Sual: (Mezhep imamına uymak, Allah’ı ve Resulünü bırakıp kula kul
olmak demektir. Müslümanlar, müctehidleri peygamber kadar yükselttiler,
Kur'andan ayrılıp, "müctehidin sözü varken Kur'anla amel edilmez" dediler. Sonra
gelen âlimlere kıymet vermediler. Halbuki, sonra gelen âlimler, öncekilerden
daha ileri olur. İmam Malik, bir mezhebi bilirse Abduh her mezhebi bilir!) diyen
birisine nasıl cevap vermeli?
CEVAP
(Müctehidleri Peygamber kadar yükselttiler) sözünü bir müslüman söyleyemez.
Çünkü bu söz, dört mezhepteki milyonlarca müslümana kâfir damgasını basmaktır.
Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Bir mezhebe tâbi olan mümini
Kur'andan ayrılmakla suçlamak ise, bundan daha büyük iftiradır.
Mezhep, Kur'an ve Sünnet yolu demektir. Bir mezhep imamına uyan, Kur’an-ı kerime
ve Resulullaha uyduğuna iman etmiş demektir. Hiçbir müslüman, (müctehidin sözü
varken, Kur'an ile amel edilmez) demez. Bu söz, mezhepsizlerin temiz
müslümanlara yaptıkları çirkin iftiralardan biridir.
Müslüman nasıl düşünür
Bir mezhebe tâbi olan müslüman şöyle der:
(Kur’an-ı kerime uymak istiyorum. Fakat, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i
şeriflerden kendim hüküm çıkaramıyorum. Anladığım hükümlere güvenemem ve uymam.
Mezhep imamının anlamış olduğuna güvenirim ve uyarım. [Nasıl ki dünya işlerinde
işin ehline gidiyor, yani bir yerim ağrıyınca notere değil de doktora, hem de
mütehassısına gidiyorsam, kendi ilacımı kendim yapmayıp, kendi kendimi ameliyat
etmiyorsam, daha hassas olan din işinde de müctehid olan İslam âlimine yani
mezhebimin imamına gider, ona teslim olur, dediklerine harfiyen uyar, yaparım.]
Çünkü o, benden daha âlimdir. (Kendi anlayışı ile mana çıkaran kâfir olur)
hadis-i şerifinden korkarım. İlimlerinin, takvalarının, sonra gelenlerden kat
kat üstün olduğu, hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan, o büyük âlimlerin bile
Kitâbdan ve Sünnetten çıkardıkları hükümler birbirine benzemiyor. Hüküm çıkarmak
kolay olsaydı, hep aynı şeyi anlarlardı.)
(Sonra gelen âlimler, öncekilerden daha ileri olur) sözü, fen bilgileri için
doğrudur. Din bilgilerinde ise, Resulullahın, (Her asır, kendinden öncesinden
daha şerdir. Kıyamete kadar hep böyle olur) hadis-i şerifine itibar edilir.
Bu hadis-i şerif, fen adamlarının şahsiyetleri ve fen vasıtalarını kullanmaları
bakımından da muteberdir.
Elbet bu kaide çoğunluk için muteberdir. Her asırda, bundan müstesna olanlar
bulunmuştur. Mezhepsiz reformcu, fen bilgisi ile din bilgisini birbiri ile
karıştırmakta, fen ile fen adamını da aynı şey sanmaktadır. Fen elbet ilerliyor.
Fakat bu ilerleyiş, fen adamlarının ileri olması demek değildir. Sonra gelen fen
adamları arasında öncekilerden daha geri, daha bozuk olanları az değildir.
Din imamlarımız, Kur’an-ı kerimden mana çıkarmaya kalkışmadılar. Kendilerini
bundan âciz gördüler. Resulullahın Kur’an-ı kerime nasıl mana verdiğini Eshab-ı
kiramdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kiramın anladıklarını da, kendi
anlayışlarına tercih ettiler. İmam-ı a'zam hazretleri, herhangi bir
sahabinin sözünü kendi anladığına tercih ederdi. Resulullahtan ve Sahabeden bir
haber bulamayınca, ictihad etmek zorunda kalırdı.
Böyle olduğunu vehhabiler bile bildiriyorlar. Vehhabi Feth-ul-mecid
kitabı 388. sayfasında diyor ki:
(Ebu Hanife “rahimehullah” dedi ki: Kitabullaha ve Resulullahın hadisine ve
Sahabenin sözlerine uygun olmayan bir sözümü bulursanız, bu sözümü bırakınız!
Onları alınız!
