Sual: Hallac-ı Mansur kimdir, niye öldürüldü?
CEVAP
Ası adı Hüseyin bin Mansur’dur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün,
arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun
yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü.
Geldiğinde; "Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum" diye söylendi. Hallac-ı
Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; "Üzülme senin işini de biz
halledelim" diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda
henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf
pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç
şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona
Hallac-ı Mansur dendi.
Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri
ikram ederdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne
konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi.
400 kişi ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Yiyecek hiçbir şey
bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada ona gelerek hallerini
arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 kişinin her birine bir kelle ile iki
pide verdi.
Enel Hak dedi
Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu
sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek
istemişti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana
atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bazı meseleler soruyordu. Daha
sonra ziyaret de yasaklandı. Şeyh Ebu Abdullah-i Hafif anlatır: "Hile ile Hallac-ı
Mansur'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, güzel bir oda
gördüm. Oradaki köleye, "Şeyh nerede?" dedim. "Abdest alıyor" dedi. "Bu zindanda
ne iş yapıyor?" dedim. "13 batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin
rekat namaz kılıyor" dedi. Sonra, "Bu zindanda eşkıya ve hırsız çok, onlara
nasihat eder" dedi. Biz konuşurken o abdest alıp geldi. Bana: "Ey genç nerelisin?"
dedi. "Şirazlıyım" dedim. Meşayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince,
"Onu görürsen, o mektupları yakmasını söyle." Tam bu sırada zindancıbaşı içeri
girdi. Saygı gösterdikten sonra, "Düşmanlar beni halifeye gammazlamışlar. Güya
ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan
birini hapsetmişim. İşte şimdi beni katledecekler" dedi. Şeyh: "Var selametle
git" dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek,
ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehadet parmağı ile işaret ederek
ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden
geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Şeyh: "Ne oldu?"
diye sordu. Zindancıbaşı: "Kurtuldum" dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye
sordu. Halife; "Seni öldürecektim. Şimdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim"
dedi.
Yüz kırbaç vurun
Halife, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden
dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses
çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan
sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" buyurdu. Darağacında "Tasavvuf
nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu
hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi.
İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor,
hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi
sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni
incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin
isteyip; "Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye
yalvardı.
Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı.
Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin
suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve
Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehid
edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi
yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman
hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu.
Sual: Hallac-ı Mansur, niçin Enel hak dedi?
CEVAP
Evliyadan bazıları Allahü teâlâyı zikrettiği zaman, Rabbinden gayrı her şeyi,
hatta kendi nefsini bile unutur. Zikrettiği yani andığı mahbubun adını dilinden
düşürmez.
Hallac-ı Mansur hazretleri, La ilahe illallah demeyi o kadar
çoğaltmıştı ki, anması kalbden ruha geldi. Orada ünsiyet peyda ederek ilahi aşka
kavuştu. Dünyadaki her şeyi hatta kendi adını bile unuttu. Aşk sarhoşluğu
kapladı. Buna sekr hali deniyor. Bu halde iken, (Sen kimsin?) diyenlere, (Enel-Hak)
diye cevap verdi. Üzerinden sekr hali gidince, yani ayılınca (Enel-Hak) dediğini
hatırlamadı. Fakat dine aykırı konuştuğu için şehid edildi. Yere dökülen kanları
(Enel-Hak) şeklini aldı.
Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki:
Hallac-ı Mansur zamanında Hace Abdulhalık-ı Goncdüvaninin talebelerinden
biri bulunsaydı, Mansur idam edilmezdi. Yani Hace hazretlerinin talebelerinden
biri bulunsaydı, Hüseyn Mansuru teveccühleriyle, içinde bulunduğu makamdan tez
geçirirdi. İdam edilmesi gerekmezdi.
Hallac-ı Mansur hazretleri, içinde bulunduğu halden dolayı mazurdu. Onu şehid
edenler de dinin emrini yerine getirdi. İki tarafa da bir şey söylenmez.
Hallac-ı Mansur hazretlerinin (Enel-Hak) yani (Ben Hakkım) dediği gibi, Bayezid-i
Bistami hazretleri de sekr halinde (Sübhani) yani (Ben Sübhanım) demiştir.
