Sual: Bir yabancı yazar, “Teknolojinin ilerlediği günümüzde yeni fen
vasıtaları çıktı, devir değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. Yeni ictihad
gerekir. Ancak müctehid olmadığı için, İslam ülkelerinden davet edilecek
kalabalık bir kuruldan, bir ictihad şu’rası kurulmalıdır. Kurul üyesi fazla
olursa, hata daha az olur. Alınacak kararlarla, yeni tefsirler, yeni ictihadlar
yapılmalı, farzlar azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, mezhepleri taklit devri
kapanmalı, İslam âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar bizi bağlamamalıdır”
diyor. Dinde reform caiz mi?
CEVAP
Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete
dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dini düzelteceklerini,
olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid’atler çıkarıyorlar. Bid’atlerin
zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin
noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan
değildir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım,
size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) [Maide 3]
Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde reform yapmaya] çalışmak, bu âyete
inanmamak olur.) [c.1, m.260]
Dini değiştirip yıkmak isteyen reformcuların kuracakları şu’radakiler, ya
imam-ı a'zam hazretleri gibi birer müctehiddir veya değildir. Eğer müctehid
iseler, ictihadlarını birleştiremezler. Mesela imam-ı a'zam hazretlerinin üç
talebesi müctehid oldukları ve hocalarından farklı ictihadda bulundukları halde,
hocalarının ictihadının yanlış olduğunu söylemediler. Çünkü ictihad, ictihadla
nakzedilmez, yani hükmü ortadan kaldırılmaz. En mühimi de farklı ictihadların
rahmet olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları
rahmettir) buyuruluyor. (Beyheki)
Bu rahmeti ortadan kaldırmak caiz olmaz. Reformcuların kuracakları şu’rada, 5
reformcu, guslün farzının iki, yedi reformcu da dört olduğuna karar verse, 5
müctehid, 7 müctehidin kararına uymaya mecbur mu edilecektir? Halbuki, her
müctehid kendi ictihadı ile hareket eder. Başka müctehide uyması caiz değildir.
Sonra gusül ile namaz ile fen vasıtalarının ilerlemesinin ne alakası olur?
Zamanla farzlar, sünnetler değişmez. Efal-i mükellefini değiştirmeye kalkmak
düpedüz dini yıkmaktır. Önce, ictihad edebilmek için ictihad edilecek konu
olması gerekir.
İctihad, dini konularda olur. Dinde yeni bir şeye ihtiyaç yok ki ictihad
düşünülsün. Teknolojinin ilerlemesi dinde değişikliği gerektirmez. Namazın yeni
bir kılınış şekli, orucun yeni bir tutuluş şekli olmaz.
İctihad edecek âlim olmayınca kimler ictihad edecek? Davet edilecek din
görevlisi sayısının fazla olması neyi halleder? Yani kemiyetin çok olması
keyfiyete tesir etmez. İnşaata taş taşınmıyor ki, (Çok kişi olursa, çok taş
taşınır) diye düşünülsün.
Reform şu’rası, ittifakla namaz vakitlerini, rekat sayılarını azaltsa veya
çoğaltsa, zekat 1/40 iken 1/100 veya 1/20 yapsalar, yaptıkları bu reform, dine
hizmet mi olur, yoksa dini yıkmak mı olur?
Şu’radaki reformcular, müctehid değilse, o zaman alacakları kararların ne
kıymeti olur? Her iki halde de yapacakları iş, dini değiştirmekten başka bir şey
değildir. Şu’ra sözünü ağzına alanların cahil değilse, maksatlı olduğu apaçık
meydandadır.
M.Hadimi hazretleri buyurdu ki:
(Edille-i şeriyyenin 4 olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört
mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. Çünkü,
mukallidler, nasstan [âyet ve hadisten] hüküm çıkaramaz. Bunun için, bir
mezhebin bir hükmü, nassa uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir.
