Vehhabiler diyor ki:
Peygamberlerin ve onların yolunda olanların gittikleri yol vesiledir, kendileri
vesile değildir. Madde, cisim ve zat, sebep olamaz. Diri olup yanında bulunandan
bir şey istemek caizdir. Uzaktakinden ve ölüden istemek, bunları vesile etmek
şirktir.
CEVAP
Her şeyi yaratan, yapan yalnız Allahü teâlâdır. Bir şeyi yaratmak için,
başka bir mahlukunu vasıta ve sebep yapması, Allahü teâlânın âdetidir. Allahü
teâlânın bir şeyi yaratmasını isteyenin, o şeyin yaratılmasına vesile olan
sebebe yapışması lazımdır. Peygamberler hep sebeplere yapışmışlardır.
Allahü teâlâ sebebe yapışmayı övmektedir. Peygamberler sebeplere yapışmayı emir
etmektedir. Dünyadaki olaylar, hadiseler de, sebebe yapışmanın lazım olduğunu
göstermektedir. Bir şeye kavuşmak için, o şeyin sebebine yapışılır. O sebebi, o
şeye sebep yapan ve insanın o sebebe yapışmasını sağlayan, o sebebe yapıştıktan
sonra, o şeyi yaratan, hep Allahü teâlâ olduğuna inanmak lazımdır. Böyle inanan
bir kimse, bu sebebe yapışmakla, o şeye kavuştum diyebilir. Bu sözü, o şeyi
sebep yarattı demek değildir. Allahü teâlâ, o şeyi bu sebeple yarattı demektir.
Mesela (içtiğim ilaç ağrımı kesti), (Seyyidet Nefise hazretlerine adak yapınca,
hastam iyi oldu), (Çorba beni doyurdu), (Su, hararetimi giderdi) sözleri, bu
şeylerin hep vesile ve vasıta olduklarını göstermektedir. Bunlar gibi konuşan
müslümanların, yukarıda bildirdiğimiz gibi inandıklarını düşünmek lazımdır.
Böyle düşünene kâfir denemez. Vehhabiler de, diri olandan, yanında bulunandan
bir şey istemek caizdir diyor. Birbirlerinden ve hükümet memurlarından çok şey
istiyorlar. Vermeleri için yalvarıyorlar. Uzakta olandan ve ölüden istemek
şirktir. Diriden istemek şirk olmaz diyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri ise, birisi
şirk olmayınca, öteki de şirk olmaz diyor. Aralarında fark yoktur diyor.
Sebepler üç kısımdır
İslam âlimlerinin büyüklerinden Muhammed Masum hazretleri Mektubat kitabında
buyuruyor ki:
Sebeplere yapışmak tevekküle münafi değildir. Çünkü, sebeplere tesir etmek
kuvvetini de Allahü teâlâ vermektedir. Sebeplere yapışırken, sebeplerin tesirini
Allahü teâlâdan bilmeli ve Ona güvenmelidir. Tesir ettikleri tecrübe edilmiş
olan sebeplere yapışmak, tevekkül etmek demektir. Tesiri bilinmeyen, ümit dahi
edilmeyen sebeplere yapışmak, tevekküle uygun olmaz. Tesiri kati olan sebeplere
yapışmak lazımdır, hatta vazifedir. Ateş yakıcıdır. Ateşe yakmak hassasını,
tesirini veren Allahü teâlâdır. Aç olunca, gıda, taam yiyeceğiz. Gıdaya doyurmak
tesirini Allahü teâlânın verdiğine inanacağız. Faydalı tesiri kati olan böyle
sebepleri kullanmayarak zarar hasıl olursa, Allahü teâlâya itaat etmemiş oluruz.
Ona karşı gelmiş oluruz.
Sebepler üç kısımdır:
Tesiri görülmemiş, işitilmemiş sebepleri kullanmak caiz değildir.
Tecrübe edilmiş, faydalı tesir ettikleri anlaşılmış olan sebepleri kullanmak
vaciptir. Bunları terk etmek günah olur.
