Peygamberimizin amcası.
Hazret-i Abbâs, gençlik zamanında, ticâretle uğraştı ve çok zengin oldu.
Kardeşlerinin içinde en zengini oydu. Abisi Ebû Tâlib’in ise mâli durumu çok
kötü idi. Resûlullah efendimizin teklîfi ile Ebû Tâlib’in oğlu Ukayl’in
yetişmesine yardımcı oldu ve abisinin yükünü hafifletti.
Resûlullah efendimiz, İslâmiyeti anlatmaya başlayınca, Hazret-i Abbâs muhâlefet
etmeyip, akrabâlık şefkatinden dolayı, Peygamber efendimize yardımda bulundu ve
destek oldu.
Biz Onu koruduk
Müslüman olmadığı hâlde, Akabe bî’atında Peygamber efendimizin yanında bulunup,
orada te’sîrli konuşmalar yaptı. Bî’at etmek için gelen Medîneli Müslümanlara
şöyle hitâb etti:
- Ey Medîneliler! Bu, kardeşimin oğludur. İnsanların içinde en çok sevdiğim Odur.
Eğer, Onu tasdîk edip, Allahtan getirdiklerine inanıyor ve beraberinizde alıp
götürmek istiyorsanız, beni tatmîn edecek sağlam bir söz vermeniz lâzımdır.
Bildiğiniz gibi, Muhammed aleyhisselâm bizdendir. Biz, Onu, Ona inanmıyan
kimselerden koruduk. O, bizim aramızda izzet ve şerefiyle korunmuş olarak
yaşamaktadır. Bütün bunlara rağmen, herkesten yüz çevirmiş ve sizinle beraber
gitmeye karar vermiş bulunmaktadır.
Eğer siz, bütün Arap kabîlelerinin birleşip, üzerinize hücûm ettiğinde, onlara
karşı koyacak kadar savaş gücüne sahipseniz, bu işe karar veriniz! Bu husûsu
aranızda iyice görüşüp konuşunuz. Sonradan ayrılığa düşmeyiniz! Verdiğiniz sözde
durup, Onu düşmanlarından koruyabilecek misiniz?
Bunu lâyıkıyla yapabilirseniz ne âlâ. Yok, Mekke’den çıktıktan sonra Onu yalnız
bırakacaksanız, şimdiden bu işten vazgeçiniz ki, yurdunda şerefiyle korunmuş
hâlde yaşasın!
Buna karşılık Medîneli Müslümanlar, “Biz, Resûlullahı malımız ve canımız
pahasına koruyacağız. Biz, bu sözümüzde sâdıkız” dediler ve Resûlullah
efendimize bî’at ettiler. Sonra Hazret-i Abbâs şöyle duâ etti:
- Allahım! Sen onların, yeğenim hakkında verdikleri sözü, Onu korumak için
ettikleri yemîni işiten ve görensin. Kardeşimin oğlunu sana emânet ediyorum yâ
Rabbî!
Peygamber efendimizin amcası olan Hazret-i Abbâs çok zengin olup, çok cömert idi.
İkrâm ve ihsânları çok meşhûr idi. Fakîr, fukarâyı sevindirmeyi çok severdi.
Özellikle köle satın alıp, azâd etmekten çok memnun olurdu. Yetmiş kadar köle
azâd etmiştir.
Yakın akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarına riâyete çok dikkat ederdi.
Peygamber efendimiz, kendisini çok severdi. Bir defasında buyurdu ki:
- Allahım, Abbâs’ı ve oğullarını magfiret eyle ve bağışla! Öyle ki, hiç
günâhları kalmasın! Yâ Rabbî, onu ve oğullarını meydana gelecek âfet ve
belâlardan koru!
Akrabâlık hakkı
Peygamber efendimiz birgün, Hazret-i Abbâs’a sordu:
- Sana bir ihsânda bulunayım mı? Sana, akrabâlık hakkını ödeyip faydalı
olayım mı?
- Evet yâ Resûlallah!
- Sana bir şey öğreteyim ki, onu yaptığın zaman, eski- yeni, önceki-sonraki,
gizli-açık, hatâen veya kasten işlediğin bütün günâhları Allahü teâlâ affeder.
- Yâ Resûlallah öğreteceğin bu şey nedir?
- Dört rek’atli namaz kıl! Her rek’atte, sübhânekeden sonra on defa, (Sübhânallahi
velhamdülillâhi velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber) dersin. Fâtiha’dan sonra bir
zammı sûre okuyup ayakta iken onbeş defa tekrar, (Sübhânallahi velhamdülillâhi
velâ ilâhe illâllahü vallahü ekber) dersin!