Çünkü Nass, ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunu
da ancak müctehid anlar.) [Berika s.94]
M.Şevket Eygi, Milli Gazetedeki yazısının ilk iki paragrafında diyor ki:
(Bir ilahiyat profesörü çıkıyor, Ehl-i Sünnet Müslümanlığına savaş açıp, "Kur'an
Müslümanlığı" safsatası altında masonik bir hümanizmanın propagandasını yapıyor.
Bir başka reformcu, "Allah göktedir" diyen aşırı bir adamın mezhebini ülkemizde
yaymak istiyor. Bir ötekisi, imanın şartlarını altıdan beşe indiren ve Amentü
formülünden kadere iman maddesini kaldıran Pakistanlı bir yazarın metodunun
Türkiye’yi kurtaracağını iddia ediyor. Velhasıl ortalıkta bir sürü yamuk, bozuk,
çarpık inanç görüş dolaşıyor. Peki bu hatalı inanış ve kanaatleri yayanlar
kimlerdir?
Bunlar kendilerine İslamcı diyorlar ama peşlerinden gittikleri adamlar
genellikle 19. ve 20. asırda zuhur etmiş on kadar malum ve mahut şahıstır.
Halbuki İslam dünyasında, bahusus Ehl-i Sünnet dairesi içinde binlerce büyük din
âlimi, fakih, mürşid, allame, imam, rehber yetişmiştir. Bizim reformcuların
hiçbiri Gazali’nin, Süyuti’nin, Şarani’nin, Birgivi’nin, Ebülleys’in,
Ebussuud’un, Fahreddin Razi’nin, Cüveyni’nin, İmam-ı Rabbani’nin eserlerinden
bahsetmez. Onlar ehl-i sünnet imamlarıdır. Bizimkiler ise selefi, mezhepsiz,
Necdi, telfîkçi, reformcu, aktivist birkaç kişinin peşine takılmıştır.)
Not: M.Şevket Eygi’nin kaderi inkâr eden Pakistanlı yazar dediği kimse,
Mevdudi’dir. Necdi dediği de vehhabidir. Allah gökte diyenler de vehhabilerdir.
Geri kalışımızın sebepleri
Yabancı yazar, müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp, (Fukaha,
ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle dört mezheple iktifa
edilmesinde ittifak etmiştir. Bunun neticesinde İslam düşüncesi duraklamış,
hukukta ve diğer İslami ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep
olmuştur) diyor.
İctihad kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden
kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın
açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası
yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor, ictihad
yapıyor. Madem ictihad yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes ictihad yaptığı halde
niçin ilerlemiyoruz?
Mason Abduh ve onun Reşit Rıza ve Meragi gibi çömezleri, mezheplere saldırıp,
(mezhepler birleştirilmeli) diyerek rahmeti kaldırmaya çalışmışlardır. İngiliz
casusu Hempher de aynı yolda hareket ederek Necdiliği kurdurmuştur. Aynı art
niyetli kimseler, (Herkes ictihad etmeli) diyerek ehli olmayan kimselerin de
ictihada yeltenmelerine sebep olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her asır, bir
öncekinden daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki asırlarda
birinci asırdaki gibi büyük âlimler yetişmedi. Yetişmesi de çok zordur. Bu zoru
başarabilen az da olsa çıkarsa, buna kimse bir şey demez.
Müctehide ihtiyaç yok
Hicri 4. asırdan sonra mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi. Mutlak
müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resulü Muhammed
aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak
değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan hükümlerin hepsini bildirdi.
Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı. Sonra gelen âlimler, bu
ahkamın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini tefsir ve fıkıh kitaplarında
bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur.
İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi görünen
hadis-i şerifleri görünce ne yapacaktır? Mesela imam arkasında Fatihanın
okunacağına dair de, okunmayacağına dair de hadis var. İcazetsiz bir kimse,
bunları okuyunca ya Peygambere suizan edecek, yahut hadis âlimine iftira
edecektir. Ehli olmayanların hüküm çıkarmak niyetiyle hadis okuması, elbette
doğru olmaz.
Dünya işlerinde bile işinin ehli olmayan bir kimse, yaptığı şeyi başaramaz.