Tesirleri şüpheli olan sebepleri kullanmak vacip, lazım değil ise de, caizdir.
Allahü teâlâ, mühim olan işleri yapmadan evvel, bunları tecrübeli, bilgili
kimselerle meşveret etmemizi, bundan sonra yapmamızı, yaparken de, Allahü
teâlâya tevekkül etmemizi, neticeyi Ondan beklememizi emretti. Meşveret etmek
de, sebebe yapışmaktır. Bu emir, faydalı sebebe yapışmanın vacip olduğunu ve
sebebin tesirini Allahü teâlâdan beklemek lazım olduğunu bildirmektedir.
Ahiret işlerinde yani ibadet ve taat yapmakta tevekkül olmaz. İbadetleri
yapmamız, bunun için çalışmamız emir olundu. Ahiret işlerinde tevekkül etmek
değil, havf ve ümit etmek lazımdır. Bu emirleri yapmak, bunların kabul olunması
ve sevap verilmesi için Allahü teâlânın merhametine ve ihsanına itimat etmek,
güvenmek lazımdır. Emirleri yapmak ve yasaklardan sakınmak, kulluk vazifesidir.
İnsan tasavvufta ne kadar ilerlerse ilerlesin, kemale gelsin, kurb-i ilahiye
kavuşsun, bedeni ile, ruhu da mahluk olmaktan kurtulamaz. Allahü teâlâdan başka
her şey hadistir, mahluktur. Var olmadan önce yok idiler. Sonra da yok
olacaklardır. Müslüman olmak için böyle inanmak lazımdır.
Ahirette azaptan kurtulmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine
inanmak, uymak lazımdır. Bu kitaplara uymayan keşfler, kerametler hiçbir işe
yaramaz. (c.1, m.182)
Vesile ve sebep aramak
Peygamberlerin ve Evliyanın vasıtası ile yani onları sebep yaparak, vesile
ederek, Allahü teâlânın yaratmasını istemek caiz olduğunu gösteren âyet-i
kerimeleri bildirelim:
(Ey iman edenler! Allahü teâlâdan korkunuz! Ona yaklaşmak için vesile
arayınız.) [Maide 35]
(Ol kimseler ki, dua ve ibadet ederler, Rablerine yaklaşmak için, vesile ve
sebep ararlar. Sebeplerin Allahü teâlâya en çok yaklaştıranını isterler.)
[İsra 57]
Bu âyet-i kerimelerde Allahü teâlâ, sebebe, vesileye yapışmayı emretmektedir.
Vesilenin kendisine en çok yaklaştırıcı bir şey olduğunu bildirmektedir.
Vesilenin belli bir şey olduğu bildirilmedi. Bunun için, Allahü teâlânın
rızasına kavuşturan her şey, yani Haricilerin dedikleri gibi yalnız duaları
değil, şefaatleri ve Allahü teâlâ indinde mertebeleri ve kıymetleri ve kendileri
hep vesiledirler.
[Vehhabiler, (Vesile, Peygamberlerin ve onların yolunda olanların gittikleri
yoldur. Onların yolu vesiledir, kendileri vesile değildir) diyor.]
Ehl-i sünnet âlimleri ise, Peygamberlerin ve onlara tâbi olanların gittikleri
yol, yani iman ve ibadet ve ihlas, vesile olduğu gibi, o büyüklerin şefaatleri,
makamları, kerametleri, duaları ve kendileri de vesiledir dedi. Kendileri vesile
olamaz diyenler, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere ve Peygamberlere ve
Evliyaya iftira ediyorlar. Peygamberlerin ve Evliyanın kendilerinin vesile
edilmesi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmektedir.
Enfal suresinin 33. âyetinde mealen, (Sen aralarında bulundukça, o kâfirlere
azap etmem) buyuruldu. Tefsir kitaplarında ve Buhari’de bildirildiği gibi,
kâfirler Peygamber efendimiz ile alay ediyorlardı. Rabbine söyle de, bize çabuk
azap göndersin diyorlardı. Bu sözleri üzerine, yukarıdaki âyet-i kerime nazil
oldu. Resulullahın mübarek cesed-i şerifinin kâfirler arasında bulunması, onlara
azap gelmesini önlemektedir buyuruldu. Resulullah, Peygamberlik makamı ile,
yahut dua ederek, yahut şefaat ederek, azap gelmesini önlüyordu denilemez.
