Sual: Suudlu Abdülaziz bin Baz kimdir?
CEVAP
Vehhabidir. Yazdığı "Akidet-üs-sahiha" adlı kitap "Doğru İnanç" ismi
verilerek Türkçeye tercüme edilmiş ve Türkiye’nin her yerinde dağıtılmaktadır.
Allah arşta oturuyor diyor.
Abdülaziz bin Baz, ehl-i sünnet itikadındaki müslümanlara Müşrik damgasını
vuruyor, her müslümanın "Necdi" yani vehhabi olmasını istiyor. İstiva, Yed,
Vech gibi müteşabih kelimelere, oturmak, el, yüz gibi manalar vererek
-hâşâ- Allahü teâlâyı cisim olarak bildiriyor. Müşebbihe fırkası gibi inanıyor.
(Üstadımız İbni Teymiye de böyle söyledi) diyerek onun da Müşebbiheden olduğunu
gizlemiyor. Kitapta imam-ı Malik hazretlerinin hocasının (İstivanın keyfiyeti
bilinemez) dediğini yazıyor. Doğrusu da budur. Fakat Necdi hemen birkaç satır
sonra, (Allah göklerin üstünde bulunan Arş üzerinde oturuyor) diyor. Keyfiyeti
bilinmeyen şey üzerinde nasıl böyle kesin konuşuyor.
Selef-i salihin denilen önceki âlimler, İstiva, Yed gibi kelimeleri tevile lüzum
görmezlerdi. Çünkü bu kelimelerin mahiyeti bilinirdi. Mesela (İstanbul, valinin
elindedir) denilince, bunun açıklanması istenmez, herkes buradaki el kelimesinin
hakiki el ile ilgisi olmadığını bilirdi. (Allah Arşı istiva etti) denince de,
Allah’ın Arşa hükümran olduğunu anlarlardı.
Fakat Müşebbihe denilen bozuk fırka, (Allah’ın bizim gibi eli var. Allah Arşın
üstünde oturur) gibi manalar verince sonraki âlimler bu kelimeleri açıklamak
zorunda kalmışlardır. Kur'an-ı kerimde böyle tevil edilmesi gereken çok âyet-i
kerime vardır. Hakiki manası ile alınırsa acaip manalar ortaya çıkar. Mesela
Kur'an-ı kerimde (Köye sor) buyuruluyor. Köyden maksat, köydeki
insanlardır.
Yine Kur'an-ı kerimde kâfirlerin sağır, dilsiz ve kör olduğu bildiriliyor.
(Bekara 18) Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Bunlara, hakikati
duymadıkları için sağır, hakkı söylemedikleri için dilsiz, doğru yolu,
gerçekleri göremedikleri için kör denilmiştir. Bilen için bunları izaha lüzum
yoktur.
Eskiden de istiva, yed, vech gibi kelimeler tevil edilmeden bilinirdi. Müşebbihe
fırkası ve sonra necdiler, bu kelimeleri hakiki manası ile alınca, hâşâ Allah’a
mekan ittihaz etmiş oldular. Onu cisim zannettiler. Necdi Abdülaziz Baz da,
(Allah gökte Arşın üstünde oturuyor) diyerek küfre giriyor. (S.8-10)
Abdülaziz Baz, (İman, dil ile ikrar ve inanılanı yapmaktır. İman itaat ile
artar, isyan ile azalır) diyor. (s.18) Bu tarifin içinde kalb ile tasdik yoktur.
Halbuki bir kâfir de dil ile Kelime-i şehadeti söyleyebilir. Kalb ile tasdik
etmedikçe kıymeti olmaz. İnanılanı yapmak ameldir. Mesela orucun farz olduğuna
inanan kimse bunu yapmazsa günaha girer, imanı gitmez. Necdi, inanılanı yapmak
iman diyerek amelin, imanın bir parçası olduğunu söylüyor. Halbuki amel imandan
parça değildir. Mesela oruç tutmayana kâfir denmez. (İman artar, eksilir)
demekle, gerçekte imanın artıp eksildiğini zannediyorlar. Halbuki iman,
"Amentü..." de bildirilen altı esasa inanmak demektir. Bunun birine inanmamak
küfür olur. Bu bakımdan iman zamanla azalıp çoğalmaz. Bazı âlimler, imanın
azalıp çoğalacağını söylemişlerse de bunlar, imanın kendisinin değil,
parlaklığının artıp eksileceğini bildirmişlerdir.
Necdilerde tevil yoktur. Tevilsiz (iman artar, eksilir) demeleri küfür olur.
Yani Necdiler gibi böyle tevilsiz söylemek, inanmak küfür olur. Necdiler,
(İmanın parlaklığı artar, eksilir) deselerdi mahzuru olmazdı.
Necdi yine aynı sayfada (Zina, hırsızlık ve içki içmek küfür değildir) diyor.
Halbuki az önce, (İnandığını yapmak imandır) diyordu. Böylece apaçık bir tenakuz
[çelişki] içine girmektedir. Zaten yazıları hep böyle tenakuzlarla doludur.
Necdi, müslümanların peygambere ve evliyaya taptığını söylüyor. (S.21) Vefat
eden peygamber ve evliyadan yardım istemenin şirk olduğunu söylüyor. (Bunlar "La
ilahe illallah" kelimesinin manasını Arap kâfirleri kadar bile bilemediler)
diyor. (s.20)
İlaca şifa özelliğini veren, dirinin yardım etmesine kuvvet veren Allahü teâlâ
değil midir? Allahü teâlâ bunlara bu kuvveti verir de vefat eden bir peygambere
veya evliyaya yardım etme kuvvetini vermekten aciz midir? Aslında, Allah’ın
kudreti olmadan, dirinin yardım edeceğine inanıp da, ölünün yardım edemeyeceğine
inanmak şirk olur. Allah’ın kudreti ile dirinin yardım edeceğine inanıp da,
Allah’ın kudreti ile ölünün, yardım edeceğine inanmamak da, Allah’ı aciz kabul
etmek olacağı için küfür olur. Halbuki Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Ölüden
diri, diriden ölü yaratır. (A.İmran 27) Diriye, ölüye ve her şeye yardım
ancak Allah’tan olur. Kur'an-ı kerimde (Yardım ancak ve yalnız Allah’tandır)
buyuruluyor. (A. İmran 126)
Kur'an-ı kerimde, şehidlerin diri olduğu, yiyip içtiği bildiriliyor. (Bekara
154; A.İmran 169)
Bu âyetleri inkâr edemiyeceklerine göre, Necdiler hâlâ (Evliyadan yardım istemek
şirk) demeye devam edecekler mi? [Vehhabilik maddesine bakınız.]
Abdülhak-i Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça
bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını
anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten
sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak yakındırlar.
Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan
ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız
Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın
kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü
teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak
bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes
her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak
Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Miskat)
Ölünün feyz vermesi
(İrşad-üt-talibin) de, (Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez,
hatta artar) buyuruluyor. Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına işittirir,
onların hatırı için istenileni yaratır. Ölülerin dirilere yardım etmesi yine
Allahü teâlânın dilemesi ile olmaktadır. (Künuz-üd-dekaik) deki hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı.) [Deylemi]