Mesela, (Ehliyeti olan şoför olmalıdır) demek yanlış mıdır? (Herkes araba
kullansın) demek doğru olur mu? (Herkes göz ameliyatı yapmalıdır) demek ne kadar
saçmalıktır. (Herkes hadis kitabı okumalı, hadisten hüküm çıkarmalı, Kur'an
meali okuyup ondan hüküm çıkarmalı) demek daha tehlikelidir. Araba kullanmasını
bilmeyen, bir kaza yapabilir ve canından olabilir. Fakat hadisi, Kur’anı
anlamayan kimse, bunlarla amel edeceğim derken dininden olur. Her işi ehline
bırakmak kadar tâbii ne olabilir? Biz, (İş ehline verilmeli) diyoruz. O, (hayır
herkes hadis okumalı, herkes meal okumalı, anladığı gibi amel etmelidir) demek
istiyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını, müctehid olmasını
istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid olmanın birçok şartları vardır.
Bunlardan biri de ilahi mevhibeye sahip olmak yani evliya olması da gerekir.
Fakat her evliya da müctehid değildir. İctihad, ayağa düşürülmemelidir.
İbadette değişiklik, sünnet ve bid’at
Sual: Allah’a daha iyi kulluk etmek için ibadetleri değiştirmek uygun olur
mu?
CEVAP
Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibadet etmek için yarattı. İbadet, züll ve
zillet demektir. Yani, insanın Rabbine, mabuduna, hakir olduğunu, âciz, muhtaç
olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın ve âdetlerin güzel ve çirkin
dediklerine uymayıp, Rabbin güzel ve çirkin dediklerine teslim olmak ve Rabbin
gönderdiği Kitaba ve Peygambere inanmak ve bunlara tâbi olmak demektir. Bir
insan, bir işi, Rabbinin izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa,
Ona kulluk yapmamış, Müslümanlığın icabını yerine getirmemiş olur.
Bu iş, itikadda, inanmakta ise ve inanılması gerektiği sözbirliği ile
bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı küfre sebep olan bid’at olur. Gayri
müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri müslümanların yapması caiz olmaz.
Mesela papazlar, ibadet niyetiyle bellerine zünnar kuşanırlar, boyunlarına haç
takarlar. Müslümanların, böyle yapmaları caiz olmaz. Bid’at, itikadda olmayıp
da, amele ait işte kalırsa, fısk, büyük günah olur. Hadis-i şerifte buyuruldu
ki:
(Dinde olmayan bir şey meydana çıkarılırsa, o şey reddedilir.) [Buhari]
Âdetlerde yenilik olur
Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dinden olmayan bir itikad, bir söz, bir iş,
bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibadet olduğuna inanılırsa, yahut
İslamiyet’in bildirmiş olduklarında bir ziyadelik veya noksanlık yapılırsa ve
bunu yapmakta sevap beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler, bid’at olur.
İslamiyet’e uyulmamış, ona iman edilmemiş olur.
İbadette olmayıp, âdette olan yenilikler, yani yapılırken sevap beklenilmeyen
değişiklikler bid’at olmaz. Mesela, yemekte, içmekte, binme ve taşıma
vasıtalarında yapılan yenilikleri, değişiklikleri dinimiz reddetmez. Bunun için,
masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yemek, otomobile, uçağa binmek, her
çeşit bina, ev ve mutfak eşyası kullanmak ve bütün fen ile ilgili bilgi ve
aletler dinde bid’at değildir. Bunları yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak
günah değildir.
Bid’at, selefi salihin zamanında olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan her şeye
denir. Âdet ve ibadetlerde yapılan değişiklikler bid’attir. Bid’atin ıstılah
manası ise şöyledir:
Resulullah efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında dinde bulunmayan
bir inanışı, bir işi, bir sözü veya ahlakı, sonradan ortaya çıkarmak, sonradan
ortaya çıkan böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek, yasak edilen
bid’at olur.
