Sual: (Allah varsa, ilim ile ispat edilen bir delili olması gerekir.
Bizim gibi modern insanlar, bir şeye körü körüne inanmaz) diyenlere ne cevap
vermek gerekir?
CEVAP
İstisnalar hariç, bütün fen adamları, bu kâinatın kendiliğinden var
olmadığını, bir yaratıcısının bulunduğunu ittifakla bildirmişlerdir. Fen, ne
kadar ilerlerse ilerlesin, insanların bir karıncayı, bir kuşu, bir balığı
yaratması mümkün değildir. Akıllı ve bilgili bir kimse, kâinata bakınca, çok
intizamlı yaratıldığını görür. Bunun kendiliğinden olmadığını anlar.
Etrafımızı beş duygu organımızla tanıyoruz. His organlarımız olmasaydı, hiçbir
şeyden haberimiz olmayacaktı. Kendimizi bile bilemezdik. Yürüyemez, bir şey
yapamaz, yaşayamazdık. Anamız, babamız olmaz, var olamazdık. Ruhumuza tatlı
gelen şeyleri anlamaz, hoş sesleri duymaz, güzel olanları görmezdik. Allah’ımıza
yalnız duygu organlarımız için, ne kadar şükür etsek, şükrünü ödemiş olamayız.
Duygu organlarımıza etki eden her şeye Varlık veya Mevcut diyoruz.
Kum, su, güneş birer varlıktır, mevcuttur; çünkü bunları görüyoruz. Ses de bir
varlıktır; çünkü işitiyoruz. Hava, bir varlıktır; çünkü elimizi açıp yelpaze
gibi sallayınca, havanın elimize çarptığını duyuyoruz. Rüzgâr da yüzümüze
çarpıyor. Bunun gibi, sıcaklık, soğukluk da birer mevcuttur; çünkü derimizle
bunları duyuyoruz.
Elektrik, hararet, yani ısı ve mıknatıs gibi enerjilerin [kudretlerin] de mevcut
olduklarına inanıyoruz; çünkü elektrik akımının hararet ve mıknatıs veya kimya
reaksiyonları meydana getirdiğini, ısı gelince sıcaklık olduğunu, ısı azalınca
soğukluk olduğunu ve mıknatısın demiri çektiğini his ediyoruz, anlıyoruz. (Ben
havanın, ısının, elektriğin mevcut olduklarına inanmam; çünkü bunları
görmüyorum) sözüne yanlıştır diyoruz; çünkü bunlar görülemezlerse de,
kendilerini veya yaptıkları işleri, duygu organlarımız ile anlıyoruz. Bunun için
de, görülemeyen birçok varlıklara inanıyoruz. Göremediğimiz için, yok olmaları
lazım gelmez diyoruz. Bunun gibi, (Ben Allah’a inanmam. Melek, cin gibi şeyler
yoktur. Var olsalardı görürdüm) sözü de doğru değildir. Akla, fenne uygun
olmayan bir sözdür.
Fen dersleri bildiriyor ki, ağırlığı ve hacmi olan varlıklara Madde
denir. Buna göre, hava, su, taş, tahta maddedirler. Işık, elektrik akımı birer
varlık iseler de, madde değildirler. Maddenin şekil almış parçalarına, Cisim
denir. Çivi, kürek, maşa, iğne birer cisimdirler. Hepsi, aynı demir
maddesinden yapılmışlardır. Duran bir cismi harekete getiren, harekette olan bir
cismi durduran veya hareketini değiştiren sebebe Kuvvet denir. Duran bir
cisme kuvvet etki etmezse, hep durur. Hareket eden bir cisme, kuvvet etki
etmezse, hareketi değişmez ve hiç durmaz.
Maddelerin, cisimlerin ve maddelerde bulunan enerjilerin hepsine Âlem
veya Tabiat denir. Âlemde her cisim hareket etmekte, değişmektedir. Demek
ki, her cisme, her an çeşitli kuvvetler tesir etmekte, değişiklik hâsıl
olmaktadır. Cisimlerde meydana gelen değişikliğe Hadise veya Olay
denir.
Bir otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir?
Cisimlerin yok olduklarını, başka cisimlerin meydana geldiklerini görüyoruz.
Dedelerimiz, eski milletler yok olmuşlar, binalar, şehirler yok olmuş. Bizden
sonra da başkaları meydana gelecek. Fen bilgimize göre, bu muazzam
değişiklikleri yapan kuvvetler vardır. Allah’a inanmayanlar, (Bunları tabiat
yapıyor. Her şeyi tabiat kuvvetleri yaratıyor) diyorlar. Bunlara deriz ki, bir
otomobilin parçaları, tabiat kuvvetleri ile mi bir araya gelmiştir? Suyun
akıntısına kapılan, sağdan soldan çarpan dalgaların tesiri ile bir araya yığılan
çöp kümesi gibi bir araya yığılmışlar mıdır? Otomobil tabiat kuvvetlerinin
çarpmaları ile mi hareket etmektedir? Bize gülerek, hiç böyle şey olur mu?
Otomobil, akıl ile, hesap ile, plan ile, birçok kimselerin, titizlikle çalışarak
yaptıkları bir sanat eseridir. Otomobil, dikkat ederek, akıl, fikir yorarak, hem
de trafik kaidelerine uyarak, şoför tarafından yürütülmektedir demez mi?
Tabiattaki her varlık da, böyle bir sanat eseridir. Bir yaprak parçası, muazzam
bir fabrikadır. Bir kum tanesi, bir canlı hücre, fennin bugün biraz
anlayabildiği ince sanatların birer meşheri, sergisidir. Bugün fennin buluşları,
başarıları diye öğündüklerimiz, bu tabiat sanatlarından birkaçını görebilmek ve
taklit edebilmektir. İslam düşmanlarının, kendilerine önder olarak
gösterdikleri, İngiliz doktoru Darwin bile, (Gözün yapısındaki sanat inceliğini
düşündükçe, hayretimden tepem atacak gibi oluyor) demiştir. Bir otomobilin
tabiat kuvvetleriyle, tesadüfen hâsıl olacağını kabul etmeyen kimse, baştanbaşa
bir sanat eseri olan bu âlemi tabiat yaratmış diyebilir mi? Elbette diyemez.
Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına inanmaz mı?
Tabiat yaratmıştır, tesadüfen var olmuştur demek, cahillik, ahmaklık olmaz mı?
O her şeyi en güzel, en faydalı olarak yarattı
Allahü teâlâ her şeyi en güzel ve en faydalı olarak yarattı. Mesela, yer
küresini güneşten yüz elli milyon kilometre uzakta yarattı. Daha uzakta
yaratsaydı, hiç sıcak mevsim olmaz, çok soğuktan ölürdük. Daha yakın yaratsaydı,
çok sıcak olur, hiçbir canlı yaşayamazdı.
Etrafımızı saran hava, hacmen % 21 oksijen, % 78 azot ve on binde 3
karbondioksit gazlarının karışımıdır. Oksijen hücrelerimize kadar girip, oraya
gelmiş olan gıda maddelerini yakarak, bize kuvvet, kudret veriyor. Oksijenin
havadaki miktarı daha çok olsaydı, hücrelerimizi de yakar, hepimiz kül olurduk.
Miktarı 21 den az olsaydı, gıdalarımızı yakamazdı. Yine, hiçbir canlı
yaşayamazdı.
