Anadolu'da yetişen evliyâ hanımlardan. Babasının ismi Şeyh Mustafa Fânî’dir. Büyük velî Gavs-ül-Memdûh’un hanımı ve amcasının kızıdır. 1765 (H.1178) senesinde Siirt’te doğdu. Annesi Âişe Hâtun şöyle anlattı: “Zemzem’e hâmile idim. Bir gün bana gâibden bir zât görünüp, sâlihâ bir çocuğumun olacağını müjdeledi. Kim olduğunu sorduğumda, bir melek olduğunu söyledi. Doğumuna kadar hâmileliğim çok hafif geçti. Doğumundan on beş gün sonra bir gece uyandığımda kendisini emzirmek istedim. Üzerindeki örtüyü kaldırdığımda bütün vücûdunun ilâhî bir nûra gark olduğunu gördüm. Hareket etmiyordu. Öldüğünü sandım. Üzerine eğildiğimde, nefes alıp verdiğini anladım. Sonra babasını uyandırıp, çocuğu ona gösterdim. Babası çocuğu kaplayan nûra bakarak, onun ileride sâlihâ bir hanım olacağını müjdeledi.
Zemzem-i Hâssa, anne ve babasının terbiyesinde yetişip kemâle geldi. Vakitlerini Allahü teâlânın rızâsı için ibâdet ve tâatle geçirirdi. On altı yaşında büyük velî Gavs-ul-Memdûh ile evlendi. Bir gün Gavs-ul-Memdûh ile oturmuş sohbet ediyorlardı. Zemzem-i Hâssa bir anda hazret-i Meryem’i yanıbaşında gördü. Gavs-ül-Memdûh’a, hazret-i Meryem’i görüp görmediğini sordu. O da; “Hayır göremiyorum.” diye karşılık verince üzerine düşüp bayıldı.
Zemzem-i Hâssa’yı cezbe kaplayıp Allahü teâlâyı zikrederken, sesi biraz fazla çıkınca, insanlar çekemeyip, kardeşi Molla Hamid’e şikâyette bulundular. Molla Hamid de, Gavs-ül-Memdûh’a haber göndererek onu bu hareketinden alıkoymasını istedi. Gavs-ül-Memdûh da hanımına; “Yâ mecnûne! Zikir yapınca sesini yükseltme! Dedikodu olmasın.” deyince, hanımı; “Şâyet mecnun isem yüce Mevlâmdan dilerim ki aynı durum sana da gelsin ve o lezzetin tadını tadasın. Müfsidlerin sözlerine aldırma. İnşâallah parlak sonumuzu görecekler.” dedi. Gerçekten bir ay sonra Gavs-ül-Memdûh Efendide de aynı şeyler oldu.
Zemzem-i Hâssa bir gece evinin damında Allahü teâlâyı düşünürken Kâbe’nin pervâne gibi etrâfında döndüğünü gördü. Bu arada gaybdan Tuvayle denilen tepede küçük bir mescid inşâ ettirip içinde ibâdet etmesine işâret edildi. Bunun üzerine denilen yerde Mescid-i Harâma benzeyen bir mescid yaptırdı. Zamânını burada ibâdetle geçirdi. Mescidini Beytullah’a benzetmiş diye Siirt ve Şirvan âlimlerinden bir kısmı Siirt’in meşhur âlimi Molla Halil’e gelerek yıktırılmasını istediler. Büyük âlim onlara şu karşılığı verdi: “Bizim vazîfemiz kendilerine bu mescidi hangi amaçla inşâ ettirdiğini sormaktır. Şâyet bize, bu mescid Kâbe’nin tâ kendisidir. Onu ziyâret eden hac farîzasını yerine getirmiş olur, diye cevap verirse, dînen kendilerini bu gayr-i meşrû hareketten alıkoyabiliriz.” Bunun üzerine Siirt kâdısı Hacı Ömer’i, Gavs-ül-Memdûh’a gönderdiler. O da; “Amcamın kızı Zemzem halvetindedir, var git mescidi yaptırmasından gâyesinin ne olduğunu bizzat kendin sor.” dedi. Kâdı varıp mescidin kapısında durdu. Onun geldiğini farkeden Zemzem-i Hâssa gayrete geldi ve kâdı bir şey söylemeden gür sesiyle şunları söyledi: “Hacı Ömer, bu mescidi yaptırdım ve ismini Alem-ül-Hüdâ (Hidâyetin nişânesi) koydum. Onu yıkmaya azmetmiş olduğunuzu da biliyorum. Kuvvet yönünde ben sizden daha kuvvetliyim. Yıkabilirseniz yıkın. Fakat onun benden de daha kuvvetli bir yüce sâhibi vardır. Çünkü Allahü teâlânın mescididir.” Kâdı Hacı Ömer Siirt’e geri dönerek durumu îtirâzcı âlimlere anlattı. Onlar da o büyük velî hakkında su-i zânda bulunmaktan ve mescidi yıktır- maktan vazgeçti.
Zemzem-i Hâssa 1851 (H. 1268) senesinde Siirt’te vefât etti. Gavs-ül-Memdûh’un türbesine defnedildi. Kabri ziyâret mahallidir.
1) Tillo Evliyâları (Nûreddîn Sancar); s.143