Rükü’a eğilince bunu on defa söylersin! Rükü’dan kalktığında ayakta olduğun
hâlde, bunu on defa söylersin! Sonra secdeye varır, orada on defa söylersin!
Secdeden kalkıp oturduğunda on defa söylersin! Tekrar secdeye vardığında on defa
söylersin!
Sonra ikinci rek’ata kalkarsın! Birinci rek’attaki gibi dört rek’atı da
kılarsın! Bu her rek’atta yetmişbeş, dört rek’atta üçyüz eder. Artık senin
günâhların Alic’in (yürümekle dört gecede katedilen kumluk bir yer) kumlarının
sayısı kadar da olsa, Allahü teâlâ seni bağışlar. Bunu hergün bir defa kılmaya
gücün yeterse kıl!
- Yâ Resûlallah, bunu hergün yapmaya kimin gücü yeter?
- Hergün kılmaya gücün yetmezse, her Cum’a bir defa kıl! Her Cum’a kılamazsan,
ayda bir defa kıl! Ayda bir defa kılamazsan senede bir defa kıl! Senede bir defa
kılamazsan ömründe bir defa olsun kıl!
Kazâ borcu olanlar
Kazâ borcu olan, nâfile namaz yerine kazâ namazlarını kılarak, önce borcunu
ödemelidir! Çünkü kazâ borcu olanların nâfilelerine sevâb verilmez.
Hazret-i Abbâs, Kureyş’in ileri gelenlerinden ve reislerinden idi. Mescid-i
Harâmın tâmirâtı ve gelen hacılara su dağıtmak (sikâye) hizmetini yürütürdü.
Müslüman olduktan sonra da bu vazîfeyi devam ettirdi. Hazret-i Abbâs ve
kardeşleri, hac mevsiminde zemzem kuyusu önünde dururlar, isteyenlere, kuyudan
su çekip verirlerdi.
Hazret-i Abbâs, Peygamber efendimizin en çok sevdiği amcalarındandır.
Abdülmuttalib’in en küçük oğludur. Peygamber efendimizden üç yaş büyüktür.
Kurtuluş akçesi
Bedir savaşında daha Müslüman olmamıştı. Müşriklerin zoruyla savaşa sokuldu.
Savaş sonunda, esîr edilip Medîne’ye götürüldü. Peygamber efendimiz kendisine
buyurdu ki:
- Ey Abbâs, kendin, kardeşinin oğlu Ukayl bin Ebû Tâlib ve Nevfel bin Hâris
için kurtuluş akçesi öde! Çünkü sen zenginsin.
- Yâ Resûlallah, ben Müslümanım. Kureyşliler beni zorla Bedir’e getirdiler.
- Senin Müslümanlığını Allahü teâlâ bilir. Doğru söylüyorsan Allah sana
elbette onun ecrini verir. Fakat senin hâlin, görünüş i’tibâriyle, aleyhimizedir.
Bunun için sen kurtuluş akçesi ödemelisin!
- Yâ Resûlallah, yanımda 800 dirhemden başka param yoktur.
- Yâ Abbâs, o altınları niçin söylemiyorsun?
- Hangi altınları?
- Hani sen Mekke’den çıkacağın gün, hanımın Hâris’in kızı Ümmül Fadl’a
verdiğin altınlar. Onları verirken, yanınızda sizden başka kimse yoktu. Sen,
Ümmül Fadl’a, “Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Eğer bir felâkete
duçar olup da dönemezsem, şu kadarı senindir. Şu kadarı Fadl içindir. Şu kadarı
Abdullah içindir. Şu kadarı Ubeydullah içindir. Şu kadarı da Kusem içindir”
dediğin altınlar?
Peygamber efendimiz altınlar hakkında bu kadar teferruatlı bir şekilde bilgi
verince, Hazret-i Abbâs çok şaşırdı:
- Allaha yemîn ederim ki, ben bu altınları hanımıma verirken yanımızda kimse
yoktu. Bunları sen nereden biliyorsun?
- Allahü teâlâ haber verdi.
- Senin, Allahü teâlânın Resûlü olduğuna şimdi gerçekten inandım. Doğru
söylediğine şehâdet ederim.
Hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu.
Hazret-i Abbâs Müslüman olunca, Resûlullah onu Mekke’de görevlendirdi. Müslüman
olduğunu kimseye söylemedi. Mekke’de olup bitenleri, gizlice Peygamber
efendimize bildirirdi. Bir zaman sonra Peygamber efendimizin hasretine
dayanamayıp, Medîne’ye gelmek istediğini mektupla bildirdiğinde, Peygamber
efendimiz buyurdu ki:
- Senin bulunduğun yerdeki cihâdın daha güzel ve faydalıdır.