Çünkü, kâfirlere dua ve şefaat edilmediği gibi, inanmadıkları Peygamberliğin
onlara faydası olamaz.
Allahü teâlânın, Muhammed aleyhisselamı, insanlar arasından seçmesi ve Onu bütün
Peygamberlerinden üstün yapması, mübarek zatı içindir, kendisi içindir. Bunu her
mümin bilmektedir. Resullerin, Nebilerin, Velilerin üstünlükleri de, hep
böyledir. Mevki, mertebe ve her yükseklik zata tâbidir. Zat, mevkiye tâbi
değildir. [Mesela, insan paşa olduğu için kıymetlidir, denilmez. Kıymetli olduğu
için, paşa olmuştur denir.]
Vehhabilerin, madde, cisim ve zat, sebep olamaz sözlerinin yanlış olduğu
anlaşıldı. Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ve Resulullahın sünnet-i
seniyyesi, onların yanlış ve bozuk yolda olduğunu göstermektedir.
Hadis-i şerifte, (Toprağımızın ve birimizin tükrüğünün bereketi ile ve
Rabbimizin izni ile hastamız şifa bulur) buyuruldu. Toprak ve tükrük ve
eczacının tesiri belli olan ilaçları, hep maddedir, cisimdir, yani zattırlar.
Bunların mevki’i, rütbesi ve şefaati düşünülemez.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Zemzem suyu, içenin niyetine göre fayda verir.) [Müslim]
Zemzem suyu, dünya ve ahiretin herhangi bir faydası için niyet ederek içilirse,
istenilen fayda hasıl olur. Böyle olduğu çok görülmüştür. Zemzem suyu, zattır,
maddedir. Şifa, fayda vermek için, rütbesi ile tesir etmesi, yahut dua ve şefaat
etmesi düşünülemez.
Sahih olan hadis-i şerifte ve bütün fıkıh âlimlerinin sözbirliği ile
bildirdikleri gibi, Kâbe kapısı ile Hacer-ül-esved taşının arasındaki
tavaf yerine Mültezem denir. Bir kimse, burada karnını Kâbe duvarına
değdirip, Mültezem’i vesile ederek, Allahü teâlâya yalvarırsa, Allahü
teâlâ onu zarardan, kusurdan korur. Böyle olduğu çok tecrübe edilmiştir.
Herkesin bildiği gibi, Mültezem, Kâbe duvarında birkaç taştır. Bu taşlar zattır.
Yani maddedir. Allahü teâlâ, her maddeye belli hassalar, özellikler verdiği
gibi, bu taşlara da, hayra, faydaya vesile olmak hassasını vermiştir. [Aspirine
ağrı kesmek, kinine sıtma plasmodyumlarını öldürmek, ispirtolu suya aklı
gidermek hassalarını verdiği gibi, bu taşlara, başka taşlardan fazla olarak,
duaların kabul olmasına sebep olmak hassasını vermiştir.]
Kâbe’nin kuzey tarafında bulunan su oluğunun altındaki tavaf yerine ve Mescid-i
Haram içindeki, Kâbe kapısı karşısında bulunan Makam-ı İbrahim denilen
yere ve Hacer-ül esved denilen Kâbe köşesindeki taşı öpmeye ve elini
yüzünü sürmeye de, böyle faydalı hassalar verilmiştir. Bunlara tevessül
edenlerin, yani bunları vasıta kılarak dua edenlerin, duaları kabul olmak
hassasını, kıymetini, Allahü teâlâ bu maddelere vermiştir. Bu maddelerin,
duaların kabul olmasına vesile oldukları biliniyor ve görülüyor ve inanılıyor
da, Resulullahı ve Onun yolunda olan, Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile
ederek yapılan dualar hiç kabul olmaz mı? Eğer bir kimse, yerdeki toprağın ve
bazı kimselerin tükrüğünün ve Zemzem suyunun ve Mültezemdeki taşların ve İbrahim
aleyhisselamın mübarek ayaklarının izi bulunan Makam-ı İbrahimin ve
Hacer-ül-esved taşının, yani bu maddelerin hepsinin faydalı şeyler için vesile,
sebep olmaları, Peygamberlerin ve Evliyanın mezarlarının da, vesile olacağını
göstermez derse, bu kimsenin din cahili olduğunu, Allah’tan ve Resulullahtan ve
müslümanlardan utanmadığını gösterir. Çünkü, Eshab-ı kiram, Resulullahın zat-ı
şerifini çok yüksek bilirler, pek saygı gösterirlerdi.