Yağmurlu, şimşekli havalarda, oksijen azotla birleşerek, havada nitrat tuzları
hâsıl olup, yağmurla toprağa iniyor. Bunlar, nebatatı besliyor. Nebatlar da,
hayvanlara, hayvanlar da insanlara gıda oluyor. Görülüyor ki, rızkımız semada
hâsıl olmakta, göklerden yağmaktadır. Havadaki karbon dioksit gazı, dimağçedeki
kalb ve teneffüs merkezlerini tembih ediyor, çalıştırıyor. Havadaki karbon
dioksit miktarı azalırsa, kalbimiz durur ve nefes alamayız. Miktarı artarsa
boğuluruz. Karbon dioksit miktarının hiç değişmemesi lazımdır. Bunun için de,
denizleri yarattı. Karbon dioksit miktarı artınca, kısmi tazyiki de artıp,
fazlası denizlerde eriyerek, sudaki karbonat ile birleşerek, onu bi-karbonat
haline çeviriyor. Bu da, dibe çökerek deryaların dibinde çamur tabakası hâsıl
oluyor. Havada azalınca, çamurdan ayrılıp suya ve sudan havaya geçiyor. Bütün
canlılar havasız yaşayamaz. Bunun için, havayı, her yerde, her canlıya
çalışmadan, parasız veriyor ve ciğere kadar gönderiyor. Susuz da yaşayamayız.
Suyu da her yerde yarattı; fakat susuzluğa daha fazla tahammül edildiği için,
bunu arayıp bulacak, taşıyacak şekilde yarattı. İnsanlar, bunları yapmak şöyle
dursun görebilenlere, anlayabilenlere ne mutlu!
On adet taş ve kâinattaki sayısız düzen
Allahü teâlânın, sayamayacağımız kadar çok nizam ve ahenk içinde, halk
ettiği [yarattığı] sayılamayacak kadar çok varlıklar tesadüfen olmuştur
diyenlerin sözleri cahilcedir. Şöyle ki: Üzeri birden ona kadar numaralanmış on
taşı bir torbaya koyalım. Bunları elimizde torbadan birer birer çıkararak,
sırayla, yani önce bir numaralı, sonra iki numaralı ve nihayet on numaralı
olacak şekilde çıkarmaya çalışalım. Çıkarılan bir taşın numarasının sıraya
uymadığı görülürse, çıkarılmış olan taşların hepsi hemen torbaya atılacak ve
yeniden bir numaradan başlamak üzere çıkarmaya çalışılacaktır. Böylece, on taşı
numaraları sırası ile ard arda çıkarabilmek ihtimali on milyarda birdir. On adet
taşın bir sıra dâhilinde dizilme ihtimali bu kadar az olursa, kâinattaki sayısız
düzenin tesadüfen meydana gelmesine imkân ve ihtimal yoktur.
Gelişigüzel tuşlara basarak kitap yazılır mı?
Daktilo ile yazmasını bilmeyen bir kimse, bir daktilonun tuşlarına
gelişigüzel mesela beş kere bassa, elde edilen beş harfli kelimenin Türkçe veya
başka bir dilde bir mana ifade etmesi acaba ne derece mümkündür? Şayet
gelişigüzel tuşlara basmakla bir cümle yazmak istenilse idi, bir mana ifade eden
bir cümle yazılabilecek mi idi? Kaldı ki, bir sayfa yazı veya kitap teşkil
edilse, sayfanın ve kitabın, tesadüfen belli bir konusu bulunacağını sanan
kimseye akıllı denilebilir mi?
Maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır
Cisimler yok oluyor. Bunlardan, başka cisimler meydana geliyor ise de, bu
işte, yüz beş madde hiç yok olmuyor. Yalnız yapıları değişiyor denilirse,
radyoaktif bozulmalar, elementlerin ve hatta atomların da yok olduklarını,
maddenin enerjiye döndüğünü haber vermektedir; hatta Einstein adındaki Alman
fizikçisi, bu dönüşmenin matematiksel formülünü ortaya koymuştur.
Cisimlerin, maddelerin durmadan değişmeleri, birbirlerinden hâsıl olmaları,
sonsuz olarak gelmiş değildir. Yani, böyle gelmiş böyle gider denilemez. Bu
değişmelerin bir başlangıcı vardır. Değişmelerin başlangıcı vardır demek,
maddelerin var oluşlarının başlangıcı vardır demektir. Yani hiçbir şey yok iken,
hepsi yoktan yaratılmıştır demektir. İlk, yani birinci olarak maddeler yoktan
yaratılmış olmasalardı ve birbirlerinden hâsıl olmaları, sonsuz öncelere doğru
uzasaydı, şimdi bu âlemin yok olması lazımdı; çünkü âlemin sonsuz öncelerde var
olabilmesi için, bunu meydana getiren maddelerin daha önce var olmaları,
bunların da var olabilmeleri için, başkalarının bunlardan önce var olmaları
lazım olacaktır. Sonrakinin var olması, öncekinin var olmasına bağlıdır. Önceki
var olmazsa, sonraki de var olmayacaktır.
Sonsuz önce demek, bir başlangıç yok demektir. Sonsuz öncelerde var olmak demek,
ilk, yani, başlangıç olan bir varlık yok demektir. İlk, yani birinci varlık
olmayınca, sonraki varlıklar da olamaz. Her şeyin her zaman yok olması lazım
gelir. Yani, her birinin var olması için, bir öncekinin var olması lazım olan
sonsuz sayıda varlıklar dizisi olamaz. Hepsinin yok olmaları lazım olur.
Âlemin şimdi var olması, sonsuzdan var olarak gelmediğini, yoktan var edilmiş
bir ilk varlığın bulunduğunu göstermekte olduğu anlaşıldı. Âlemin yoktan var
edilmiş olduğunu, o ilk âlemden hâsıl ola ola, bugünkü âlemin var olduğunu
anladık.
Âlemi yoktan var eden bir yaratıcının bulunduğunu ve bu yaratıcının kadim
olması, yani hep var olması, hiç değişmeden, sonsuz var olması lazım geldiğini,
Şerh-i mevakıf kitabı, uzun ispat etmektedir. Kısacası şöyledir ki,
değişmek, başka şey olmak demektir. Yaratıcı değişince, başka olur. Yaratıcılığı
bozulur. Yaratıcının değişmemesi, hep aynı kalması lazımdır. Âlemin sonsuz
olamayacağını anlattığımız gibi düşünürsek, değişmeyen yaratıcının kadim olması,
sonsuz var olması lazımdır. Bunun için, hiç değişmeyen sonsuz var olan bir
yaratıcı vardır. Bu hiç değişmeyen bir yaratıcının ismi Allah’tır.
Varlıklardaki düzeni düşünerek
Tıp ve fen bilgilerini iyi bilen, mahlûklardaki sanat inceliklerini,
aralarındaki mükemmel bağlantıları gören ve anlayabilen aklı başında bir
kimsenin, Allahü teâlânın varlığına, birliğine, büyüklüğüne, ilmine, kudretine
inanmaması mümkün değildir. İnanmayanın cahil olması yahut inatçı olması
gerekir. Peygamber efendimiz, (Varlıklardaki düzeni düşünerek Allahü teâlâya
iman ediniz) buyurmaktadır. Astronomi okuyup da, yerküresinin, Ay’ın,
Güneş’in ve bütün yıldızların boşlukta dönmelerinde ve birbirlerinden
uzaklıklarında bulunan düzeni, hesapları anlayanın imanı kuvvetlenir.
