Sual: Sebeplere inanmak nasıl olmalı?
CEVAP
İmam-ı Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, kendi kudretini sebepler altında gizledi. Kudret sahibi yalnız
kendisi olduğunu bildirdiği gibi, sebeplere yapışmayı emir buyurdu. Tam
müslümanın, sebeplere yapışmasını ve sebeplere kuvvet veren yaratana
güveneceğini bildirdi. Yakub aleyhisselamın bu ikisini birlikte yaptığını
Kur’an-ı kerimde bildirerek, onu övdü. Yusuf suresinde mealen, (Yakub, bizim
bildirdiğimizi bilir. Fakat, insanların çoğu, takdirin tedbire galip olduğunu
bilmezler) buyurdu. Tibyan tefsirinde, bu âyet-i kerimeye (Müşrikler, Allahü
teâlânın Evliyasına ilham ettiği şeyleri bilmezler) demiştir. Tesiri sebeplerden
bilip, Allahü teâlânın kuvveti ile tesir ettiklerini bilmeyenler sapıktır.
Sebepleri ortadan kaldırmak isteyen de, Allahü teâlânın hikmetini bilmemiş,
Allahü teâlânın, mahlukları boş yere, faydasız yaratmış olduğunu söylemiş olur.
Sebeplere tesir kuvvetini Allahü teâlânın verdiğine inanan ise, hak yola
kavuşmuş olur. Her iki tehlikeden kurtulmuş olur. (Mektubat, 1.cild 110.m.)
Sebeplere yapışmak sünnettir. Sebeplerin yaptığına inanmak şirktir. Sebepler bir
şey yapamaz, Allahü teâlânın yaratmasına sebep olurlar. İşleri yapan sebepler
değildir, Allahü teâlâdır. Canlı veya cansız, herhangi bir sebebin, her
istediğini yapabileceğine, yani yaratacağına inanmak, onu Allahü teâlâya şerik
yapmak olur. Bu inançla, ondan bir şey istemek, ona ibadet etmek olur. Sebebin
yaratacağına inanmayıp, sebebe yapışınca, Allahü teâlânın yaratacağına inanmak,
sebebe tapınmak olmaz. Sebebe yapışmak olur. Müslümanlar, dirilerden, ölülerden
ve görünenlerden ve görünmeyenlerden bir dilekte bulundukları zaman, bunların
her istediklerini kendilerinin yapacaklarına inanmıyorlar. Sebebe yapışınca,
dileklerini, Allahü teâlâdan bekliyorlar. Allahü teâlânın yaratacağına
inanıyorlar. Bunun için, müslümanların ruhlardan ve ölülerden bir şey
istemeleri, bunlara tapınmak, onları mabud yapmak olmaz.
Allahü teâlâ, her şeyi sebep ile yaratıyor. Sebeplere yapışmamızı emrediyor.
Bunun için dileklerimize kavuşmak için, bunların sebeplerine yapışıyoruz.
Sebeplere yapışmamız şirk olmuyor. Günah olmuyor. Fakat sebeplerden beklemek,
şirk oluyor. Her istediklerini yapabileceklerine inanarak onlardan beklemek,
şirk-i ekber oluyor. Allahü teâlânın verdiği kuvvet ile yapacaklarına inanmak,
şirk-i hafi oluyor. Sebeplerden beklemeyip, onların yapacaklarına inanmayıp,
yalnız Allahü teâlânın yaratacağına inanarak, dileği yalnız Allah’tan beklemek,
müslümanlık oluyor. İslam dinine uymak oluyor. Müslümanların ölülerden ve
ruhlardan dilekte bulunmaları böyledir. Böyle meşru dilekte bulunmaya (Tevessül)
ve (İstigase) denilmektedir.
Ölüden veya diriden dilekte bulunanın, ibadet mi, yoksa tevessül mü yaptığını,
yani niyetinin ne olduğunu anlamak için, dilekte bulunurken İslamiyet’in dışına
çıkıp çıkmadığına bakılır. İslamiyet’in dışına çıkıyorsa yani onun gönlünü hoş
etmek için, haram işliyor veya farzı yapmıyorsa, ona tapındığı anlaşılır.