Urve-tebni Mesud-issekâfinin Buhari’de ve başka kitaplarda bildirilen
sözleri meşhurdur. Urve diyor ki:
Hudeybiye sulhu için, müşriklerin elçisi olarak, Resulullahın yanına
gelmiştim. İşim bittikten sonra Mekke’ye, Kureyş büyüklerinin yanına döndüm.
Onlara dedim ki, (Biliyorsunuz, Acem şahı olan Kisralara ve Bizans kralı olan
Kayserlere ve Habeş padişahı olan Necaşilere çok gittim, geldim. Bunlara yapılan
hürmetin, Muhammed aleyhisselamın Eshabının, Muhammed aleyhisselama yaptıkları
hürmet kadar çok olduğunu görmedim. Muhammed aleyhisselamın tükrüğünün yere
düştüğünü görmedim. Eshabı avuçları ile kapışıp yüzlerine, gözlerine
sürüyorlardı. Abdest almış olduğu suyu da kapışıp, bereket için saklıyorlardı.
Tıraş olunca, bir kılı yere düşmeden önce Eshabı kapışıyorlardı. En kıymetli
cevher gibi saklıyorlardı. Saygılarından, edeplerinden, yüzüne
bakamıyorlardı...)
Eshab-ı kiramın, Resulullahın zatından ayrılan en ufak zerrelere, hatta
başkaları için pis, çirkin sayılan şeylerine bile nasıl kıymet verdikleri bu
haberden anlaşılmaktadır. Bu saygı ve edepler mübarek tükrüğünün ve mübarek
uzuvlarına değmiş olan abdest sularının, onlara dua etmeleri veya şefaat
etmeleri, yahut rütbe ve kıymetleri olduğu içindir denilebilir mi?
Bunlar, maddedir. Fakat, en şerefli bir zattan, maddeden ayrıldıkları için,
kıymetli olmuşlardır. Vehhabiler ve onların yolunda olanlar, hakiki din
adamıyız, tevhid ehliyiz diyerek övündükleri halde, Resulullahı Lat putu ile bir
tutuyorlar. Resulullahın ve Onun Eshabının yaptıklarını ve emir ettiklerini puta
tapmaya benzetiyorlar. Onlar gibi söylemekten, onlar gibi düşünmekten ve onlar
gibi inanmaktan Allahü teâlâya sığınırız.
Peygamberleri ve Onların yolunda olan seçilmiş, sevilmiş Velileri vasıta kılarak
Allahü teâlâdan dilekte bulunmanın caiz olduğunu gösteren hadis-i şerifler o
kadar çoktur ki, bunlara kötü düşmanlarımız hiç cevap veremiyor. Şaşırıp
kalıyorlar: Buhari ve Müslim’de yazılı olduğu üzere, Esma binti Ebi Bekir,
yanındakilere Peygamber efendimizin yeşil bir cübbesini gösterdi. Yakası ipekten
idi. (Bu palto, Hazret-i Âişe’nin yanında idi. O vefat edince, ben aldım. Bu
cübbeyi hastalarımıza giydirerek, tedavi etmekteyiz. Hastalarımız bununla iyi
oluyorlar) dedi. Görülüyor ki, Allahü teâlânın sevgili Peygamberi ve bütün
üstünlüklerin sahibi giymiş olduğu için, Eshab-ı kiram bu cübbeyi şifa bulmak
için vesile etmektedirler.