Dağların, madenlerin, nehirlerin, denizlerin, hayvanların, bitkilerin, hatta
mikropların yaratılmasında çeşitli faydalar vardır. Hiçbiri boş yere, lüzumsuz
yaratılmamıştır.
Bulutlar, yağmurlar, şimşekler ve yıldırımlar, yer altındaki sular ve enerji
maddeleri ve hava, kısaca her varlık, belirli hizmetler yapmaktadır. İnsanlar,
bu sayısız mahlûkların, sayılamayacak hizmetlerinden bugüne kadar pek azını
anlayabilmiştir. Yaratıkları kavrayamayan insan aklı, bunların yaratanını nasıl
kavrayabilir? Onun büyüklüğünü biraz anlayabilen İslam âlimleri, şaşkına dönüp,
(Onu anlamak, anlaşılamayacağını anlamaktır) demişlerdir.
Dünyanın yaratılışı
Fen adamları diyor ki:
(Milyarlarca yıl önce, bütün kâinat [evren] bir tek parçadan ibaret idi. Bu tek
parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu ve bu tek parça birçok
parçalara ayrıldı. Parçaların herbiri başka bir yöne doğru gidiyordu. Nihayet,
bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek muhtelif gezegenler ve ayrı ayrı
galaksiler, güneşler ve peykler meydana getirdiler. Artık uzayda bir ilk
patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığı için, bu gezegenler, uydular ve bunların
içinde bulundukları galaksiler uzayda kendi yörüngelerinde dönmeye ve yüzmeye
devam ettiler. Dünya, içinde Güneşin de bulunduğu bir galaksidir. Kâinatta
sayılamayacak kadar çok galaksi vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir
sistemdir. Galaksiler yavaş yavaş Dünyadan uzaklaşıyor. Bir kere, süratleri ışık
hızına varırsa, artık öteki galaksileri görmeye imkân kalmayacaktır. Daha
kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz.)
Fen adamlarına, (Bu neticeye ne vakit ulaştınız?) denildiği zaman, (60 yıldan
beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir) diyorlar. 60 yıl,
dünya hayatında çok kısa bir fasıladır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(İnkârcılar, gökler ve yer küresi birbirlerine yapışıkken onları ayırdığımızı
bilmezler mi?) [Enbiya 30]
Demek ki, dinimiz, fen adamlarının ancak 60 yıl kadar önce meydana
çıkarabildikleri Dünyanın yaratılışını, bundan 1400 yıl önce insanlara
bildirmiştir.
Biyologlar, hayatın başlangıcını şöyle anlatıyorlar:
(Hayatın nasıl meydana geldiği bugün için şöyle açıklanıyor: Dünyanın ilk
havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardır. Yıldırımların etkileri ile
bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca yıl önce, ilk defa su içinde
protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amipler meydana çıktı. Hayat suda
başladı. Sudan karaya çıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli
bünyeler meydana getirdiler. Bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar
suda teşekkül etmiştir.)
Kısa bir zaman önce bulunan bu gerçek, Kur'an-ı kerimde şöyle bildiriliyor:
(İnkâr edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?)
[Enbiya 30]
(İnsanı sudan yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır.)
[Furkan 54]
(Yerin yetiştirdiklerinden ve kendilerinden ve bilmedikleri birçok şeylerden
çift çift yaratan Allahü teâlâ, her türlü ayıp ve noksandan münezzehtir.)
[Yasin 36]
Burada, bitkileri ve hayvanları inceleyenlere ve bunların yanında
(Bilmedikleri şeyleri) buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş
bulabildikleri, atom enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına
imalar vardır. Nitekim buyuruluyor ki:
(Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun
varlığının âyetlerinden [işaretlerinden]dir. Burada âlemler için ibret
vardır.) [Rum 22]
Ölüler nasıl dirilir?
Kendilerine ateist denilen bazı kimseler, bütün kâinatın yoktan meydana
geldiğini kabul ettikleri halde, yok olanların, ölülerin tekrar dirileceğini
akılları almıyor. Ateistlere eskiden müşrik deniyordu. Bir müşrik, eline bir
insan kemiği alır, Resulullah efendimizin yanına gelir, kemiği ufalayıp
üfledikten sonra, meydan okurcasına (Ölülerin, dirilip mahşere geleceğini
söylüyorsun. Bu çürümüş kemik, nasıl dirilir?) diye sorar. Resulullah efendimiz,
(Elbette, kâinatı yaratan Allahü teâlâ, onu canlandırır ve seni de öldürüp,
diriltir ve Cehenneme sokar) buyurur. Sonra şu âyetler nazil olur:
(İnsan bilmez mi ki, biz onu bir damla nutfeden yarattık. O, apaçık düşman
kesilip kendi yaratılışını düşünmeden bize karşı örnek getirmeye kalkışarak “şu
çürümüş kemikleri kim diriltir” der. Ey Resulüm, de ki, o çürümüş kemikleri, hiç
yokken var eden, onu diriltir.) [Yasin 77- 79]
Dirilişi bildiren üç âyet-i kerime meali:
(Öldükten sonra bizi kim diriltir derler. De ki, sizi ilk defa yaratan Allah,
can verip, diriltir. Bunun üzerine onlar sana alaylı bir tarzda başlarını
sallayıp “Ne zaman” derler. De ki, yakındır.) [İsra 51]
(Allah, ölüleri diriltir ve her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de
gelir; bunda elbette şüphe yoktur. Allah kabirlerdekileri diriltip kaldırır.)
[Hac 7]
(O gün yer yarılıp, halk kabirlerinden süratle çıkar. Bunları diriltip
haşretmek bizim için kolaydır.) [Kaf 44]
Kâinatta tesadüflere yer yoktur
Sual: Evrende her şeyin kendiliğinden, tesadüfen olması mümkün müdür?
CEVAP
Bu bilgileri şu anda bilgisayarla yazıyoruz. Bu aletin kendiliğinden
olduğunu, bir ustasının olmadığını söylemek kadar anlamsız söz olmaz. Kâinattaki
diğer şeyler de böyledir. Bu muazzam kâinat, tesadüfen olabilir mi? Basit bir
örnek verelim:
Bilgisayarın klavyesindeki tuşlara rast gele bassak, acaba anlamlı bir cümle
meydana gelebilir mi? Peki bir sayfa yazacak kadar tuşlara rast gele vursak veya
bir kitap olacak kadar tuşlara bassak, anlamlı, konusu olan bir kitap meydana
gelebilir mi? Bunu biz yaparsak, anlamsız da olsa bir kitap dolusu yazı meydana
gelir. Peki, klavye hiçbir etki olmadan kendi kendine çalışıp, anlamı ve
konusu olan bir kitap yazabilir mi? Elbette mümkün değildir.
Bir kayık yapıp denize açılmak istesek, önce odun bulmamız, sonra bundan
tahtalar çıkarmamız, bunları belli birer ölçüde keserek çivilerle çakmamız
gerekir. Sonra küreklerle çekerek istediğimiz yere gidebiliriz. Acaba tahta,
çivi, keser, usta gibi şeyler olmadan, kayık kendiliğinden meydana gelir mi?
