Resûlullah efendimizin fedâisi.
Uhud harbinde sevgili Peygamberimiz, son emirlerini verdiler. İslâm Ordusunun,
nelere dikkat etmesi gerektiğini, açık açık bildirdiler...
Sonra, mübârek ellerinde tuttukları kılıcı göstererek buyurdular ki:
- Bu kılıcın hakkını yerine getirmek şartıyla, kim almak ister?
Mücâhidlerin hepsi istiyordu. Fakat Hazret-i Ebû Dücâne, yüksek sesle sordu:
- Yâ Resûlallah! Bu kılıcın hakkı nedir?
Kılıcın hakkı
- O'nun hakkı, eğilip bükülünceye kadar; düşmanın yüzüne vurmaktır, vurmaktır.
Onun hakkı, Müslüman öldürmemen, onunla kâfirlerin önünden kaçmamandır. Onunla
Allahü teâlâ sana zafer yahut şehîdlik nasîb edinceye kadar, Allah yolunda
çarpışmandır.
Hazret-i Ebû Dücâne, Medîneli mücâhidlerin en bahadırlarından biriydi. Şunları
söyledi:
- Kılıcı, o şartla alabilirim yâ Resûlallah.
Peygamber efendimiz, tebessüm ettiler. Sonra, kılıcı uzattılar. Üzerine, Arapça
şu beyt oyulmuştu:
"Korkaklıkta zillet, utanç; ileri atılmakta, izzet, şeref vardır. İnsan,
korkaklık etse bile; kaderinden kaçamaz."
Ebû Dücâne hazretleri o kadar sevindi ki, keyfinden, pehlivanlar gibi yürümeye
başladı. Geniş ve dik adımlar atıyordu. Başına, kırmızı bir tülbent sardı. Sanki
fırtına gibi, düşmana esmek için hazırlanıyordu.
Aslında Eshâb-ı kîrâm, ya'nî Peygamber efendimizin sevgili arkadaşları; mütevâzi,
alçak gönüllü, kibirsiz insanlardı. Halbuki şimdi Ebû Dücâne hazretleri biraz
gururlu görünüyordu. Kendi aralarında konuşuyorlardı:
- Böyle yürümek, Müslümana yakışır mı?
- Gurur ve kibir, bize göre değil ki.
Fakat Resûl-i Ekrem efendimiz, onları susturdular ve buyurdular:
- Bu bir yürüyüştür ki, harp meydanları dışında Allahü teâlânın gadabına
sebeptir...
Hazret-i Ebû Dücâne, şâhin gibi düşman üstüne atılıyordu. Elindeki kılıcın
hakkını vermek için, canını vermeye hazırdı. Önüne çıkan dinsizleri, müşrikleri
kılıçladı, kılıçladı. Kimini öldürdü, kimini yaraladı. Zâten yürüyüşünden,
heybetinden korkan hâinler; çil yavrusu gibi dağılıyorlardı.
O kurtulursa
Uhud Savaşında müşriklerin azılılarından Âsım bin Ebî Avf, kudurmuş bir canavar
gibi Müslümanlara saldırıyor, bir taraftan da:
- Ey Kureyş cemâ'atı! Akrabâlık haklarını gözetmeyen, kavminizi bölen kimse ile
çarpışmaktan geri durmayınız. Eğer O kurtulursa ben kurtulmayayım, diye
bağırarak Kureyş kâfirlerini harbe teşvik ediyordu.
Ebû Dücâne hazretleri bu azılı kâfirin susturulması îcab ettiğini anlamış ve
çarpışa çarpışa ona yaklaşıp, bu İslâm düşmanını öldürerek gerekli cezâsını
vermişti.
Ebû Dücâne hazretleri bununla meşgul iken, müşriklerden Ma'bed bin Vehb, Ebû
Dücâne'ye müthiş bir kılıç darbesi indirmişti. Ebû Dücâne hazretleri çok seri
bir şekilde yere çökerek bu öldürücü darbeden kurtulmuş, hemen sonra acele
kalkıp hücum ederek, Ma'bed'i yaralamış, bir çukura düşürmüştü.
Sonra da çukura atlayıp başını kesip kâfirlere doğru fırlattı. Bu hâl, Kureyş
kâfirlerinin zaten bozulmuş olan morallerini daha da bozmaya sebep olmuştu.