Âdet, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Yiyip içmekte,
giyinmekte, ev yapmakta, bineklerde zamanla değişen âdetler, bir ibadeti
bozmadıkça veya dinin yasak ettiği bir şeyi işletmedikçe yasak edilen bid’at
olmaz. Mesela çatal-kaşık günah olan bid’at değildir. Eğer bir âdet, ibadeti
bozuyorsa veya dinin yasak ettiği bir şey ise, bunu işlemek haram olur.
İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır.
Bid’atin büyük zararı
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her bid’at dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İ. Asakir]
(Bid’at ehlinin namazı, orucu, sadakası, haccı, umresi, cihadı, farzı, nafilesi
kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıktığı gibi İslamiyet’ten çıkması, kolay
olur.) [İbni Mace]
(Bid’at ehlinin tevbesi, bid’ati bırakana kadar kabul olmaz.) [Taberani]
Tevbesi kabul olmaz demek, bid’at ehli, bid’atinden sevap beklediği, iyi bir iş
yaptığını sandığı için tevbe etmeyi düşünmez. Bu bid’atten vazgeçmediği için de
ibadeti kabul olmaz, demektir.
Âlimler, bid’ati, bid’ati hasene ve bid’ati seyyie diye ikiye ayırmışlar, okul,
kitap gibi sonradan yapılan şeylere (bid’ati hasene) demişlerdir. Hadika’da,
(Böyle bir bid’at, bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz buna
izin vermiştir) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri ise, dinin izin verdiği
böyle faydalı şeylere bid’at denmemesini, bid’at kelimesinin bunlara
bulaştırılmamasını ve bunlara sünneti hasene, yani iyi iş denmesini
istemektedir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de
olur. Müslim’deki hadis-i şerifte, sünneti hasene [iyi çığır] açanlar övülmekte,
sünneti seyyie [kötü çığır] açanlar ise kötülenmektedir.
Sünnet ve bid’at
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ümmetim arasında ayrılık olunca, benim sünnetime ve Hulefa-i raşidinin
sünnetine yapışın!) [Tirmizi]
Bu hadis-i şerif, bu ümmette çeşitli ayrılıklar olacağını haber veriyor. Bunlar
arasında, Resulullahın ve Onun 4 halifesinin yolunda olana sarılınız diyor.
Sünnet, Resulullahın, sözleri, bütün ibadetleri, işleri, itikadları, ahlakı ve
bir şey yapılırken görünce, mani olmayıp susması demektir. Bir hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Fitne fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehit sevabı verilir!)
[Hakim]
Yani nefse ve bid’atlere ve kendi aklına uyarak İslamiyet’in hududu dışına
taşıldığı zaman, benim sünnetime uyana, kıyamette yüz şehit sevabı verilecektir.
Çünkü fitne fesat zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle harp etmek gibi güç
olacaktır. Bir hadis-i şerif meali:
(İslam dini garip olarak başladı. Sonu da garip olacaktır. Bu gariplere
müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi düzeltir.) [Müslim]
Yani, İslamiyet’in başlangıcında, insanların çoğu, Müslümanlığı bilmedikleri,
onu yadırgadıkları gibi, ahir zamanda da, dini bilenler azalır. Bunlar, benden
sonra bozulmuş olan sünnetimi ıslah ederler. Bunun için, emr-i maruf ve nehy-i
münker yaparlar. Sünnete, yani İslamiyet’e uymakta başkalarına örnek olurlar.
İslam bilgilerini doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bunları
dinleyenler az, karşı gelenler çok olur.
Yobaz ne demektir?
Yobaz kelimesi, kaba, cahil, bozuk ve sapık düşüncelerini ve siyasi
kanaatlerini din bilgisi olarak ileri süren kimse demektir. Bozuk düşüncesini,
yanlış kanaatini kabul ettirmek için, din bilgilerini yanlış söyler. Bunlardan
bazısı, taşıdığı etiketten, sığındığı kanun maddelerinden, çoğu da müslümanların
imanlarını istismar etmekten güç alır. Büyük halk kitlelerini arkasına takarak
bölücülüğe, kardeş kavgasına sebep olur. Yobazların en zararlısı ve en
tehlikelisi, mal, para, makam elde etmek için yabancı ideolojilerin, dinde
reformcuların ve mezhepsizlerin propagandalarını yaparak, milletin imanını,
ahlakını bozan, satılmış, din ve fen ve siyaset yobazlarıdır.