Görülüyor ki, diriden dilekte bulunurken, onun gönlünü hoş etmek için,
İslamiyet’in dışına çıkan vehhabiler, müşrik olmaktadırlar. İslamiyet’in dışına
çıkmadan tevessül eden müslümanlar ise, Allahü teâlânın emrini yapmakta, yani
sebebe yapışmaktadırlar. Bunlara müşrik diyenlerden tevili olmayanları kâfir
olur. İnsan, kendi nefsinin isteklerine, yani şehvetlerine kavuşmak için
İslamiyet’in dışına çıkarsa, nefsine tapınmış olur. Fakat nefse tapınmaya,
dinimiz şirk dememiştir. Yani bunlar kâfir değil, fasık olurlar.
Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz de yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yiyip
içmeden doyururdu. Tayyaresiz uçururdu. Radyosuz, telefonsuz uzaktan duyururdu.
Fakat lutfederek, kullarına iyilik ederek her şeyi yaratmasını bir sebebe
bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini,
sebeplerin altında gizledi. Kudretini sebepler altında sakladı.
Onun bir şeyi yaratmasını isteyen, o şeyin sebebine yapışırsa, o şeye kavuşur.
Lambayı yakmak isteyen, kibrit kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen, baskı
aleti kullanır. Başı ağrıyan, aspirin kullanır. Cennete gidip, sonsuz nimetlere
kavuşmak isteyen, İslamiyet’e uyar. Kendini tabanca ile vuran veya zehir içen
ölür. Terli iken su içen hasta olur. Günah işleyen, imanını gideren de,
Cehenneme gider.
Herkes, hangi sebebe başvurursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur.
Müslüman kitaplarını okuyan, Müslümanlığı öğrenir, sever, müslüman olur.
Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din
cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse oraya gider.
Allahü teâlâ, işlerini sebeplerle yaratmamış olsaydı, kimse kimseye muhtaç
olmazdı. Herkes, her şeyi Allahü teâlâdan ister, hiçbir şeye başvurmazdı. Böyle
olunca, insanlar arasında, âmir, memur, işçi, sanatkâr, talebe, hoca ve nice
insanlık bağları kalmaz, dünya ve ahiretin nizamı bozulurdu. Güzel ile çirkin,
iyi ile fena ve muti ile asi arasında fark kalmazdı.
Sebeplere yapışmak dinimizin emridir. Peygamberin mucizesi, evliyanın kerameti
haktır. Yaratıcı Allah’tır. Hepsi Onun izni, yetki ve imkan vermesi, yaratması
ile olmaktadır.
Allahü teâlâ dilerse yoktan çocuk yaratır. Hazret-i Âdem’i yoktan yarattı.
Dilerse babasız çocuk yaratır. Hazret-i İsa’yı yarattı. Ancak, Allahü teâlâ
çocuğu yaratmak için ana babayı sebep, vesile, vasıta kılmıştır. Ana baba olsa
da çocuk vermeyebilir. Şimdi çocuk olması için bir kadınla evlenmek lazım desek,
(Şirk işliyorsun yaratıcı Allah’tır) demek uygun mu? Yani bizim çocuk sahibi
olmamız için vasıtaya, sebebe sarılmamız, böyle olması lazım dememiz şirk, yani
kâfirlik mi olur?
Dualara Peygamber, Veli ismen aracı konulamazmış. O zaman şefaat ve yardım edeni
bildiğini iddia etmiş olurmuşuz. Bu gaybı bildiğini söylemekmiş, şirke
girermişiz...
Yani ya Rabbi, Peygamberimizin hürmetine bana bir ev nasip et desek şirktir
diyorlar. Peygamber de gaybı bilmez, evliya da bilmez. Allahü teâlâ bildirirse
bilirler. Bizim gaybı bilmemiz emredilmedi ki. Dinimiz zahire bakar. Mesela,
hepimiz bir müslümanın cenazesine gidiyoruz. İmanla ölüp ölmediğini bilmiyoruz.