Muhâcirlerin sonuncusu
Hazret-i Abbâs, Mekke’nin fethine dâir yapılan hazırlıkların son safhada
olduğunu haber alınca, artık Mekke’de kalmayı lüzûmlu bulmayıp, fetihten az bir
zaman önce Medîne’ye hicret için yola çıktı. Zü’l-huleyfe’de Resûlullaha kavuştu.
Âilesini Medîne’ye gönderip, kendisi Mekke’nin fethinde, Peygamber efendimizin
yanında bulundu. Peygamber efendimiz ona buyurdular ki:
- Ey Abbâs! Ben, Peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de muhâcirlerin
sonuncususun.
Hazret-i Ebû Süfyân, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman oldu. Kendisiyle
Hazret-i Abbâs ilgilendi. Ebû Süfyân, Müslümanların bir sabah vakti namaz için
coşkun hazırlıklarını görünce dedi ki:
- Ey Abbâs! Müslümanlara yeni bir şey mi emredildi?
- Hayır, onlar namaza hazırlanıyorlar.
Daha sonra Ebû Süfyân’a abdest aldırıp, Resûlullaha götürdü. Resûl aleyhisselâm
namaz için cemâ’atin önüne geçip tekbîr aldı. Cemâ’at da büyük bir vecd içinde
Ona uydu. Onların rükü ve secdedeki hâllerini gören Ebû Süfyân dedi ki:
- Ey Abbâs! Böyle itâati ne İran saraylarında, ne Rum diyârlarında gördüm.
Doğrusu, yeğenin büyük bir hükümdâr olmuş.
Bunun üzerine Hazret-i Abbâs dedi ki:
- Ey Ebû Süfyân! Bu iş saltanat değil, nübüvvettir.
Hazret-i Abbâs, Resûlullahın yakını olması sebebiyle, Eshâb-ı kirâm arasında
ayrı bir yeri vardı. Sözü dinlenirdi.
Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-ı kirâmın aklı başından gitti. Mescidde
ağlaşmaya başladılar. Hiç kimsenin inanası gelmiyordu.
Hele Hazret-i Ömer, tamamen kendinden geçmiş bir hâlde idi. Peygamber
efendimizin mübârek yüzüne bakıp, “Resûlullah bayılmış, fakat baygınlığı çok
ağır” diyordu. Ölüm sözünü ağzına almadığı gibi, kimsenin de söylemesini
istemiyordu. Dışarı çıkıp dedi ki:
- Kim, “Resûlullah öldü” derse, kılıcımla boynunu vururum!
Duyan var mı?
Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Abbâs’ın Eshâb-ı kirâm arasında bir ağırlığı
vardı. Eshâb-ı kirâmı ancak bunlar teskîn edebilirdi. Bunun için beraber mescide
gittiler. Hazret-i Abbâs buyurdu ki:
- Ey insanlar! Resûlullahın, “Ben vefât etmiyeceğim” dediğini içinizde duyan var
mı?
- Hayır böyle bir söz duymadık.
Sonra Hazret-i Ömer’e dönüp sordu:
- Yâ Ömer, bu husûsta sen birşey duydun mu?
- Hayır duymadım.
Sonra Eshâb-ı kirâma dönüp buyurdu ki:
- Hiç kimse Resûlullahın vefât etmiyeceğini söyleyemez. Cenâb-ı Hakka yemîn
ederim ki, Resûlullah ölümü tatmış bulunmaktadır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde,
“Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadır. Resûlullah
efendimiz, İslâmiyetin bütün hükümlerini tamamladıktan sonra aramızdan ayrıldı.
Artık kendimize gelip, defin işlerini tamamlayalım.
Sonra, Hazret-i Ebû Bekir de buna benzer konuşmalar yaptı. Böylece Eshâb-ı
kirâmın aklı başlarına geldi.
Hayber gazâsından sonra, Haccâc bin İlât hazretleri, Peygamber efendimizin
huzûruna gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah, benim Mekke’de çoluk çocuğum, mallarım var. Bunları buraya
getirmek istiyorum. Fakat, benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse, bunları
vermezler. Mekke’ye gittiğimde, sizin hakkınızda uygun olmayan sözler söylesem
uygun olur mu?
Bunun üzerine Peygamber efendimiz izin verdi.
Zafere ulaştı
Bu izin üzerine Mekke’ye gelip, Peygamber efendimizin esîr alındığını,
öldürülmesi için Mekke’ye getirileceğini söyledi.