Uhud savaşının iyice kızıştığı sırada muhâcirinden Zübeyr bin Avvâm, kılıcın
kendisine verilmemesinden dolayı üzgün idi. Kendi kendine dedi ki:
"- Ben Resûlullahtan kılıcı istedim. Onu bana vermedi, Ebû Dücâne'ye verdi.
Halbuki ben halası Safiyye'nin oğluyum. Üstelik de Kureyşliyim. Halbuki önce ben
istemiştim. Gidip bakayım, Ebû Dücâne benden fazla ne yapacak?"
Ebû Dücâne'yi takibe başladı. Ebû Dücâne hazretleri beytler okuyor, müşriklerden
kime rastlarsa, onu vurup öldürüyordu. Müşriklerin en azılılarından, iri cüsseli
Ebû Zûl-Kerş her tarafı zırhlarla kaplı, sadece gözleri görünüyordu. Ebû Dücâne
hazretleri ile karşı karşıya geldi. Kâfir bağırıyordu:
- Ben Ebû Zûl-Kerş'im!
Bu isim kendisine uzun boyuna rağmen büyük göbeğinden dolayı verilmişti.
İkiye biçti
Önce Ebû Dücâne hazretlerine hücum etti. Ebû Dücâne, onun darbesinden kalkanıyla
korundu. Ebû Zûl-Kerş'in kılıcı Ebû Dücâne hazretlerinin kalkanına gömüldü.
Kılıcına asıldı fakat çıkaramadı. Sıra Ebû Dücâne hazretlerine gelmişti. Bir
kılınç darbesiyle omuzundan, tâ uyluklarına kadar ikiye biçti. Canını Cehenneme
yolladı.
Bundan sonra Ebû Dücâne, önüne çıkan her kâfiri devirerek dağın eteğinde
defleriyle müşrikleri kışkırtan kadınların yanına geldi. Ebû Dücâne buyuruyor ki:
- Uzaktan bir kadın gördüm ki, müşriklere son derece kızıyor, bağırıyor ve harbe
teşvik ediyordu. Üzerine yürüdüm. Etrafından imdat istedi, bağırmaya başladı.
Onun bir kadın olduğunu görünce Resûlullahın kılıcının şerefini gözettim ve
kılıcı kadına vurmadım.
Tir tir titreyen Kureyşli kadın bile, bu civânmertlik karşısında şaşırıp kaldı!
Bu kadın Ebû Süfyân'ın hanımı Hind idi. Daha sonra Mekke'nin fethinde Müslüman
oldu.
Ebû Dücâne'nin her yere yetiştiğini, kılıcını kaldırdığı halde Ebû Süfyan'ın
karısı Hind'i öldürmekten vazgeçtiğini gören Zübeyr bin Avvâm hazretleri, kendi
kendine buyurdu ki:
- Kılıcın kime verileceğini Allahın Resûlü benden daha iyi bilir. Vallahi ben
onun çarpışmasından daha üstün çarpışan, vuruşan bir kimse görmedim.
Sonra Ebû Dücâne'nin yanına vararak dedi ki:
- Yaptığın her şeyi gördüm. Kadına kılıcını kaldırıp sonra vurmaktan
vazgeçtiğini de gördüm.
Ebû Dücâne cevap verdi:
- Resûlullahın kılıcına hürmet ettim ve onu kadın kanına bulaştırmadım.
Daha sonra Ebû Dücâne hazretleri, Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ali ve diğer Eshâb-ı
kirâm ile beraber yeniden düşman saflarına umumî taarruz için ileri atıldı.
Birçok Sahâbî şehid düştü, fakat müşrikler de kaçmaya başlamışlardı.
Peygamberimiz duâ etmiş idi
Uhud savaşında Müslümanlar bir ara dağılınca, Peygamber efendimizin yanında
yedisi muhâcirlerden, yedisi de ensârdan olmak üzere ondört sahâbi kalmıştı. Bu
yedi ensârdan biri de Ebû Dücâne idi.
Ebû Dücâne, aynı zamanda ölmek ve ayrılmamak üzere üçü muhacirlerden beşi
ensârdan olan sekiz sahâbiden birisi olarak Resûlullaha biat etmişti. Bu sekiz
sahâbiden hiçbiri Uhud'da şehid olmadı, çünkü bunlara Peygamberimiz duâ etmiş
idi.