Humeydi’nin, Buhari’den ve Müslim’in sahihinden topladığı kitabında, Sehl bin
Sa’d diyor ki:
(Resulullah mübarek gömleğini bana hediye etmiş idi. Annem, benden almak istedi.
Bunu kefen yapmak için, saklayacağım dedim. Resulullah efendimizin mübarek
gömleği ile bereketlenmek istedim.)
Görülüyor ki, Eshab-ı kiram, Resulullahın mübarek gömleğini, azaptan kurtulmak
için vesile ve sebep yapıyorlardı.
Buhari ve Müslimde Ümm-i Süleymden haber veriliyor:
Resulullah yanımda uyuyordu. Mübarek yüzü inci gibi terlemişti. Terlerini alıp
bir yere koyarken uyandı. (Ya Ümm-i Süleym, ne yapıyorsun?) buyurdu. Ya
Resulallah! Mübarek terin ile çocuklarımızın bereketlenmesini istiyorum dedim.
(İyi yapıyorsun) buyurdu. İbni Melek, Mesabih kitabının şerhinde
diyor ki, bu hadis-i şerif gösteriyor ki, tasavvuf büyüklerinin ve âlimlerin ve
salihlerin kullandıkları şeylerle de, Allahü teâlânın rızasını kazanmak caizdir.
İmam-ı Müslim Sahihinde diyor ki:
Resulullah sabah namazını kılınca, Medine halkı, içinde su bulunan kaplarla
huzuruna gelirlerdi. Her kaba mübarek ellerini sokardı.
İbn-ül Cevzi, Beyan-ül müşkilil Hadis kitabında diyor ki:
Medine ahalisi böylece, Resulullah ile bereketlenirler idi. Bir âlime gelip de
böyle bereketlenmek isteyenleri, âlimin boş çevirmemesi iyi olur.
Buhari kitabında, İbni Sirin’den haber veriyor:
İbni Sirin diyor ki, Resulullah efendimizin sakal-ı şerifinden bir parça elime
geçti. Bunu Ubeydeye söyledim. Bende bir sakal-ı şerif bulunmasını, dünyada olan
her şeyden daha çok severim dedi.
Buhari-i şerifte diyor ki:
Resulullahın çok zaman hizmetinde bulunmakla şereflenmiş olan Enes bin Malik,
kendisi ile beraber bir sakal-ı şerifin defin olunmasını vasiyet etti. Kabirde,
Allahü teâlânın huzuruna sakal-ı şerif ile birlikte çıkmak istedi.
Kadi İyad, Şifa kitabında diyor ki:
Resulullahın faziletlerinden ve kerametlerinden ve bereketlerinden birisi de
şudur ki, Halid bin Velid, başında sarığı arasında bir sakal-ı şerif taşırdı.
Bunu taşıdığı her muharebede zafer kazanırdı. Halid, mübarek bir kılı sebebi ile
muradına kavuşuyor da, Resulullahın mübarek zat-ı şerifini vesile ederek Allahü
teâlâdan dilekte bulunanlar kavuşmaz olur mu?
Buhari ve Müslim sahihlerinde diyor ki:
Abdullah ibni Abbas’ın haber verdiği hadis-i şerifte, Resulullah iki kabrin
yanına geldi. İkisinin de azapta olduğunu anladı. Bir hurma dalı istedi. İkiye
ayırıp, kabirler üzerine dikti. (Bunlar yeşil kaldıkça, azapları hafifler)
buyurdu. Bir kabirde azabın hafiflemesi için, üzerine yeşil hurma dalı
konulması, hadis-i şerifte bildirilmiştir.