Bu habere müşrikler çok sevindi. Hazret-i Abbâs ise, haberi alır almaz,
üzüntüsünden bayıldı. Kendinden geçmiş bir hâlde evine götürdüler. Bir müddet
sonra kendine geldiğinde, işin aslını öğrenmek için, kimsenin bulunmadığı bir
zamanda, Haccâc’ı evine çağırdı. Hazret-i Abbâs’ın perişan hâlini gören Haccâc
dedi ki:
- Yâ Abbâs sana müjde! Resûlullah, Hayber’de zafere ulaştı. Ben mallarımı
kurtarmak için Resûlullahtan izin alarak böyle söyledim. Buradan ayrıldıktan üç
gün sonra, yaptığım hîleyi onlara söyleyebilirsin.
Hazret-i Abbâs, Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazâsında da, Peygamber
efendimizin yanından ayrılmadı. İslâm ordusu, sabah gün ışımadan çukur ve geniş
bir vâdiden aşağı iniyordu. Düşman ordusu, önceden oraya geldiği için, vâdinin
her iki yanında gizlenip pusu kurmuştu.
Resûlullahın yanından ayrılmadı
Müslümanlar tam oraya geldiklerinde, düşman etraftan saldırmaya başladı.
Müslümanlar ne olduklarını anlayamadılar. Bir an karışıklık oldu. Hazret-i
Abbâs, Hazret-i Ebû Bekir ve birkaç kahraman, ölümü göze alıp, Resûlullahla
birlikte bir adım gerilemediler.
Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Yâ Abbâs! Sen onlara; “Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında bî’at
eden sahâbîler!” diye seslen!
Hazret-i Abbâs, iri yapılı ve heybetli idi. Bağırdığı zaman sesi çok uzaklardan
duyulduğu için, bütün gücüyle bağırdı:
- Ey Medîneliler! Ey Semüre ağacının altında Peygamberimize söz veren Eshâb!
Buraya toplanınız! Dağılmayınız!
Bunu işiten Eshâb-ı kirâm geri dönmek istediler. Fakat binek hayvanları öyle
ürkmüşlerdi ki, ba’zıları hayvanlarını geri döndüremediler. Binek hayvanlarından
kendilerini atmak mecbûriyetinde kaldılar. Müslümanlar toparlandılar ve şiddetli
bir muhârebeden sonra düşman yenik düştü. Askerlerinin çoğu öldürüldü. Bir kısmı
da esîr alındı.
Hazret-i Abbâs bin Abdülmuttalib, çok yiğit idi. Hazret-i Câbir anlatır:
“Resûlullah efendimiz Tâif’e gittiğinde, oradaki halka, elçi olarak Hanzala bin
Rebî’i göndermişti. Hanzala Tâiflilerle görüşürken, kendisini yakalayıp kaleye
hapsetmek istediler. Bunu gören Resûl aleyhisselâm buyurdu ki:
- Kim bunların elinden Hanzala’yı kurtarır? Bu işi başarana bütün gâzilerin
sevâbı verilecektir.
Hazret-i Abbâs bin Abdülmuttalib yerinden fırlayıp, yıldırım gibi koştu.
Hanzala’yı kaleye sokmak üzere olan Tâiflilere yetişerek, ellerinden aldı.
Kaleden Hazret-i Abbâs’a taş atıyorlardı. Bu sırada Resûlullah efendimiz de,
Hazret-i Abbâs’a duâ ediyordu. Hazret-i Abbâs yaralanmadan Hanzala’yı
Resûlullaha getirdi.”
Fâizini kaldırdı
632 senesinde Resûlullah efendimiz Eshâbıyla vedâ haccına gittiler. Peygamber
efendimiz, vedâ hutbelerinde, sevgili amcasından da bahsettiler... Fâizin yasak
olduğunu, ilk kaldırdığı fâizin, amcası Hazret-i Abbâs’ın fâizi olduğunu
bildirdiler.
Peygamber efendimizin vefâtından sonra mübârek cenâzelerini yıkamak üzere;
Hazret-i Ali, Hazret-i Abbâs ve oğulları Fadl ve Kusem, Üsâme bin Zeyd ve Sâlih
odaya girip kapıyı kapadılar. Peygamber efendimizi, gömleği üzerinde olduğu
hâlde yıkamaya başladılar.
Hazret-i Abbâs ve oğulları su döküp, Peygamber efendimizi sağa, sola
döndürdüler. Hazret-i Ali de yıkadı. Yıkadıkça, evin içine eşine rastlanmamış
çok güzel bir koku yayıldı. Üç parça kefen ile kefenledikten sonra, vefât ettiği
yere kabr-i şerîfi kazılıp, lahd şekline getirildi ve Resûlullah efendimizi,
kabr-i şerîfine koydular.
