İsmi Muhammed olup, babasınınki Ali’dir. Ez-Zemlikânî el-Ensârî es-Semmâkî ed-Dımeşkî nisbeleri vardır. Lakabı Kemâlüddîn, Cemâlülislâm ve Kâdı’l-kudât, künyesi Ebü'l-Me’âlî’dir. İbn-i Zemlikânî diye tanınır. Babası ve dedesi de âlim ve meşhûr idiler. Soylarının, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Dücâne Semmâk bin Hareşe hazretlerine dayandığı, buna nisbetle Semmâkî denildiği rivâyet edilmiştir. 1269 (H.667) senesinde Dımeşk’da doğdu.
İbn-i Zemlikânî, ilim tahsîline Dımeşk’de başladı. Fıkıh ilmini Tâcüddîn el-Fezârî’den, usûl ilmini Behâüddîn bin Zekî ve Safiyyüddîn el-Hindî’den, nahiv ilmini Bedrüddîn bin Mâlik’den öğrendi. Bunlardan başka, İbn-ül-Mücâvir Yûsuf (veya Yûnus) bin Ya’kûb bin Muhammed, Ebü’l-Ganâim bin Allân (veya Adlân) ve daha birçok âlimden ilim öğrenip rivâyetlerde bulundu. Fıkıh, hadîs, usûl, tasavvuf, münâzara, edebiyât, nazım, nesir ve diğer birçok ilimde, zamânında bulunan âlimlerin büyüklerinden, önde gelenlerinden oldu. Kırâat (okuma) ve kitâbeti (yazı yazma kâbiliyeti) de fevkalâde idi. Çok güzel yazı yazar ve çok hızlı okuyabilirdi. Hazîne ve Beyt-ül-mâl vekilliği ve Sağlık Bakanlığı yaptı. Âdiliyyet-is-Sugrâ, Türbe-i Ümm-i Sâlih, Şâmiyyet-il-Berrâniyye, Zâhiriyyet-il-Cevvâniyye, Adrâviyye, Ravâhiyye, Mesrûriyye ve başka medreselerde müderrislik, öğretim üyeliği ve profesörlük yaptı. Sonra Haleb kâdılığına tâyin olundu. Bir taraftan kâdılık vazifesine devâm ederken, bir taraftan da, Haleb’de bulunan Sultâniyye, Seyfiyye, Asrûniyye ve Esediyye medreselerinde müderrislik yaptı. Burada iki sene kadar kaldıktan sonra, Sultan Nâsır Muhammed bin Kalâvûn tarafından, Şam’a kâdı tâyin edilmek üzere Mısır’a istendi. Yolculuk esnasında; gelirken Bilbîs şehri ile Kâhire arasında hastalandı.
Rahatsızlanınca oğlu Takıyyüddîn’e şöyle anlattı: “Oğlum! Vallahi ben öleceğim. Mısır’a veya diğer bir yere vâli olmayı da istemiyorum. Haleb’den başka herhangi bir yerde vazife yap- mayacağım. Bir zamanlar sâlihlerden bir zât Şam’a gelmişti. Kendisine gidip gelirdim ve hizmetinde bulunurdum. Kendisine talebe olmayı arzu ettim. Bana bir müddet oruç tutmamı emretti. Aradan biraz zaman geçtikten sonra, bana üç gün oruç tutmamı, üç gün içinde bir şey yemememi, üçüncü günü akşamı iftârda, su ve acı bir sebze ile yetinmemi emretti. Ben de bildirdiği gibi yaptım. Üçüncü gün, Şa’bân ayının ortalarına, Berât gecesinden önceki güne denk geldi. O gece (Berât gecesi) bana; “Geceleyin câmiye gelip rûhen açılmak mı istersin? Yoksa evde yalnız kalıp ibâdet ile meşgûl olmak mı istersin?” diye sordu. Ben de yalnız kalmayı tercih edip; “Yalnız başıma kalayım.” dedim. “Peki, yalnız ben geri gelinceye kadar namaz kılmaya devâm et!” dedi. Geç vakit olunca câmiden geldi. Ben namaza devam ediyordum. Selâm verdikten sonra, yerle gök arasında çok büyük bir kubbe (yuvarlak bir şey) gördüm. Gördüğüm kubbenin üzerinde çeşitli merdivenler, çeşitli basamaklar vardı. İnsanlar bu merdivenlerden yukarıya tırmanmaya çalışıyordu. Ben de merdivenleri çıkmaya başladım. Her basamakta, “Hazine nâzırlığı, Beyt-ül-mal nâzırlığı, mühürdarlık, falan falan medreseler ve Haleb kâdılığı gibi yazılar gördüm. Bundan daha yukarılara çıkamadım. O sâlih zât bana; “Gecen nasıldı? Ben yanına geldiğimde kendi hâlinle meşgûl idin. Benimle hiç ilgilenmedin.” dedi. Ben de gördüklerimi kendisine anlattım. Bana; “Gördüğün o kubbe dünyâdır. O gördüğün basamaklar, oralarda gördüğün kimselerin, dünyâdaki rütbe ve makamlarıdır.” buyurdu. “Ey Abdürrahmân! İşte o gece gördüğün makamların hepsine kavuşmuş bulunuyorum. İyi biliyorum ki, o gece orada gördüğüm mevki ve rütbelerin sonuncusu Haleb vâliliği idi. Artık mutlakâ ölüm yaklaşmıştır.” dedi.