İmam-ı Şafi’i dedi ki: Kitabımda, Resulullahın sünnetine uymayan bir şey
bulursanız, benim sözümü bırakıp, Resulullahın sünnetini alınız!)
Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kitabullaha ve hadis-i şeriflere ne kadar sıkı
sarılmış olduklarını, vehhabi kitabının bu yazısı bile göstermektedir. Bunun
içindir ki, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin doğru manalarını anlamak
isteyenler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam ve fıkıh kitaplarını okumalıdır.
Kitabı ve sünneti bildiren (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitaplarından kaçanların,
Haktan kaçan cahillere benzediklerini, kendi kitapları da yazmış oluyor.
Her asırda gelen İslam âlimleri, daha önce gelenlerin, büyüklükleri,
üstünlükleri, vera ve takvaları karşısında titrerler, onların sözlerine senet,
delil olarak sarılırlardı.
Bu din, edep dini, tevazu dinidir. Cahil cüretkâr olur, kendini âlim sanır. Âlim
olan tevazu gösterir. Cehenneme gidecekleri hadis-i şerifle haber verilen 72
bid’at fırkasının reisleri de derin âlim idi. Fakat onlar, ilimlerine güvenerek,
Kitâbdan, Sünnetten mana çıkarmaya kalkıştılar. Böylece, Eshab-ı kirama uymak
şerefine kavuşamadılar. Onların doğru yollarından saptılar.
Dört mezhebin âlimleri, derin ilimlerini Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarmakta
kullanmadılar. Buna cesaret edemediler. Resulullahın ve Eshab-ı kiramın
bildirdiklerini anlamakta kullandılar.
Allahü teâlâ, insanlara, (Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarın) demiyor.
(Resulümün ve Eshabının çıkardığı hükümlere uyun, bunları kabul edin)
buyuruyor. (Resulüme itaat edin, ona tâbi olun) âyet-i kerimesi ve
(Eshabımın yoluna sarılın) hadis-i şerifi, bunu açıkça bildirmektedir.
Âlimler bile, Kur’an-ı kerimin manasını anlamakta güçlük çekerken, bir cahil,
murad-ı ilahiyi bilmeden nasıl olur da, Allah şöyle buyuruyor, Resulullah böyle
buyuruyor, diyebilir? Derse, dediği nasıl doğru olabilir? Allahü teâlâ, böyle
söylemeyi yasakladı. Tefsir âlimleri ve mezhep imamları bile, bu sözü söylemeye
cesaret edememiştir. Anladıklarını bildirdikten sonra, (Bu benim anladığımdır,
doğrusunu Allah bilir) demişlerdir. Kur’an-ı kerimin manasını Eshab-ı kiram bile
anlamakta güçlük çeker, Resulullaha sorarlardı.
Abduhçu gence
Abduhçu genç, asırlardır müslümanların ve âlimlerin dört mezhepten birine
uymalarına tahammül edemiyor, birkaç mezhepsizin kitabından aldığı ifadeleri
kaynak gösterip bir mezhebe uymanın caiz olmadığını ispata kalkıyor. Bahsettiği
kitapları kendisinin okumadığı, herhangi bir mezhepsizin kitabından aldığı pek
açıktır. Çünkü İmam-ı Şarani gibi büyük bir âlimin Mizanından nakil yapıp,
İmam-ı Ahmedin müctehid bir hadis imamı olan Ebu Davuda (Kimseyi taklit etme,
dini Resulullah ve eshabından öğren) dediğini bildiriyor. (Gördünüz mü, Şarani
de 4 mezhepten birine uymayı yasaklıyor) demek istiyor.
Abduhçu gencin bilmediği iki husus var. Birincisi, her müctehid, kendi ictihadı
ile hareket eder. Başka bir müctehide uyması caiz değildir. İmam-ı Şafii
hazretleri, imam-ı a'zam hazretlerinin çok yüksek bir âlim olduğunu bildirdiği
halde, kendi ictihadlarına uymuştur.
İkinci husus, imam-ı Şarani hazretleri, 4 mezhebin hak olduğunu, mutlaka
bu 4 mezhepten birine uymak gerektiğini bildirmek için Mizan-ül-kübrayı
yazmıştır. Dört mezhebin fıkıh bilgilerini anlatan Mizanın tercümesi de vardır.
Zahiri ve bâtıni ilimlerin mütehassısı Abdülvehhab-ı Şarani hazretleri, hadis ve
fıkıh âlimi olup Şafii mezhebindedir. Mizanın sadece önsözünü okuyup buna uyan
mezhepsiz olmaktan kurtulur.