Hazret-i Ömer, fetihlerden elde edilen ganîmetlerden, Hazret-i Abbâs’a hisse
ayırırdı. Hazret-i Ömer, Mescid-i Nebevînin genişletilmesini istedi. Mescidin
hemen yanında Hazret-i Abbâs’ın evi vardı. Halîfe bu evi satın almak istedi. Hz
Abbâs ise evini hediye olarak verdi.
Ayağa kalkarlardı
Hazret-i Ömer, Medîne’de kuraklık olunca, Hazret-i Abbâs’ın duâ etmesini istedi.
Hazret-i Abbâs duâ edip, duâsı bereketiyle yağmur yağdı ve toprak yeşerdi.
Bundan sonra Hazret-i Ömer buyurdu ki:
- Abbâs, Allahü teâlâ ile bizim aramızda vesîledir.
Hazret-i Abbâs, Peygamber efendimize yakınlığı ve fazîletlerinin çokluğundan
dolayı herkes tarafından sevilir, sayılır, hürmet edilir bir zât idi. Herkes
kendisine imrenirdi. Dört büyük halîfe gibi büyük zâtlar, o gelince,
hürmetlerinden ve tevâzularından ayağa kalkarlardı.
Çok zengin idi. Medîne’ye yerleştikten sonra yapılan bütün muhârebelerde ve
özellikle, Bizans’a karşı gerçekleştirilen seferde, İslâm ordusunun techîzi için
çok yardım etti.
Ziyâdesiyle cömert olup, ikrâm ve ihsânları çok idi. Köleleri satın alıp azâd
eder ve böyle yapmayı çok severdi. Yetmiş köle azâd ettiği meşhûrdur. Yakın
akrabâyı ziyâret etmeye, onların haklarını yerine getirmeye çok dikkat eder,
muhtaç olanlara yardım ederdi.
Hazret-i Abbâs bin Abdülmuttalib, ömrünün sonunda göremez oldu. Hazret-i
Osman’ın şehîd edilmesinden iki sene evvel, 652 senesinde 88 yaşında Medîne-i
münevverede vefât etti. Cenâze namazını Hazret-i Osman kıldırdı. Bakî’
kabristanına defnedildi.
Kızlarından başka on erkek evlâdı vardı. Bunların içinde, Abdullah bin Abbâs
hazretleri ilimde çok yüksekti. Kızları içinde Ümmü Gülsüm ba’zı hadîs-i
şerîfler rivâyet etti.
Hazret-i Âişe şöyle anlatır:
“Resûlullah efendimiz Eshâb-ı kirâmı ile oturuyordu. Yanında Hazret-i Ebû Bekir
ile Hazret-i Ömer vardı. O esnâda Hazret-i Abbâs içeri girdi. Hazret-i Ebû Bekir
ona yer verdi. Hazret-i Abbâs, Resûlullahla Ebû Bekir arasına oturdu. Resûl
aleyhisselâm bu hareketinden dolayı Hazret-i Ebû Bekir’e buyurdu ki:
- Büyüklerin kıymetini büyükler bilir.”
Ben Abbâs'danım
Peygamber efendimiz Hazret-i Abbâs hakkında yine buyurdular ki:
(Bu Abdülmuttalib oğlu Abbâs’dır. Kureyşte en cömert ve akrabâlık bağlarına
en saygılı olandır.)
(Abbâs, bendendir. Ben Abbâs’danım.)
(Abbâs, amcamdır. Beni korumuştur. Ona ezâ eden, bana ezâ etmiş olur.)
(Abbâsoğullarından melikler olacak, ümmetimin başına geçecekler. Allahü teâlâ
dîni onlarla azîz ve hâkim kılacak.)
Hazret-i Abbâs bin Abdülmuttalib, ekseriyâ şöyle derdi:
- Kendisine iyilik yaptığım hiç kimsenin kötülüğünü görmedim. Kendisine kötülük
yaptığım hiç kimsenin de iyiliğini görmedim. Onun için, herkese iyilik ve
ihsânda bulunun! Çünkü bunlar, sizi kötülüğün zararlarından korur.
İbni Şihâb’dan bildirildiğine göre; Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer’in
hilâfetleri sırasında, kendileri bir binek üzerinde iken Hazret-i Abbâs’a
rastlarlarsa, bineklerinden inerler, onunla beraber gideceği yere kadar
yürürler, sonra dönerlerdi.
GÜNÜN MENKIBESİ