İbn-i Zemlikânî bunları anlattıktan bir süre sonra 1327 (H.727) senesinde Ramazân-ı şerîfin on altıncı gününde vefât etti. Zehir içirilerek şehid edildiği rivâyet edilmektedir. Kâhire’ye götürülüp, Karâfe Kabristanına defnedildi.
İslâmın güzel ahlâkına uygun yaşayan İbn-i Zemlikânî, Allahü teâlânın emirlerine uyanlarda bulunan mânevî güzellik ve nûra sâhip, gâyet mütevâzî, zarîf, kibâr bir zâttı. Yüzünde velîlere mahsus olan bir câzibe, tatlılık ve nûr vardı. Yaşı ilerledikçe, bu nûr arttı. Yanakları gül misâli idi. İslâmın şerefini ve vakarını korumak, İslâmiyet yoluna düşmanlık edenlerin alay etmelerine, hakîr, aşağı görmelerine meydan vermemek ve onlara karşı heybetli görünmek için, kıymetli elbiseler giyinirdi. Birçok fazîlet ve kerâmâtın kendisinde toplandığı, himmet sâhibi, çok nâzik bir velîydi. Ufku çok geniş olup, yapacağı her işi etraflıca düşünüp ona göre hareket eden, tedbirli ve ihtiyatlı bir hâli vardı. Bir iş yapacağı zaman çok uzak ve zayıf da olsa, çıkması mümkün olan mâni ve ihtimâlleri dikkate alır, ona göre kendisini ayarlardı. Bunu yaparken yorulur, meşakkatlere katlanırdı. Bu hâlini hoş karşılamayanlar tarafından hased olunur, aleyhine iş yapılırdı. Fakat o, Allahü teâlânın lütfu ile gâlip gelirdi.
İbn-i Zemlikânî Muhammed bin Ali hazretlerinin birçok eseri vardır. Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan ayrılarak bozuk bir yol tutan ve sapık fikirler ileri sürerek, müslümanları doğru yoldan kaydırmağa çalışan İbn-i Teymiyye'nin sapık görüşlerinden olan talak ve kabir ziyâreti mevzûlarında, İbn-i Zemlikânî hazretleri, İbn-i Teymiyye’ye reddiye olarak Dürret-ül-Mudiyye fir-Reddi alâ İbn-i Teymiyye isminde bir risâle yazarak onun bozukluğuna ve tuttuğu sapık yolun kötülüğüne karşı müslümanları uyandırdı. Diğer eserlerinden bâzıları şunlardır: Delâil-ül-Acâiz, El-Minhâc fî Ta'lîkât-ül-Îlâc, Tahkîk-ul-Ûlâ min Ehl-ir-Refîk-ıl-A'lâ, El-Burhân fî İ’câz-il-Kur’ân, Kitâbün fit-Târih, Acâlet-ür-Râkib fî Zikri Eşref-il-Menâkıb”.
1) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Sübkî); c.9, s.190
2) Tabakât-üş-Şâfiiyye (Esnevî); c.2, s.13
3) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.11, s.25
4) Hüsn-ül-Muhâdara; c.1, s.320
5) Ed-Dürer-ül-Kâmine; c.4, s.74
6) Şezerât-üz-Zeheb; c.6, s.78
7) Miftâh-üs-Se’âde; c.2, s.361
8) Kâmûs-ul-A’lâm; c.5, s.2783
9) Fevât-ül-Vefeyât; c.4, s.7
10) El-A’lâm; c.6, s.284
11) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.146
12) Îzâh-ul-Meknûn; c.2, s.92, 713
13) Keşf-üz-Zünûn; s.220, 241, 377, 744, 1262, 1877
14) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.442
15) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.251