Kendiliğinden istenilen yere gider mi? Yani, bir ağaç kendiliğinden oldu,
kendiliğinden kesildi, kalaslara bölündü. Bu kalaslar kendiliğinden çivilenip
kayık oldu. Bu kayık, kendiliğinden bir deniz buldu. Kürekler kendi kendine
çekiliyor, kayık kendi kendine yüzüyor, rotasını biliyor ve istenilen yere
gidiyor. Bunun olması mümkün mü? Elbette mümkün değildir.
Bugün robotlar yapılıyor. Muazzam işler yapıyorlar. Bu kayık örneğini bir robot
yapabilir; ama bu robotu da bir yapanın olması gerekiyor. Yani kendiliğinden
robot meydana gelmiyor.
Kitabın, kayığın, bilgisayarın tesadüfen meydana geleceğini kabul etmeyen kimse,
baştanbaşa bir sanat eseri olan bu muazzam âleme tesadüfen yaratıldı diyebilir
mi? Yahut şuursuz, cansız tabiat yaratmıştır diyebilir mi? Elbette diyemez.
Hesaplı, planlı, ilimli, sonsuz kuvvetli bir yaratıcının yaptığına şeksiz,
şüphesiz inanmaya mecbur kalır.
Kâinata bakılınca, her şeyin bir düzen içinde olduğu, hiçbir şeyin başıboş
olmadığı görülür. İnsanların fezada saatte 1600 km. hızla dönmekte olan, içi
ateş dolu bir gezegen olan dünyanın üzerinde, yalnız yer çekimi kuvvetiyle
kalarak yaşaması ne büyük bir harikadır. Bu harikayı tesadüfe bağlamak ne kadar
yanlıştır.
İnsan kendine baktığı zaman, bir damla sudan, göz, baş, kan, sinir gibi
vücudunun bütün organlarının, akıl ve ruhunun yaratılmış olduğunu görür. Bunu
kendisinin yaratmadığını, bir yaratıcının bulunduğunu zaruri olarak bilir.
Tesadüfen muazzam bir vücudun meydana geldiğini düşünmek akla da uygun olmaz.
Vücuttaki organların yerli yerinde yaratılışını, hiçbir organda eksiklik ve
fazlalığın bulunmayışını görür ve bunları yoktan yaratanın kudretini anlar. Eğer
anlamaktan aciz ise, o kişinin çok ahmak olduğu anlaşılır.
Işık saçan Güneş, en uygun ısı ile bitkilerin yetişmesini, bazılarının içinde
ise, kimyasal değişikler yaparak un, şeker ve daha nice gıda ve deva
maddelerinin meydana gelmesini temin eder. Halbuki, dünya kâinat içinde ufacık
bir varlıktır.
Güneş etrafında dönen gezegenlerden meydana gelen ve içinde dünyanın da
bulunduğu güneş sistemi, kâinat içinde bulunan ve sayısı bilinmeyen pek çok
sistemlerden sadece biridir. Güneşin ışınlarının, 150 milyon km uzağındaki
dünyaya ancak milyarda biri gelmektedir. Sadece bu kadar bile arz-atmosfer
makinesini çalıştırmaya yetmektedir. Yani bütün canlıların hayatiyetlerini devam
ettirebilmeleri mümkün olabilmektedir.
Güneşin sıcaklığı, sathında 5500, merkezinde ise 20 milyon dereceyi bulur. Bu
ısının asırlar geçtiği halde, zamanla azalmamasını tesadüfe bağlamak mümkün
müdür?
Dünyanın güneşe olan mesafesi, bizim ihtiyacımız olan sıcaklığı alacak kadar
ayarlıdır. Eğer dünyanın güneşe olan uzaklığı daha fazla olsaydı, dünyaya daha
az ışık gelir, soğuktan hiçbir canlı var olamazdı. Dünya, güneşe daha yakın
olsaydı, bu sefer de sıcaklıktan hiçbir canlı var olamazdı. Buna tesadüf
denebilir mi? Tesadüf diyebilmek için süper ahmak olmak gerekir.
Atmosferde bulunan su buharı, radyasyon kaybından ötürü geceleri
yeryüzünün aşırı soğumasını, sebze ve meyvelerin donmasını da önler. Geceyle
gündüz arasında çok aşırı sıcaklık farkı da görülmez. Toprak üstündeki su, ya
buharlaşarak havaya geçer yahut toprak altına sızarak, yer altı sularını meydana
getirir. Suyun en önemli kaynağı okyanuslardır. Dünyanın dörtte üçü suyla
kaplıdır. Su bu kadar geniş alana yayılmakla kâfi buharlaşmayı sağlar, yağış
rejimini düzenler. Eğer, okyanusların dağılımı şimdiki gibi yaygın olmasaydı,
yağmurda önemli ölçüde bir azalma görülür, sonuçta, şiddetli bir kuraklık hüküm
sürerdi. Okyanuslardan buharlaşan su, sadece okyanuslar üzerine düşmez. Su
buharı olarak havaya karışır ve üst atmosferdeki kuvvetli rüzgârlarla dünya
üzerine dağılır, böylece ihtiyaç duyulan nem, değişik bölgelere kadar ulaşır.
Her bölge, az veya çok suya, rahmete kavuşur. Bunlara tesadüf denebilir
mi?
Her madde, ısınınca hacmi büyür, soğuyunca küçülür. Fakat su, +4°C den
itibaren soğursa hacmi genişler. Suda bu özellik olmasaydı, deniz ve göllerde
buz haline gelen su tabakası dibe çöker ve bu olay 0°C ve daha düşük sıcaklıkta
tekrarlanarak neticede suların buz tabakaları yığını haline gelmesine sebep
olur, böylece buradaki bütün canlılar ölürdü. Suyun böyle bir özelliğe sahip
olmasına da tesadüf denemez. Suyun bu özelliğinin de bir gaye için olduğu
görülür. Bir gayeye hizmet eden sebebe tesadüf demek ahmaklıktan başka şey
değildir.
En büyük iplik fabrikalarının, modern makinelerle yaptığı ipek, küçük bir ipek
böceğinin yaptığı ipek randımanının çok altındadır. İpekböceği gibi hangi
modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal edebilir? İpekböceğine dut
yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini kim öğretmiştir? Buna tesadüf
denebilir mi? Başka böceklerin hiç biri bunu niye yapamıyor? Dünya kurulalı
asırlar olduğu halde, ipek yapan başka bir böceğe niye tesadüf edilmedi ki?
Böcek değil, insan bile böyle ipek yapamıyor?
Bir karıncayı, hatta bir buğday tanesini meydana getirmekten aciz olan kimsenin,
her şeyi yaratan Allahü teâlâyı inkâr etmesi şaşılacak bir şeydir. İnkârcının ne
kadar ahmak olduğunu gösterir.
Aynı toprakta yetişen limon ekşi, portakal tatlı olur. Topraktan
aynı gıda ve aynı suyu aldığı halde soğan acı, karpuz tatlı
oluyor. Rengârenk çiçeklere, mesela menekşeye bakılınca, çeşitli renklerin bir
yaprak üzerine işlendiği görülür. Böyle akıl almaz derecede mükemmel ve muazzam
eserleri hikmetli bir şekilde ancak sonsuz bir kudret sahibi yaratabilir. O da
elbette Allahü teâlâdır. Bunu ancak süper ahmak olanlar inkâr edebilir.