Yobazları üçe ayırabiliriz:
1- Din ve dünya bilgilerinden mahrum olan, fakat kendini ilim adamı sanan
cahil yobazlardır. Bunlar, bölücülük yaptıkları gibi, din düşmanlarına çabuk
aldanıp, zararlı yollara kolayca sürüklenebilir. Osmanlı tarihini kana boyayan
Patrona Halil, Kabakçı Mustafa, mehdi olduğunu iddia eden Celali gibi kimseler
bu kısım yobazlardandır.
2- Kötü din adamları olan din yobazlarıdır. İlimleri biraz varsa da, sinsi
maksatlarına, mala, mevkiye kavuşmak için, bilmediklerini veya bildiklerinin
tersini söylerler ve yaparlar. İslamiyet’in dışına çıkarlar. Kötülükte, dini
yıkmakta, cahillere örnek olur, rehberlik ederler.
İslam dininde büyük yaralar açan İbni Sebe, Ebu Müslim Horasani, Hasan Sabbah ve
Samavne kadısı oğlu Şeyh Bedreddin, Osmanlı padişahlarının şehit edilmelerine
fetva veren din adamları, vehhabilik fitnesini ortaya çıkaran Necdli Abdülvehhab
oğlu ve Mısır’daki mason locası başkanı Efgani ve Kahire müftüsü mason Abduh ile
çömezi Reşid Rıza ve Hindistan’da İngilizlerin, İslamiyet’e hücumlarına vasıta
olan Ahmed Kadıyani ve benzerleri, yeni türeyen reformcular ve mezhepsizler hep
bu kısımdaki yobazlardandır. Bunlar, müslümanların din duygularını, imanlarını
sömürerek, dinimizi içerden yıkmaya çalışmışlardır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek, kitaplarını okumak
zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının zararları bulaşıcıdır.
Cemiyetleri bozar, milletleri parçalar. Geçmişte İslam devletlerinin başlarına
gelen felaketlere hep kötü din adamları sebep oldu. Devlet adamlarını doğru
yoldan bunlar saptırdı. Peygamberimiz, (Müslümanlar 73 fırkaya bölünecek.
Bunların 72 si Cehenneme gidecek, yalnız bir fırkası Cehennemden kurtulacak)
buyurdu. Doğru yoldan ayrılan bu 72 sapık fırkanın reisleri, hep kötü din
adamları idi.) [m.47]
3- Üniversite diplomalı, fen adamı olarak ortaya çıkan fen yobazlarıdır. Fen
yobazları, gençlerin imanlarını bozmak, bunları dinden, İslamiyet’ten ayırmak
için, uydurdukları şeyleri fen bilgisi, tıb bilgisi, ilericilik olarak anlatıp,
"din kitapları bu bilgilere uymadığı için yanlıştır, bunların gösterdiği yolda
yaşamak gericiliktir" derler. Namaz kılan, tesettüre riayet eden, içki içmeyen,
kısacası Müslümanlığı yaşayan temiz müslümanlara, gerici, tutucu, irticacı,
mutaassıp gibi yaftalarla saldırırlar. Maksatları Müslümanlığı yıkmaktır.
Üstelik, "biz de müslümanız" derler.
Din yobazları din bilgilerini değiştirdikleri gibi, fen yobazları, fen
bilgilerini değiştirerek İslamiyet’e saldırırlar. İslamiyet’i iyi bilen ve
üniversitede iyi yetişmiş olan akıllı bir kimse, bunların sözlerinin ilme, fenne
uymadığını, fen ve din cahili olduklarını hemen anlar ise de, bazı gençler,
talebeler, bunların etiketlerine aldanarak, yalanlarına inanır, felakete
sürüklenirler. Bu yobazlar iyi bilinmelidir!