Allahü teâlâ, yeşil otların bereketi ile kabirdeki azabı hafifletmektedir. Yeşil
ot, bir zattır, bir maddedir. Bunu dikmekle azabın azalması, Resulullaha mahsus
değildir. Yeşil hurma dalının her zaman kabir üzerine dikilmesini, İslam
âlimleri, sözbirliği ile bildirmektedir. İslam mezarlıklarına servi ağaçları
dikilmesi bundan ileri gelmektedir. Hurma dalı gibi bir madde, azabın azalmasına
sebep oluyor da, varlıkların, maddelerin en kıymetlisi olanı sebep ve vesile
etmek caiz olmaz mı? Aklı olan, doğru düşünebilen kimse, buna olmaz diyebilir
mi?
Allahü teâlânın sevgilisi ve Peygamberlerin en üstünü için, vesile edilmez,
Allahü teâlânın yaratmasına sebep olmaz diyen bir kimse, o yüce Peygamberin
ümmetinden midir, yoksa düşmanlarından mıdır? Kâfirlere bile rahmet olduğu,
âyet-i kerimelerde bildirilmiştir. Müslümanlar için ve Ona aşık olan Ehl-i
sünnet vel-cemaat için, rahmete, vesile ve sebep olmaz mı?
(Vesile arayınız!) âyet-i kerimesinin emrettiği vesile, hem ibadetlerdir,
hem dualardır, hem de mübarek kıymetli zatların kendileridir. Yukarıda
bildirdiğimiz hadis-i şerifler ve olaylar bunu açıkça göstermektedir.
Sakal-ı şerifin kıymeti
Sual: Peygamber efendimizin sakal-ı şerifi, hırkası veya başka bir eşyası
ile bereketlenmeye putçuluk diyenler var. Bu konuyu açıklar mısınız?
CEVAP
Çok kıymetli bir itikad kitabı olan Nur-ül-İslam’da aynen şöyle
buyuruluyor:
Peygamber efendimizin eşyaları ile bereketlenmek, Onun mübarek gözleri önünde
yapılmış, sabit bir iştir. Resulullah da, bu işi beğenip kabul buyurdu. Onun
vefatından sonra da bu iş devam etti. Çünkü Allahü teâlâ, Onun kendi eşyalarına,
dokunduğu şeylere ve mübarek tenine dokunan şeylere birçok meziyetler vermiştir
ki, bunlarla bereketlenilir ve faydalanılır.
Hazret-i Ebu Bekir’in kızı Hazret-i Esma, Peygamber efendimiz hayatta iken
giydiği bir cübbe çıkarıp, (Şifa bulmaları için, biz bunu yıkayıp hastalara
veriyoruz) dedi.
Abdülkasım bin Memun hazretlerinin yanında, Peygamber efendimizin bir çanağı
vardı. Bundan su verdiği hastalar şifa bulurlardı.
Peygamber efendimiz abdest aldığı zaman, Eshab-ı kiram, onun abdest suyuna
dokunmak ve düşen bir kılını almak için yarışırlar ve bununla bereketlenirlerdi.
O da bu hareketlerini kabul buyururdu. Hatta, mübarek başını tıraş ettiği zaman,
bereketlenmek için, mübarek saçını, Eshabı arasında paylaştırmasını Ebu Talha
hazretlerine emrederdi. (Buhari)
Hazret-i Ebu Cuhayfa diyor ki:
(Resulullah, öğle sıcağında çıkıp abdest aldı. Oradakiler kalkıp, onun
ellerini tutup, yüzlerine sürdüler. Bir de ben, onun mübarek ellerini tutup
yüzümün üstüne koydum. O sıcakta mübarek elleri, kardan daha soğuktu ve miskten
daha güzel kokuyordu.) [Buhari]
(Ellerini tutup yüzlerine sürdüler) ifadesi, faziletli ve salih kimselere
dokunarak bereketlenmenin meşru olduğunu gösteriyor.
Hazret-i Âişe diyor ki:
(Resulullah bir yarası olan kimseyi tedavi ederken, işaret parmağını yere
koyar ve kaldırıp, “Bismillahi türbetü erdina biriki badina liyüşfa bihi
sekimüna biizni Rabbina” derdi.) [Müslim]
İmam-ı Nevevi buyuruyor ki:
(Hadis-i şerifin manası şöyledir: İşaret parmağını ağız suyu ile ıslatıp, sonra
toprağın yapışması için yere koyar, sonra illetli ve yara olan yere sürer ve bu
elini sürerken, Allahü teâlânın ism-i şerifiyle bereketlenmek için bu duayı
okurdu.)
