurdu.
Yûsuf el-Gürânî, çeşitli eserler de yazmıştır. Risâletü Rayhânet-il-Kulûp fit-Tevessüli ilel Mahbûb, Beyânü Esrâr-it-Tâlibîn fit-Tesavvufi, Bedî'ul-İntikâs-fî Şerh-il-Kavâfi fis-Selâs bunlardan bâzılarıdır.
BİRİSİNİ ÖLDÜRMÜŞSÜN
Yûsuf el-Gürânî'nin yanına gelip, dergâhta üç seneye yakın kalan biri vardı. Bu kimse devamlı Allahü teâlâya giden yolu taleb ederdi. Yûsuf el-Gürânî ona hiç iltifât etmezdi. Bir gün o şahsı yanına çağırarak; “Ey benim evlâdım! Ben bu gece bir cana kıydım, onun cesedi, bu torbanın içindedir. Benim senden isteğim şudur: Bu torbayı alıp, bu gece falan yere götür. Orada bir tepe vardır. Oraya göm gel. Bu işi yaparsan sana birçok altın veririm.” dedi. O şahıs da Yûsuf el-Gürânî’nin dediğini yaptı ve torbayı gömdü. Bu durumdan kimsenin haberi olmadı. İki gün sonra Yûsuf el-Gürânî talebelerine, o şahsı dergâhdan çıkarmalarını emretti. Bir süre sonra, o şahıs durumu vâliye anlattı. Vâlinin adamları Yûsuf el-Gürânî’nin yanına gelerek; “Sen birisini öldürmüşsün. Biz öldürdüğün kişiyi gömdürdüğün yeri biliyoruz.” dediler. Bunun üzerine Yûsuf el-Gürânî talebelerinden bir kısmına; “Siz de onlarla gidin ve o tepedeki yeri açın, bakalım ne çıkacak?” dedi. Talebeleri ve vâlinin adamları şikâyet edenin gösterdiği yeri kazdılar. Çıkan torbayı açtıklarında, içinde bir koyun olduğunu gördüler. Sonra o şahsı, Yûsuf el-Gürânî’nin yanına götürdüler. Yûsuf el-Gürânî ona; “Bir sırrı saklayamayan, Allahü teâlâya nasıl kavuşur?” dedi.
1) Tabakât-ül-Evliyâ; s.492
2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.293
3) Tabakât-üş-Şa’rânî; c.2, s.76
4) Hüsn-ül-Muhâdara; c.1, s.302
5) Dürer-ül-Kâmine; c.4, s.462
6) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.13, s.313
7) Nücûm-üz-Zâhire; c.11, s.94
8) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.557
9) Keşf-üz-Zünûn; c.1, s.260, 940
10) Brockelmann Gal-2, s.205, Sup.2, s.282
11) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.11, s.184