Hayvanların özelliklerine bakalım
Allahü teâlâ, sayısız hayvan yarattı. Bir kısmının zararından emin olmak,
bir kısmının da insanlara itaat etmesi için, onlara akıl vermedi. Mesela bir
çocuk, bir koyun sürüsünü güdebilir.
Et yiyen hayvanların kolay avlanabilmeleri için, onlara sıçrama kabiliyeti,
parçalayıcı dişler ve pençe ihsan etti. Av veya polis köpeğini insanların
menfaatine uygun kabiliyette yarattı. Bazı hayvanları binmeye ve yük taşımaya
elverişli, bazılarının etinden, sütünden, derisinden, yününden, yumurtasından,
kemiğinden, dişlerinden istifade edilecek özellikte yarattı. Nesillerini devam
ettirebilmeleri için her hayvanın cinsine göre en uygun şekilde üreme
organlarını da yarattı.
Fil, hortumu sayesinde yerden bir şey alıp ağzına götürür. Filin hortumu
su içmeye mahsus bir kap, yiyeceklerini toplayıcı bir el, nefes alacak bir
burun, sırtına yük yükleyecek bir kol, ağırlık kaldırıcı bir vinçtir. Allahü
teâlâ, fili binicilerinin faydalanacağı bir vasıta olarak yaratmış, ayrıca özel
anlayış kabiliyeti de vermiştir. Bu sayede ehlileştirilip yük taşır ve savaşta
kullanılır.
Zürafa, yüksek yaylalarda, kayalık, ağaçlık yerlerde yaşar. Cenab-ı
Hakkın kendisine ihsan ettiği uzun boynu sayesinde diğer hayvanların
yetişemediği, çıkamadığı yüksek yerlerdeki otlardan, ağaçların tepesinden
rızkını temin eder.
Balık suda yaşar. Allahü teâlâ, balıkların suda kolayca gidebilmeleri
için yüzgeçler yarattı. Suda boğulup ölmemeleri için akciğer yaratmadı. Su
içindeki oksijeni alabilecek solungaçlar yarattı. Balığın ayağı olmadığı halde
suda çok süratli hareket edebiliyor. Deniz üzerinde uçan kanatlı balıklar da
vardır. Mürekkep balığı tehlikeyi sezdiği zaman, derhal bir boya ifraz ederek,
ortalığı karartır ve görünmez olur, nereye gittiği anlaşılamaz.
Bukalemun, hareket kabiliyeti az olduğu için düşmanlarından kaçamaz;
fakat Allahü teâlâ buna renk değiştirme özelliği vermiştir. Çevreye kolaylıkla
uyar. Kırmızı, yeşil veya sarı renge bürünebilir. Bulunduğu yerin rengine
uyarak, kamufle olur, düşmanlarından korunabilir. Gözleri her tarafa dönebilecek
şekilde yaratılmıştır. Bir gözüyle karşısına bakarken, öteki gözüyle de arkasını
görebilir. Öyle ki, avını veya düşmanını başını çevirmeden görebilir. Vücudunun
uzunluğu kadar dili vardır. Arkasındaki avına kolayca ulaşabilir, dilini bir ok
gibi fırlatır. Dilinin ucu yapışkan olduğundan avını hemen yakalar. Dilin
ucundaki yapışkan kısma isabet eden avın kurtulma ihtimali yoktur. Her hayvanın
rızkını veren ve düşmanları için kendilerine uygun silahlar yaratan Allahü
teâlânın kudreti sonsuzdur. Bunu ancak süper ahmak olanlar inkâr edebilir.
Karınca, topladığı tanelerin yerdeki nem sebebiyle yeşerip bitmemesi için
taneleri parçalar. Islanan tanelerin çürüyüp bozulmaması için de dışarı çıkarıp
kurutur. Sellerin zarar vermemesi için yuvasını yüksek yere yapar. Allahü teâlâ,
topluluk halinde yaşamayı, yardımlaşmayı, kış için azık toplamayı karıncaya
ilham etmiştir. Bu ilhamı veren cenab-ı Hakkın şanı çok yücedir.
Arı da topluluk halinde yaşar. Her grup kendisine bir başkan seçer. Eğer
ikinci bir başkan çıkarsa onu öldürürler. Arı dışkılarını balın içine koymaz.
Dışarıya bırakır. Uzak yerlere gidip dolaştıktan sonra şaşırmadan kovanını
bulur. Balın imalini, yapısını, faydalarını, bal mumunu, peteklerin altıgen
şeklinde yapılışını anlatmak için kitap yazmak gerekir. Akılları durdurucu
duyguları arıya ilham eden Allahü teâlânın hikmetlerini anlamak ve anlatmak
mümkün müdür?
Karasinek, altı ayaklı olarak yaratılmıştır. Dördüyle yürür, ikisi
yedektir. Yürüdüğü ayakları çamurlanırsa yedek ayaklarıyla bunları silip
kurular.
Örümcek, yuvasını yapmak ve avına tuzak kurmak için ağ deposuyla
yaratılmıştır. Kurduğu ağ, sineklerin ve bazı böceklerin ayaklarına takılır.
Örümcek, tuzağa yakalanan haşereyi, sıvı bir maddeyle etrafını sararak, her an
taze yiyebilmek için onu konserve haline getirir. Acıkınca biraz yer, sonra
yediği yeri mumyalar. Bütün bu işleri örümceğe ilham eden Allahü teâlânın
kudreti sonsuzdur.
İpekböceği gibi hangi modern fabrika, ağaç yaprağından sağlam kumaş imal
edebilir? İpekböceğine dut yaprağı yemesini, ondan ipek imal etmesini ilham eden
Allahü teâlâ, insanların istifadeleri için neler yaratıyor. İpekböceği, zamanla
kelebek olur. Eğer kurt [larva] halinde kalsalardı, üremeleri mümkün olmazdı.
Bunlar tesadüf demek ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Ayaksız yürüyen yılan, su içer, inek de su içer. Aynı su, birinde zehir,
birinde süt olur.
Kaplumbağa tehlike görünce büzülüp taş haline gelir.
Kirpi keven dikeni gibi büzülür. Ateş böceği ışık saçar.
Tahtakurusu, kan emmek için duyargasının ısı ve koku alma yoluyla kan
emeceği insanı tanır; çünkü böceğin duyargası hassas bir antendir. Bununla,
hafif bir ısının yol açtığı hava dalgasını fark eder. Kanını sevdiği bir insanın
etrafına birkaç sıra kanını sevmediği kişilerden barikat kurulsa, tahtakurusu
hepsini geçip kanını sevdiği insana gelir. Kiminden kaçar kimine koşar. Küçücük
böceği böyle bir hisle yaratan Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur.
Yarasa, memeli hayvanlar içinde uçabilen tek hayvandır. Ses dalgalarına
karşı muazzam hassastır. 200 bin frekanslı sesleri rahatlıkla duyar. Hâlbuki
insan, azami 20 bin titreşimi ses olarak duyar. Karanlık gecede rahatlıkla bir
yere çarpmadan uçar. Uçarken, kanat çırparken insanların duyamayacağı yüksek
frekanslı sesler çıkarır. Bu sesler bir cisme çarpınca hemen yarasaya geri
akseder. Yarasa bu cisimlerin hareketli veya sabit olduğunu anlar. Ona göre
vaziyet alır. Bu sayede avını yakalar, düşmanından kaçar.