Uhud savaşında, müşriklerin azılılarından Abdullah bin Hüneyd, Peygamberimizi
görünce atını mahmuzladı. Kendisi tepeden tırnağa silahlı ve zırhlar içerisinde
olup, başında da miğfer vardı.
- Ben Züheyr'in oğluyum. Bana Muhammed'i gösteriniz. Ya ben O'nu öldürürüm yâhut
onun yanında ölürüm, diye haykırıyordu.
Ebû Dücâne hazretleri hemen onun karşısına çıkarak dedi ki:
- Gel yanıma! Ben vücudumla Resûlullahın vücudunu koruyan bir kişiyim.
Abdullah bin Hüneyd'in atının bacaklarına bir kılıç çaldı. Atın ayakları çökünce
kılıcını kaldırıp:
- Al bunu da Hareşe'nin oğlundan, deyip bir vuruşta onu Cehenneme gönderdi.
Sen de râzı ol
Peygamber efendimiz bu olanları görüyordu ve buyurdu ki:
- Allahım, Ebû Dücâne'den ben nasıl râzı isem, Sen de râzı ol.
Ebû Dücâne hazretleri Uhud'da çok kahramanlık gösterdi. Resûlullah efendimiz
Uhud gazâsından dönünce, Ebû Dücâne hazretlerine vermiş olduğu kılıçlarını
almıştı. Kılıcın üzerindeki müşrik kanlarını silmek üzere mübârek kerîmeleri
Hazret-i Fâtıma'ya uzattı. Bu esnâda, Hazret-i Ali de kendi kılıcını uzatarak
dedi ki:
- Şunu da al, bu gazâda çok iyi işime yaradı.
Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki:
- Sen muharebede sadâkat gösterdin, başarılı oldun; Sehl bin Hâris ve Ebû
Dücâne de başarılı olmuşlardır.
Böylece Ebû Dücâne ve Sehl hazretlerinin yapmış olduğu üstün hizmeti beyân
buyurmuşlardır.
Cin mektubu
Ebû Dücâne hazretleri anlatır:
Bir gece yatıyordum. Değirmen sesi gibi ve ağaç yapraklarının sesi gibi ses
duydum ve şimşek gibi parıltı gördüm. Başımı kaldırdım. Odanın ortasında, siyah
birşey yükseldiğini farkettim. Elimle yokladım. Kirpi derisi gibi idi. Yüzüme,
kıvılcım gibi şeyler atmaya başladı. Hemen Resûlullaha gidip, anlattım. Buyurdu
ki:
- Yâ Ebâ Dücâne! Allahü teâlâ, evine hayır ve bereket versin!.
Kalem ve kâğıt istedi. Hazret-i Ali'ye bir mektup yazdırdı. Mektubu alıp eve
götürdüm. Başımın altına koyup, uyudum. Feryâd eden bir ses, beni uyandırdı.
Diyordu ki:
- Yâ Ebâ Dücâne! Bu mektupla, beni yaktın. Senin sâhibin, bizden elbette çok
yüksektir. Bu mektubu, bizim karşımızdan kaldırmaktan başka, bizim için kurtuluş
yoktur. Artık senin ve komşularının evine gelemiyeceğiz. Bu mektubun bulunduğu
yerlere gelemeyiz.
Sâhibimin izni olmadıkça
Ona dedim ki:
- Sâhibimden izin almadıkça bu mektubu kaldırmam.
Cin ağlamasından, feryâdından dolayı, o gece, bana çok uzun geldi.
Sabah namazını, mescidde kıldıktan sonra, cinnin sözlerini anlattım. Resûlullah
"sallallahü aleyhi ve sellem" buyurdu ki:
- O mektubu kaldır. Yoksa, mektubun acısını, kıyâmete kadar çekerler!
Bir kimse, bu mektubu, yanında taşısa veya evinde bulundursa, bu
kimseye, eve ve etrafına cin gelmez ve dadanmış olup zarar veren cin de gider.
Ebû Dücâne hazretleri hicretin 13. yılında yalancı peygamber Müseylemet-ül
Kezzâb ile yapılan Yemâme savaşında şehîd olmuştur.
GÜNÜN MENKIBESİ