Bu müslümandı, inşallah imanla öldü diyor ve cenaze namazını kılıyoruz. Peki
bunlara sorarız, siz nasıl gidersiniz? O bir müslüman diye cenaze namazını nasıl
kılarsınız? İmanla öldüğünü nerden biliyorsunuz? Ya o müslüman değilse siz
gaybdan mı biliyorsunuz? Öyle ise, o kâfirse, kâfire dua eden kâfir olur. Yoksa,
sizin dininiz kitabınız başka mı?
Biz hüsnü zan ediyoruz, gaybı bildiğimiz için değil, dinimiz emrettiği için
cenazeye gidiyor ona dua ediyoruz. Hüsnü zan yasak edilmedi ki.
Diğer maddelerde, Peygamber efendimiz daha dünyaya teşrif etmeden önce,
yahudilerin, Onun hürmetine Allahü teâlâdan savaşlarda yardım istediklerini ve
galip geldiklerini anlatmıştık.
Allahü teâlâ, yahudilerin, O sevgili Peygambere en büyük düşman olacaklarını ve
O yüce Peygamberi çok inciteceklerini bildiği halde, Onu vesile ederek
yaptıkları duaları kabul buyururdu.
Dünyaya teşrif etmeden önce, şerefi, şefaati böyle olunca, âlemlere rahmet
olarak gönderildikten sonra, Onu vesile ve şefaatçi etmenin suç olacağını, hangi
akıllı, insaflı kimse iddia edebilir? Buna inanmayanların, yahudilerden daha
kötü oldukları anlaşılmaktadır.
Sual: Yağmurların yağması, yıldırımların zarar vermesi, depremler, sel
gibi doğal afetlerin Allah’ın yaratması ile bir ilgisi yoktur deniyor. Hâlbuki
biz hayır da şer de Allah’tan diye öğrendik. Bunların da yaratıcısı Allah değil
midir?
CEVAP
Elbette Allah’tır. Tek yaratıcı vardır. Allah’tan başka yaratıcı yoktur.
Tabii afet denilen bu olayların ve her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâdır.
Cümle eşya Hâlikındır, kul eliyle işlenir.
Emr-i Bari olmayınca, sanma bir çöp deprenir.
Trafik kazası olsa, birisi birini öldürse, bunları yaratan yine Allahü teâlâdır.
O kişinin veya o kişilerin ölümüne o şeyleri sebep kılmıştır.
Hak intikamını yine kul eli ile alır.
Ledün ilmini bilmeyen bunu kul yaptı sanır.
Sual: Şifayı ilaçtan beklemek caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Allahü teâlânın şifayı yaratması için, ilacı sebep yaptığına
inanmak lazımdır. (Fetava-i Hindiyye)
İyi kötü, hayır şer; her şeyi yaratanın Allahü teâlâ olduğunu bilmek
Amentü’deki altı esastan biridir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmayan, mümin değildir.)
[Tirmizi]
Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Bir insana gelen iyilik ve kötülük de, hayır ve şer de Allah’tandır.)
[Nisa 78]
Her şeyi Allahü teâlânın yarattığına dair birçok âyet-i kerime vardır. Cebriye
kafasındaki kimseler, hâşâ, bunu Allah zorla yaptırıyor sanıyorlar. Hâlbuki
Allahü teâlâ günahlarımız sebebiyle bunu veriyor:
(Başınıza gelen bir bela, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.
[Bununla beraber] Allah çoğunu affeder.) [Şura 30]
Demek ki bela, günahlarımız yüzünden gönderiliyor; ama gönderen yine Allah’tır.
Âyet-i kerimenin devamında, Allah çoğunu affeder deniyor. Demek ki, belayı
gönderen Odur, çoğunu da affediyor. Bazıları, kötülükleri nefsimizin yarattığını
söylüyorlar. Hâşâ, Allah’tan başka yaratıcı yoktur. Günahlarımızın ve nefsimizin
kötülükleri sebebiyle Allah bela veriyor. Günahlarımız ve nefsimiz, sadece sebep
oluyor.