Yarasa, dinlenirken baş aşağı durur. Kanatları ile vücudunu öyle örter
ki, yağan yağmurlar kanatları üzerinden aşağı akarak vücudu ıslatmaktan korur.
Kapalı yerlerde de tavana yapışıp baş aşağı durur.
Yarasa, bazı hayvanlar gibi, kışlık yiyeceği koyacak yer bulamaz. Kışın aç
kalmamak için Allahü teâlâ bu çeşit hayvanlara kış uykusu ihsan etmiştir.
Yarasa, kış uykusu esnasında vücudundaki yağı azar azar tüketir. Yağ tabakası
aynı zamanda hayvanın üşümemesini sağlar.
Yarasanın bir kısmı sivrisinek ve mahsule zarar veren böcekleri yer. Bir
kısmının gübresinden istifade edilir. Gübresi ziraat dışında, barut yapmak için
güherçile imalinde kullanılır. Her hayvanın yaşaması için çeşitli imkânlar
yaratan ve hayvanlardan çeşitli şekilde istifade sağlayan hikmet sahibi
Rabbimize hamd olsun!
Kendilerine mahsus silahları var
Her hayvan, neslini devam ettirecek şekilde yaratılmıştır. Düşmandan
korunacak, avını yakalayacak silahı vardır. Mesela bir cins çekirge, düşmanı
saldırınca, çok kötü kokulu ve zehirli köpük fışkırtır. Düşmanı saldırmaktan
vazgeçmek zorunda kalır. Bir cins hamamböceği de, düşmanına karşı çok sıcak bir
sıvı fışkırtır.
Kuşlardaki ilginç özellikler
Allahü teâlâ, her kuşun kolayca uçabilmesi, gıdasını toplayabilmesi,
soğuktan, sıcaktan korunması, kendini savunması ve üremesi için muhtaç olduğu
her şeyi en uygun şekilde yaratmıştır. Mesela, yerde yürüyebilmesi, uçuş için
yerden yukarıya yükselmesine ve yere konmasına yardımcı olması için kuşları iki
ayaklı yaratmıştır.
Fazla soğuk ve sıcaktan etkilenmemesi için kuşun vücudunu tüylerle kaplı olarak,
ayak derilerini de kalın ve dayanıklı olarak yaratmıştır. Kuşların ayak derileri
de tüylü olarak yaratılsaydı, çamura girince çamur tüylere yapışıp uçuşa mani
olurlardı. Uçuş esnasında tüylerin kolay kopup kuşların çıplak kalmamaları için
deriye çok sağlam raptetmiştir. Bunun gibi, yağmurdan etkilenmeyecek biçimde
tüyleri kaygan bir özellikte yaratmıştır.
Kuşlardaki kanatların hikmetini düşünmeye çalışmalıdır! Kalın tüyleri tutan
kemiğimsi çubuk olmasaydı, tüyleri bütün vücutta kıl gibi bitseydi, rüzgâra
karşı mukabele edemezdi. Tüyleri tutan çubuk kalın olduğu halde içi boş
olduğundan uçuşa mani değildir. İlikleri olmayıp içi boş olduğu için uçmaları
kolaylaşır ve kırılmaları da zorlaşır.
Leylek gibi uzun ayaklı kuşların suda kolayca gıdalarını almalarını
sağlamak için boyun ve gagalarını da uzun yaratmıştır. Ayaklar uzun olduğu halde
boynu kısa olsaydı veya ayakları kısa olduğu halde boynu uzun olsaydı
gıdalanmaları mümkün olmayacak kadar zor olurdu. Mesela gagası kısa olsaydı, su
içinde boğulabilirdi.
Allahü teâlâ, her cins kuşa, beslenmelerine uygun şekilde gaga yaratmıştır.
Gaga, keskin olduğu için bıçak vazifesini görür. Gaga ile parçalanıp yenen
şeyler, karındaki yüksek ısı sayesinde gayet ufak olarak öğütülür, böylece
dişlere lüzum kalmaz.
Cenab-ı Hak, kuşların üremesini yumurta ile yarattı. Eğer yavrusunu karnında
yaratmış olsaydı, bu hâl, kuşun uçmasına mani olurdu. Kuluçka müddeti boyunca
yumurtaların üzerinde yatması kuşa ilham olunmuştur. Güvercinler, kuluçkadaki
yumurtalar soğuyup bozulmasın diye biri çıktığı zaman diğeri ona vekâlet ederek
kuluçka müddetince nöbetleşe yumurtalar üzerinde yatıyorlar. Sanki bu tedbir
kalkınca yumurtaların bozulacağı kendilerine öğretilmiştir. Kuşlara bunları kim
öğretmiştir? Bütün bunlar tesadüfî şeyler değildir. Cenab-ı Hakkın kudretinin
tezahürüdür.
Leylekler, Anadolu’dan kalkıp Afrika’ya göç ediyorlar. Göç sadece leylekler
arasında değil, başka kuşlar arasında da meydana gelmektedir. Turna ve kırlangıç
gibi Amerika’da ötleğen denilen kuşları, Kanada’daki yazlık yuvasını terk
ederek, dağ, orman ve nehirler aşarak 4–5 bin km.lik bir seyahatten sonra Güney
Amerika’daki kışlıklarına ulaşırlar. Üç gün, geceli gündüzlü hiç durmadan kafile
halinde uçarlar.
Göçmen kuşlar, uygun rüzgârlar bulabilmek için yerden 6 km yukarılara
kadar çıkarlar. Yiyecek bulmak ve soğuktan korunmak için göç ederler. Seyahate
çıkmadan önce vücutlarına yağ depo ederler. Yağın, aynı miktardaki protein ve
karbonhidrata göre iki misli enerjiye sahip olması, kuşlar için en iyi bir yakıt
olmasına sebeptir. Kuşlar, eski yuvalarını bulmak için gündüzleri Güneşi,
geceleri ise yıldızları pusula olarak kullanırlar. Sisli ve bulutlu havalarda
ise, pusula olarak yerin manyetik sahasını kullanırlar. İnsanlar frekansı
16000’den az olan sesleri işitemediği halde, kuşlar rahatça işitebildikleri için
yollarını kolayca bulabiliyorlar.
İnsanlar, mevcut olan yerçekimi kanununu 17. asırda öğrenmişken, kuşların,
asırlardan beri yerin manyetik alanıyla çekim gücü arasındaki açıyı ölçerek
yönlerini tayin etmeleri bir tesadüf olamaz. Kâinatta tesadüflere yer yoktur.
Her şey kudret sahibi Yüce Rabbimizin yaratmasıyla meydana gelmektedir.
Deve: Her hayvan ve her vasıta çöldeki kuma batmadan kolaylıkla gidemez.
Çölde her zaman su bulmak güçtür. Kavurucu sıcaklar su kaybına, terlemeye sebep
olur. Allahü teâlâ, çölün şartlarına uygun bir hayvan yaratmıştır. Bu acayip
hayvan devedir. Ayaklarının tabanı yastık gibi yumuşak olduğundan, diğer
hayvanların aksine kuma batmaz.