Hadis-i şerif kitaplarında, Eshab-ı kiramın Peygamber efendimizin eşya ve
eserleriyle; teri, gözyaşı ve ağız suyu ile bereketlendiklerine dair misaller
çoktur. Âlimler, buradan hareketle salih kimselerin eşya ve eserleriyle
bereketlenmenin caiz olduğunu bildirmişlerdir.
Resulullahın sakal-ı şerifinin bazı telleri, halifeler, müslüman hükümdarlar
tarafından korunmuş ve günümüze kadar gelmiştir. Bir kısmı Osmanlı Sultanlarının
hazinelerindedir. Allahü teâlâ, onlara rahmet eylesin.
Bu mübarek tellerden birkaçı, Kuzey Irak’da Süleymaniye’ye bağlı Halepçe
kazasının Beyare nahiyesindedir. Benim gözlerim önünde bunlar vesile edilerek
kıtlığın bitmesi ve yağmurun yağması için dua edildi ve hemen bol bol yağmur
yağdı.
Düşmanların hücumu esnasında bunlar vesile edilerek dua edilmiş ve müslümanlar,
düşmanın şerrinden korunmuşlardır. Bu anlattıklarımız, buralarda yaşayan
müslümanlarca malumdur. Bunlarda şüphe etmenin yeri yoktur. Bunlarda şüphe
edenler, Yusuf suresinin 93-96. âyet-i kerimelerine baksınlar:
([Yusuf aleyhisselam,] şu gömleğimi götürün de, babamın yüzüne koyun,
[gözleri] görecek duruma gelir ve bütün ailenizi bana getirin, dedi.
Kafile ayrılınca, babaları: “Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ben Yusuf’un
kokusunu alıyorum” dedi. Çevresindekiler: “Allah’a yemin ederiz ki, sen, hâlâ
eski şaşkınlığındasın” dediler. Müjdeci gelip, gömleği Yakub’un yüzüne sürünce,
hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub, “Ben size, Allah katından sizin
bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?” dedi.) [Nur-ül-İslam s.122-125]
Nur-ül-İslam’dan aldığımız bu yazıdan da anlaşılacağı gibi, mübarek
eşyalarla bereketlenmek çok güzel bir iştir, putçulukla hiçbir ilgisi yoktur.
Bir misal daha verelim: Resul aleyhisselam çarşıya çıkıp, bir entari satın aldı.
Giderken gördü ki, bir a’ma oturmuş, (Allah rızası için ve Cennet elbiselerine
kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir) diyordu. Almış olduğu entariyi buna
verdi. A’ma, entariyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resul
aleyhisselamın mübarek elinden geldiğini anladı. Çünkü, Resul aleyhisselamın bir
kere giydiği her şey, eskiyip dağılsa bile, parçaları da misk gibi güzel
kokardı. A’ma dua ederek, (Ya Rabbi! Bu gömlek hürmetine, benim gözlerimi aç)
dedi. İki gözü hemen açıldı. (Zad-ül Mukvin)
Mübarek eşya ile bereketlenmek
Farisi Üsul-ül-erbeada diyor ki:
İbni Ömer, hac için Medine’den Mekke’ye giderken, Resulullahın oturduğu yerlerde
durur, namaz kılar, dua ederdi. Bu mübarek yerlerle bereketlenirdi. Resulullahın
minberine ellerini koyar, sonra yüzüne sürerdi. İmam-ı Ahmed, Hücre-i saadeti ve
minberini öperek bereketlenirdi. İmam-ı Ahmed, İmam-ı Şafii’nin gömleğini
ıslatıp, bu suyu içerek bereketlendi. Ebu Eyyub-el-Ensari, Resulullahın mübarek
kabrine yüzünü sürerken, mani olmak isteyen birine, (Beni bırak, taşa, toprağa