Mezhepsiz Sapıtır
Mizanın önsözünde buyuruluyor ki:
(Dört mezhepten birini taklit etmeyen dalalete düşer, zındık olur, başkalarını
da yoldan çıkarmakta şeytana yardımcı olur. Bugün var olan 4 mezhebin hepsi
haktır, sahihtir. Birinin, ötekisi üzerine üstünlüğü yoktur. Çünkü, hepsi aynı
din kaynağından alınmıştır.
Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimlerin hepsi, her müslümanın 4
mezhepten dilediğini taklit etmekte serbest olduğunu bildirdiler. Allahü teâlâ,
amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu, Habibi vasıtası ile bildirdi.
Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirdi. Müctehid olmayanın, bir mezhebe
uyması gerekir. Bir âlim, ictihad derecesine yükselince, kendi ictihadına uyması
gerekir. İmam-ı Ahmed’in, (İlminizi imamlarınızın aldıkları kaynaktan alın,
taklitçilikte kalmayın) sözü bunu göstermektedir.
Resulullah Kur’an-ı kerimde kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı,
Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız,
hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünneti
nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resulullaha uyarak,
mücmel olanı açıklamışlardır. Nahl suresinin 44. âyetinde, (İnsanlara
indirdiğimi onlara beyan eyle) buyuruldu. Beyan etmek, açıklamak demektir.
Âlimler de açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarabilselerdi,
Allahü teâlâ Resulüne, sana vahy olunanları tebliğ et der, beyan etmesini
emretmezdi.) (Mizan)
Dört mezhebe uyanlar, birbirinin kardeşidir. İmanları aynıdır. Ameldeki bazı
ayrılıkları da, Allah’ın rahmetidir. Allahü teâlâ, müctehid olmayanın bir
müctehide uymasını emredip (...ve ülülemrinize itaat edin) buyuruyor.
(Nisa 59)
Ülülemr, nasslardan ahkam çıkarabilen âlimlerdir. (Nisa 83)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ülülemr, Fıkıh âlimleridir.) [Darimi]
İmam-ı Süyuti hazretleri, İtkan tefsirinde, İbni Abbas hazretlerinin (Ülülemr,
Fıkıh âlimleridir) buyurduğunu bildirmektedir.
Ülülemrin Fıkıh âlimi olduğu, Tefsir-i kebirin 3. cildinin 375., İmam-ı
Nevevi’nin Müslim Şerhinin 2. cildinin 124. sayfasında ve Mealim ve Nişapur
tefsirlerinde de yazmaktadır. İsra suresinin (O gün her fırkayı imamları ile
çağırırız) mealindeki 71. âyeti, Ruh-ül beyan tefsirinde açıklanırken,
(Mezhebin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii yahut ya Hanefi denilir)
buyuruluyor.
İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Bir işin, bir ibadetin sahih olması için dört mezhepten birine uygun olması
gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri, bir mezhebe, başka biri de
başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz.) (Redd-ül Muhtar s. 51)
S. Ahmed Tahtavi hazretleri, Dürr-ül Muhtar haşiyesinin zebayih kısmında
buyuruyor ki:
(Bugün her müslümanın 4 mezhepten birinde bulunması vaciptir. Dört mezhepten
birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık
veya kâfir olur.)
İbni Hazm, Şevkani, Abduh, Reşit Rıza, Sıddık Hasan gibi mezhep
düşmanlarının bir kısmı, taklidi haram sayarak, bir kısmı da telfîk yaparak,
birçok gafili dalalete sürüklemişlerdir.
Ehl-i sünnet ne demektir
Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri
doğru yolda bulunan âlimler demektir. Hak olan cemaat ve 73 fırka içinde
Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan Fırka-ı naciyye bunlardır. Kur’an-ı
kerimde, (Parçalanmayın) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, itikadda,
inanılacak bilgilerde parçalanmayın demektir. Yani nefslerinize ve bozuk
düşüncelerinize uyarak, doğru imandan ayrılmayın demektir. İtikadda ayrılmak,
parçalanmak elbette hiç caiz değildir. Hadis-i şerifte de (Cemaat rahmet,
ayrılık azaptır) buyuruldu. (Parçalanmayın) âyet-i kerimesi fıkıh
bilgilerinde ayrılmayın demek değildir. Ahkamda, amellerde olan ictihad
bilgilerindeki ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ince bilgileri ortaya
koymuştur. Eshab-ı kiram da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden
ayrılmışlardı. Fakat, itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. Hadis-i
şerifte, (Ümmetimin ayrılığı [mezheplere ayrılması] rahmettir)
buyuruldu. Dört mezhebin, amel bilgilerinde ayrılması böyledir. (Hadika)