Deve, uzun müddet yiyip içmeden yaşayabilen bir hayvandır. Çölde aç kalan deve,
vücudundaki yağları yakarak gerekli gıdasını temin eder. Hörgücü yağ deposudur.
Uzun çöl yolculuğunda yedek gıda deposu olan hörgücünün yavaş yavaş azaldığı
görülür. Böylece kendi kendini besleyebildiği için açlık deve için bir problem
sayılmaz.
Devenin, ikinci önemli özelliği de, susuz yaşayabilmesidir. Kızgın kumlar
üzerinde ağır yükün altında bir hafta su içmeden yol alabilir. Bu da şaşılacak
bir özelliktir.
Devenin yağ deposu olan hörgücü aynı zamanda bir su kaynağıdır. Bilim
adamlarının aklının alamadığı kimyevi hadiseler neticesinde, hörgüçteki yağ suya
da dönmektedir. Yağ, hem gıda, hem de su ihtiyacını karşılamaktadır.
Nemli bir yere çöken deve, ihtiyacı olan suyu, yerin neminden alır. Tüyleri,
güneşin sıcaklığını yansıtabildiğinden, sıcağın yakıcı tesirinden korunarak su
ihtiyacı hissetmez. Devenin başka bir özelliği de, vücuttaki suyun kaybolmaması
için hemen hemen hiç terlemeyecek şekilde, kum fırtınasında kumların burnuna
kaçmaması için burnu hemen kapanacak şekilde yaratılmıştır.
Otlarken dilini çıkarmadığı için su kaybı daha az olur. Az idrar çıkarır.
İdrardaki ürenin çoğu yeniden protein yapılarak hem gıda, hem de su kazanmak
için karaciğerinden geçer. Bütün bunları yaratan Allahü teâlânın kudreti
sonsuzdur.
Hayvanların yavru sevgisi
Yırtıcı kuşlar ve bazı hayvanlar yavrularına hiçbir zarar vermeden uzak
yerlere götürürler. Yarasalar emin yer bulana kadar 2–3 gün yavrularını
sırtlarında taşırlar. Aksilokop hayvanı yumurtladıktan hemen sonra ölür,
yavrusunu hiç görmez buna rağmen yumurtadan çıkacak yavrusuna gösterdiği ihtimam
dikkate şayandır. Yavrusu bir yıl gıdasını temin etmeye muktedir değildir.
Bundan dolayı anne, bir ağaç parçasında uzunca bir oyuk meydana getirir. Çiçek
yapraklarını ve bazı yumuşak dalları buraya doldurmaya başlar ve oraya bir
yumurta bırakır. Sonra ağaçtan çıkardığı tozları hamur haline getirip tavan
yapar. Bundan sonra başka bir yuva yapmaya koyulur. Buraya bıraktığı yiyecekler,
bu yavruya tam bir yıl yeter.
Eşek arısı toprakta kazdığı çukura yumurtasını bırakmadan önce avladığı
hayvanları da yumurtanın yanına bırakır. Sonra üstünü örter.
Bir serçenin yeni çıkmış bir yavrusu için günde 1217 kere gıda aramak için
sefere çıktığı tespit edilmiştir.
Yavrularını kaybeden hayvanların, üzüntülerinin insanlardan daha çok olduğu
tespit edilmiştir.
At, yavrusu öldüğünde acı acı kişner, gözlerinden yaşlar akar, ölüsünün
başına kimseyi yaklaştırmaz. Gömdükten sonra başında bekler. Yemeden içmeden
kesilir. Bazılarında bu üzüntü, ölümle sonuçlanır.
Tavuk, kaz, köpek gibi hayvanların yavrularını vermemek için insanlara
saldırdığı, kedilerin, yavrularını ağızlarına alarak, onları incitmeden
götürdükleri görülmüştür.
Yaban domuzu avında, domuzların, yavrularını bırakıp kaçmadığı, bilakis,
yavrularını burunlarıyla iterek kaçmalarını sağladığı çok görülmüştür.
Kanguru, tehlike görünce yavrularını karnındaki torbaya doldurup kaçar.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, yüz rahmetinden birini mahlûkat arasında taksim etti. Bununla
anne evladına şefkat eder, hayvanlar yavrularını sever ve bütün mahlûkat
birbirine merhamet eder.) [Ebu Ya’la]
Nesillerini devam ettirebilmeleri için hayvanlara da bu sevgiyi veren Allahü
teâlânın kudreti sonsuzdur.
Su, ateş ve hava’nın önemi
Su: Her canlıyı sudan yaratan Allahü teâlâ hayatın devamı için suyu
insanların istifadesine vermekle en büyük nimetlerden birini ihsan etmiştir.
Susuz kalmayan, suyun kıymetini kolay anlamaz. Ayrıca Allahü teâlâ, bol bol
ihsan ettiği için kıymeti herkesçe bilinmemektedir. Her meyve, sebze ve diğer
bitkilerle, her canlının varlığı suya bağlıdır. Yenilen gıdaları suyla sindirme
zarureti vardır. Su olmasaydı, sindirim gerçekleşmez, yaşamak da mümkün olmazdı.
Suyun temizleme özelliği bile ne büyük nimettir. Suyla yapılan ihtiyaç
maddelerine bakmak, suyla pişirilen yemekleri düşünmek gerekir. Şiddetle muhtaç
olduğumuz suyun kadrini biliyor muyuz? Su nimetindeki hikmetleri düşünebilen
kimsenin, Yaratanın büyüklüğünü anlayıp teslim olmaması mümkün müdür?
Ateş: Allahü teâlâ, insanlar için en büyük nimetlerden biri olan ateşi
bir lütuf ve ihsan olarak ihtiyaca yetecek kadar yarattı. Her canlıda ısı
mevcuttur. Ateş nimetinin de faydaları sayılamayacak kadar çoktur. Ateş
sayesinde madenler eritilerek çeşitli sanayilerde kullanılmakta, yemekler
pişirilmektedir. Kışın soğuktan ateş sayesinde korunulur. Bütün aydınlatma
cihazları yine ateş sayesinde mümkün olmaktadır. Ateşi istediğimiz gibi çeşitli
işlerde kullanmamızı ihsan eden cenab-ı Hakka ne kadar şükretsek azdır.
Hava: Eğer bir müddet hava nimeti yok olsa, bütün canlılar helak olur.
Uçsuz bucaksız boşluk havayla dolu olduğu için, bu büyük nimetten habersiz
yaşanıyor. Birkaç dakika nefes alıp veremesek ölürüz. Hava olmasaydı, uçaklar
uçamazdı. Gemiler ve diğer vasıtalar da havaya muhtaçtır. Yağmur bile hava
sayesinde düzgün yağmaktadır; çünkü hava olmasaydı, yağmur kütle halinde düşer,
ondan istifade zorlaşır, hatta felaket olurdu. Hava ve rüzgâr olmasaydı,
yağmurlar hep belli yerlere düşer, birçok yerlere de yağmaz, böylece fayda
yerine zararı olurdu. Bazı yerlerde kuraklık hüküm sürerken, bazı yerlerde
devamlı seller meydana gelir, birçok şeyler harap olurdu. Hava olmasaydı
kuraklık hüküm süren yerlerde bitkiler kurur, pınarlarda su kalmazdı. Böylece
havada istenilen nem bulunmayacağı için ziraat yapılamaz, hastalıklar baş
gösterir, kıtlık ve felaket meydana gelirdi.