değil, Resulullahın huzuruna geldim) buyurdu. Eshab-ı kiram, Resulullahın
eserleri ile teberrük ederdi. Abdest alırken kullandığı su ile, mübarek teri ile
bereketlenirlerdi. Gömleği, asası, kılıcı, yüzüğü ile ve kullanmış olduğu her
şeyle bereketlenirlerdi. Hazret-i Ümm-i Seleme’nin yanında mübarek sakalından
bir kıl vardı. Hasta gelince, kılı suda bırakır, sonra çıkarıp bu suyu ona
içirirdi. İmam-ı Buhari’nin kabrinden misk kokusu duyulurdu. Bereket için
toprağından alıp götürürlerdi. Hiçbir âlim buna mani olmazdı. (Üsul-ül-erbea)
Cennetin eşiğini öpmeye yemin eden kişiye, Peygamber efendimiz, (Ana-babanın
kabirlerini öp, yeminin yerine gelir) buyurdu. (Kifaye)
Allahü teâlâdan başkasını tazim etmenin caiz olduğu, âyet ve hadis ile, selef-i
salihinin sözleri ve işleri ile sabittir. Hac suresinin 32. âyetinde, (Kim
Allahü teâlânın şeairini tazim ederse, bu, kalblerin takvasındandır)
buyuruldu. Bunun için, Allahü teâlânın şeairini tazim etmek vacip oldu. Şeair,
nişanlar, alametler demektir. Bekara suresinin, (Safa ve Merve, Allahü
teâlânın şeairindendir) mealindeki 158. âyeti gösteriyor ki, Safa ve
Merve’den başka da şeair vardır. Şah Veliyullah-ı Dehlevi diyor ki:
(Allah’ın şeairinin en büyükleri, Kur'an-ı kerim, Kâbe-i muazzama, Peygamber ve
namazdır.)
Şeairi sevmek ne demektir?
Eltaf-ül-kuds kitabında ise diyor ki:
(Allahü teâlânın şeairini sevmek demek, Kur'an-ı kerimi ve Peygamberi ve Kâbe’yi
ve Allahü teâlâyı hatırlatan her şeyi, evliyayı sevmektir.) Mekke-i
mükerreme’deki Safa ve Merve arasında, Hazret-i İsmailin annesi Hazret-i Hacer,
gidip geldiği için, bu iki tepe, Allah’ın şeairi olup, o mübarek anneyi
hatırlamaya sebep olduğu gibi, bütün mahlukların en üstünü olan Muhammed
aleyhisselamın doğup büyüdüğü, ibadet ettiği, vefat ettiği, mübarek türbesi ve
eshabının yerleri de şeairdendir. (F. Bilgiler)
Peygamber efendimiz, (Ya Ali, eğer halk, İsa’ya dediklerini demeyecek
olsaydı, seni çok överdim. O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu
alır, abdest suyunu şifa için hastalarına verirdi) buyurunca, Hazret-i Ali
şükür secdesi yaptı. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Oğlum M. Masumun doğduğu yıl,
hocamın kapısının eşiğini öpmek şerefine nail oldum, marifetlere kavuştum)
buyurdu.
Bekara suresinin, (Meleklere, “Âdem'e karşı secde edin” dediğimiz
zaman, secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi) mealindeki 34. âyet-i
kerimesi, Hazret-i Âdem'e tazim olunmasını emrediyor. Şeytan, (Allah’tan
başkasına tazim edilmez) diyerek, bu emri dinlemedi. Hazret-i Yusuf’un
ana-babası ve kardeşleri de kendisine secde ederek saygı gösterdiler. Allah’tan
başkasına saygı, tazim putçuluk olsaydı, Allahü teâlâ, sevdiği kullarını
anlatırken bununla övmezdi. Eshab-ı kiramdan hicri bin yılına kadar, Evliya
çoktu. Herkes bunları ziyaret ederek bereketlenir, dualarını alırdı. Cansız eşya
ile bereketlenmeye lüzum kalmazdı. Hiçbir âlim buna mani olmadı.
(Ed-dürer-üs-seniyye)