Talebeleri, (Siz kendinizin sübhan, yani ilah olduğunu söylediniz) demeleri
üzerine, (Bir daha öyle bir şey söylersem, beni kılıçla kesin) buyurdu. Sekr
hali kaplayınca yine (Sübhani) dedi. Hemen hocalarının emri üzerine kılıçla
vurdular. Fakat kılıç kesmedi. O hal üzerinden gidince, yine (Sübhani) dediğini
söylediler. (Niye beni öldürmediniz?) buyurdu. (Kılıç kesmedi) dediler. O vakit,
(Demek o sözü söyleyen, bu haldeki Bayezid değildi) buyurdu.
Evliyayı böyle sekr halinde, yani şuursuz iken söyledikleri sözlerden dolayı
kötülemek doğru değildir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Evliya, sekr karışmayan hallerde böyle uygunsuz sözler söylemez. Sahv, yani
uyanıklık halinde olanlarda sekr hiç bulunmaz sanmamalıdır. Sekrsiz olan sahv,
noksanlıktır. Halis, karışıksız sahv, avamda bulunur.
Cüneydi Bağdadi hazretleri, sahvın sekrden daha üstün olduğunu söylediği
halde, sekr karışık olan o kadar sözleri vardır ki, saymakla bitmez. (Bilen de
Odur. Bilinen de Odur) demiştir.
Evliyanın gizli marifetleri açığa vurmaları, hep sekr karışık hallerde olmuştur.
Sahv halinde biraz sekr bulunması, yemeğe lezzet vermek için tuz karıştırmaya
benzer. Tuzsuz yemek, tatsız olur.
Aşk olmasaydı, aşkın gammı olmasaydı,
Tatlı sözleri kim söyler, kimler duyardı?
Mecnuna adın ne diyorlar, Leyla diyor. Çünkü gönlü Leyla ile dolu.
Leyla’dan başka kimseyi tanımıyor, bilmiyordu. Şehrin ortasında Leyla Leyla diye
bağırarak geziyordu. Leyla diyerek feryat ederek ağlıyordu. Derdine deva olmak
üzere Leyla gelip, kendisini tanıtmışsa da, (Ben seni tanımıyorum. Sen gerçek
Leyla isen, ya bendeki Leyla kim) diye cevap vermiştir.
Evliyanın sekr halinde söylediği sözlerden dolayı onları ayıplamak doğru
değildir. Meczublar ve mecnunlar da mazurdur. Bu haldeki sözleri hüccet olmadığı
gibi, ayıplamak da doğru değildir.
Sual: Bayılan, deliren, sara tutan veya sarhoş olanın, şuursuz halde iken
söylediği sözlerin dindeki yeri nedir? Şuursuz halde küfre düşücü söz söylese,
evini birisine hediye etse, birisinden bir şey satın alsa, dinin hükmü nedir? Bu
halde namaz kılmasa, kazası gerekir mi? Tasavvuf sarhoşlarının durumu bunlardan
farklı mıdır?
CEVAP
Bayılmak, deli olmak ve sara tutmakla abdest bozulur. Yürürken sallanacak
kadar şuursuz olmak da abdesti bozar.
Deliren veya bayılan kimse, 24 saatte ayılmazsa, iyi olunca namazlarını kaza
etmez. İçki, afyon, ilaç ile aklı giden her namazı kaza eder. Yani hastalık,
bayılmak gibi elinde olmayan bir sebeple, beşten fazla namazını kılamazsa, hiç
birini kaza etmez. Beşten az olursa kaza eder. Fakat içki, uyuşturucu madde,
ilaç gibi bir şeyle bayılan, kılamadığı namazlar az da, çok da olsa hepsini kaza
eder.
Tasavvuf ehli, kendisini hal kaplayıp şuurunu kaybettiği zaman, dine uymayan
sözlerinde mazur olur. Deli gibidir. Şuursuz iken, ibadetleri kaçırmaları günah
olmaz ise de, akılları başlarına gelince, kaçırdıkları ibadetleri hemen kaza
etmeleri gerekir. Bunların dine uymayan sözlerine başkalarının uymaları caiz
değildir. Kendileri günaha girmezlerse de, bunlara uyan günaha girer. Alkollü ve
uyuşturucu maddelerle sarhoş olanlar böyle değildir. Bu hale kendileri sebep
oldukları için günaha girerler ve kaçırdıkları ibadetleri kaza etmeleri gerekir.
(S. Ebediyye)
Sual: Hallacı Mansur, Enelhak demekle ben bâtıl değilim, hakkım diyor
diye tevil etmek caiz mi?
CEVAP
Evet.
GÜNÜN MENKIBESİ