Diğer maddeler:
Allahü teâlâ, insanoğlu için bunlar gibi daha nice sayısız nimetler
yaratmıştır. Bunları kullanabilmek için akıl ihsan etmiştir. Bu ihsanlara karşı
kulluk vazifesini yapmak gerekmez mi?
Toprak: Yeryüzünde toprak olmayıp hep kaya ve taş gibi sert maddeler
bulunsaydı, ziraat yapılmaz, toprak nimetinden istifade edilemezdi.
Yer çekimi kuvvetinin yaratılması ne büyük nimettir. Yer çekimi olmasaydı
yeryüzünde yaşamak mümkün olmazdı. Hiçbir şey konduğu yerde durmaz, hafif bir
etki ile göklere yükselirdi.
Dünyanın oval olması, mevsimlerin meydana gelmesine sebep olmaktadır.
Gece ve gündüz ise, yer kürenin kendi ekseni etrafında dönmesiyle meydana
gelmektedir.
Denizdeki hayvanlar, karadaki hayvanlardan daha fazladır. Bütün bu
hayvanların rızıklarını veren Allahü teâlâ, hayvanları su içinde nefes alacak
şekilde yaratmıştır. Deniz içinde boyu 25 metreyi bulan Anber balıklarını
yaratmış, istiridye cinsinin karnında yüksek değerli inciler ve kabuklarından
düğme ve süs eşyası yapılan sedefler yaratmıştır. Cenab-ı Hak, suya belli
kaldırma kuvveti vermeseydi, denize giren suyun dibine batar, bir daha çıkamaz,
gemiler yüzemez, balıklar yaşayamazdı. Bunların her biri birer harikadır.
Bunları göremeyen gözler kördür.
Doğal felaketler: Sel, deprem, kuraklık gibi felaketlerin ara sıra
meydana gelmesi, Allahü teâlânın sonsuz nimetlerine, lütuf ve ihsanına karşı
isyanda olanları ikaz mahiyetindedir. Hiçbir nimet ve felaket sebepsiz değildir.
Düşünenler için sayısız hikmetleri vardır.
Kâinat ve düzenli hayat
Canlı cansız bütün varlıklar bir düzen içindedir. Her maddenin yapısında,
her olayda, her reaksiyonda, hiç değişmeyen bir düzen, bir matematik bağlantı
vardır. Bunlara fizik, kimya, astronomi ve biyoloji kanunları diyoruz. Bu
değişmez düzenden faydalanarak, insanlar fabrikalar kuruyor, ilaçlar imal
ediyor, radyolar, televizyonlar, elektronik beyinler yapıyor. Mahlûklarda, bu
düzen olmasaydı, her şey rastgele olsaydı, bunların hiçbiri yapılamazdı. Her şey
bozulur, yok olurdu.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Gökleri yedi kat ve birbirine ahenkli şekilde yaratan Rahmanın yarattığı her
şeyde bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü çevir de ibretle bak, bir aksaklık, bir
eksiklik var mı? Bir aksaklık var mı, diye gözünü tekrar çevir de bak, ama
umduğunu bulamayıp bitkin düşersin.) [Mülk 3–4]
Varlıkların düzenli, bağlantılı, kanunlu olmaları; bunların kendiliklerinden,
rastgele var olmadıklarını; her şeyin bilgili, kudretli, gören, işiten,
dilediğini yapan bir yaratıcı tarafından var edildiğini göstermektedir. O,
dilediğini var veya yok eder. Bir şeyi var etmeye ve yok etmeye, başka şeyleri
sebep yapmıştır. Bu sebepleri yaratmasaydı, varlıkların arasında bu düzen
olmazdı. Her şey karmakarışık olurdu. Fen, medeniyet hâsıl olamazdı. Bir
yaratıcının olduğu da bilinemezdi.
O, varlığını bu düzeniyle belli ettiği gibi, insanlara çok acıyarak, var
olduğunu da ayrıca bildirmiştir.
Âdem aleyhisselamdan başlayarak, her asırda, dünyanın her yerindeki insanlar
arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melekle haber vererek,
kendini bildirmiş ve insanların dünyada ve ahirette rahat etmeleri, iyi
yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları gerektiğini açıklamıştır.
Böyle üstün insanlara Peygamber, bildirdiklerine de Din
denir. İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü
kimseler, peygamberlerin kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski
dinler unutulmuş, bozulmuştur. Kötü insanlar, uydurma dinler de meydana
getirmişlerdir.
Her şeyi yaratan yüce Allah, insanlara çok acıdığı için, kullarına son bir
peygamber ve yeni bir din yani Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselam ile
İslam dinini göndermiştir. Bu dini, kıyamete kadar koruyacağını, kötü insanlar
saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklar ise de, kendisi bunu,
bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.
Yaratıcıyı inkâr
Sual: Çok kimse, Tanrıdan, Cennetten, Cehennemden bahsediyor. Bugün bilim
bunların hurafe olduğunu, bir yaratıcı olmadığını, her şeyin tesadüfen meydana
geldiğini, ölünce herkesin toprak olacağını, kimsenin artık dirilemeyeceğini
bildiriyor. Zamanla herkes ateist olacak, Tanrıya inanan kalmayacak. Niçin
boşuna uğraşılır ki?
CEVAP
Her şeyin tesadüfen meydana geldiğini bilim değil, ateist söylüyor. Bilim
ise aksini söylüyor. Bir ateist, bırakın bir karınca yaratmayı, bir buğday
tanesi, bir arpa tanesi yapamadığı halde, muazzam bir varlık olan insanın
kendiliğinden tesadüfen yaratıldığını söylemesi mi hurafe, yoksa gerçek olan mı
hurafe? Güneş, ay, yıldızlar, kâinattaki varlıklar kendiliğinden mi oldu?
Ebedi Cehennem azabına müstahak olmayı düşünmek, ne kadar ahmaklık olur.
Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan bir ateiste diyor ki:
(Biz inanıyoruz. Diyelim ki, senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı,
inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Bizim inancımız doğru olduğu
için, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın.)
Ateist ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, o
Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde
yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette, ikincisini
seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder?
Hâlbuki ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. Hangi şey
tesadüfen yaratılmıştır ki? Kendiliğinden meydana gelmiş bir eser var mıdır? O
halde aklı, ilmi olanın, Allah’a ve ahirete inanması gerekir.
Heykelin büyük ustası
Sual: Ateist bir tanıdık, (Heykelin büyük ustası Rodin İstanbul’da aynen
canlı gibi heykel yapıyor) diyerek Rodin’i övüp, ona olan hayranlığını belirtti.
Bu ateiste ne denebilir?
CEVAP
Şöyle denebilir: (Canlı gibi heykel yapana hayranlık duyuyorsunuz da, bizzat
canlı olarak yaratana niye hayranlık duymuyorsunuz?)
Bırakın taşı yontmayı, etten vücut bile yapılsa ona nasıl can verilebilir ki? Bu
kadar aciz olan insan, her şeyi Yaratanı nasıl inkâr eder ki? Bir heykel bile
tesadüfen yapılmıyor, ustası var da, kâinattaki diğer şeyler ustasız nasıl
yapılır? Ateist, düşünmekten korkan ve inanmaktan mahrum kalan biridir.