Salih âlim demek, kibirden uzak, ilim, ihlas ve tevazu sahibi insan demektir.
İmam-ı Gazali hazretleri, her salih âlim gibi, tevazu sahibi idi. Hadiste
birikiminin az olduğunu bildirmiş. Bunun yüzünden, (O hadis ilminde zayıftı,
sahih ile uydurma hadisi birbirinden ayıramazdı. Onun eserlerine güvenilmez.
Çünkü eserlerini bu uydurma hadisler üzerine bina etmiştir) demek caiz olmaz.
Salih âlim, bid’at ehli gibi kibirli değildi. Herbiri bir tevazu abidesi idi.
Mesela ikinci binin müceddidi İmam-ı Rabbani hazretleri birçok mektubunda,
kendisini en aşağı köle, fakir, aciz birisi olarak bildirir. Hocasına bir
mektubunda diyor ki:
(Bu köleniz gaflet uykusuna dalmıştır, yüzü siyahtır, kusurları çoktur,
huysuzdur.) [m.9]
Şimdi biz (İmam-ı Rabbani gaflet uykusundadır, yüzü karadır, kusurları çok
biridir) diyebilir miyiz?
Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Kusurlarım pek çok, iyi anlıyorum ki, sağ omzumdaki melek, yirmi seneden beri,
yazacak bir iyilik bulamamıştır. Allahü teâlâ biliyor ki, bu sözü gösteriş
olarak söylemiyorum. İçimden geleni söylüyorum. Yine iyi anlıyorum ki, Frenk
kâfiri, kendimden kat kat daha iyidir. Yine iyi anlıyorum ki, hatalarla,
kusurlarla çevrilmişim ve günahlarımın altında ezilmişim. Yaptığım ibadetleri,
iyilikleri, sol omzumdaki melek yazsa, yeridir. Sol omzumdaki melek, hep
yazmaktadır. Sağ omzumdaki ise işsiz, boş durmaktadır. Sağdaki amel defterim
bomboştur. Soldaki ise, dolu ve simsiyah olmuş. Ümidim yalnız Allah’ın
rahmetindedir. Ancak Onun mağfiretine sığınıyorum. (Allahümme mağfiretüke evsau
min zünubi ve rahmetüke erca indi min ameli = Ya Rabbi, senin mağfiretin,
benim günahlarımdan daha geniştir. Rahmetin ise amelimden daha ümit vericidir)
duasını kendime tam uygun görüyorum. Şaşılacak şeydir ki, yüksek derecelerde,
durmadan gelen feyzler, nimetler, bu kusurları görmeye yardım ediyorlar.
Ayıpları görmek kuvvetini arttırıyorlar. Ucb [kendini beğenmek] yerine, aşağılık
gösteriyorlar. Yüksek yerde, tevazu [aşağı gönüllülük] yolunu açıyorlar. Bu an
içinde, hem vilayetin [evliyalığın] en yüksek derecesini ihsan ediyorlar, hem
de, kendini kusurlu görmeyi sağlıyorlar. Ne kadar çok yükselirse, kendini o
kadar çok aşağı görüyor. Çok yükselmek, kendini çok aşağı görmeye sebep oluyor.
Yabancılar, buna ister inansın, ister inanmasınlar. (m.1/222) [Bid’at
ehli, aynı zamanda, tasavvufa yabancı insan demektir.]
Şimdi biz, imam-ı Rabbani hazretleri hâşâ Frenk kâfirinden daha aşağıdır
diyebilir miyiz? Tasavvuftan haberi olmayanlar bu inceliği anlayamazlar.
İmam-ı Malik hazretleri, (Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden
çıkar, Zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at sahibi olur.
Her ikisini edinen, hakikate varır) buyurdu. (Merec-ül-bahreyn)
İmam-ı Şafii hazretleri okuduğu bir şeyi kolay kolay unutmazdı. Buna rağmen
(Benim hafızam zayıf) derdi. Belki imam-ı a’zama göre zayıf olduğunu söylüyordur,
belki de Resulullah efendimize göre söylüyordur, niyetini bilemeyiz. Ama bizzat
kendisi söyledi diye hafızası zayıftı diyemeyiz. Resulullah efendimiz bile,
(Ben de beşerim, ben de yanılabilirim) buyuruyor. Hâşâ (O da yanılabildiği
için ona güvenilmez) denir mi hiç? İmam-ı Gazali hazretlerinin Resulullah
efendimizin söylediği bütün hadisleri bilmesine imkan yoktur, hatta Eshab-ı
kiramdan da hepsini bilen yoktur. Bildiğim azdır demek, bütün hadisleri bilemem
demektir, uydurma ile sahihi ayıramam demek değildir.