Sual: Medeni ve medeniyet nedir?
CEVAP
Güzel ahlak sahibi olan ve zamanının fen bilgilerinde yükselmiş olan
Müslümana medeni denir. Fende ilerlemiş, fakat ahlaksız olan medeni olamaz.
Fende geri ve ahlakı bozuk olana vahşi denir. Medeniyet, şehirler yapmak ve
insanlara hizmettir. Bu da, fen ile, sanat ve güzel ahlak ile olur. Kısacası,
fen ve sanatın güzel ahlak ile birlikte olmasına medeniyet denir.
Medeni bir insan, her şeyden önce, güzel ahlaklı, dürüst ve çalışkandır. Fen ve
sanatı insanların hizmetinde kullanır. Din terbiyesi almış, fen bilgilerini de
öğrenmiştir. Sözü, özü doğrudur. İşlerini son derece dikkat ile başından sonuna
kadar takip eder. Gerekirse, iş saatinden fazla çalışmaktan hiç çekinmez. Böyle
çalışmaktan, iş görmekten zevk alır. Yaşlansa bile, kolay kolay işinden ayrılmaz.
Âmirlerine itaat eder. Dininin emir ve yasaklarına titizlikle uyar. İbadetlerini
asla terk etmez. Evladının imanlı, ahlaklı yetişmesine çok önem verir. Onları
kötü arkadaşlardan, zararlı yayınlardan korur. Zamanın kıymetini bildiği için,
her işini dakikası dakikasına yapar. Vaadine sadık olur. Din ve dünya
vazifelerini bitirmeden içi rahat etmez. Bir işi geciktirmek, yarına bırakmak
şöyle dursun, yarın yapılacak bir işi bugün yapar. Görülüyor ki, gerçek Müslüman
ilerici; dinsiz olan ise gericidir.
İki çeşit medeniyet görülmüştür
Tarihte iki çeşit medeniyet görülmüştür. Bunlardan biri ilahi dinlere
inananların ortaya koyduğu medeniyetler, diğeri de inançsızların uygarlığıdır.
Eski Hind, Asur, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıkları, putperest toplumların dünya
hayat anlayışlarını göstermektedir. Onların ilah kabul ettikleri putların bazı
insanlara, bilhassa krallara (Firavun, Promethe, Afrodit gibi)
hulul ettikleri, yani vücutlarına girip yerleştiği, böylece bu kralların yarı
tanrılaştıkları kabul edilirdi. Buna göre şekillenen günlük hayatta insanlar,
asiller, aristokratlar, plepler, köylüler, köleler ve daha çeşitli isimler
altında sınıflandırılır, hakim olan sınıflar diğerlerini dini, ekonomik ve
beşeri bakımdan sömürür ve onlara zulmederlerdi. Atina’daki hipodromlarda
insanları çıplak olarak spor müsabakalarına sokmak, çeşitli adlar altında
tertipledikleri eğlencelerde şarap içerek her türlü çılgınlığı yapmak ve Roma’da
köle yaptıkları ve gladyatör dedikleri insanları birbirleriyle ölümüne
dövüştürmek ve aç bırakılmış aslanlara parçalattırmak vahşeti, zevkleri idi.
Batı’nın ortaya koyduğu uygarlık, Hıristiyan olan milletlerin eski inanç, örf ve
âdetleri ile karışarak yarı putperest bir medeniyet olmuştur. Hazret-i İsa’dan
sonra bozulmaya başlayan Hıristiyanlık, felsefecilerin, papaların ve krallarının
müdahaleleriyle daha çok bozulmuştur. Böylece Orta Çağ Avrupa’sı, puthaneye
döndürülmüş kiliseler ile zalim derebeyi ve kralların şatoları etrafında binbir
çeşit hurafe ile doldurulmuş kafalar, adalet ve merhametten mahrum kalbler ve
cehaletin kararttığı daracık ufukları içinde kaba, görgüsüz ve yarı vahşi
insanlarla doldu. Hastalıklar çaresiz, hastalar bakımsız, fakirler ve köylüler
hor ve zelil, ilim adamları, düşünürler tehlikeli, kadınlar her türlü hakaret ve
zilletin hedefi idi.
İslam medeniyeti
Müslümanların İspanya’yı fethederek burada bir İslam medeniyeti kurmaları ve
Haçlı Seferleri sonunda, Avrupalılar önce şaşkınlık ve hayranlık içinde
bocalamışlar, sonra yavaş yavaş uyanarak, çocuklarına Endülüs Üniversitelerinde
fen bilgileri tahsil ettirmeye, İslam âlimlerinin fen bilgileri kitaplarını
kendi dillerine çevirmeye ve Müslümanlarda gördükleri teknik aletleri yapmaya
başladılar.
Bu arada İslam âlimlerinin eski Yunan filozoflarının bozuk kitaplarına
verdikleri ilmi, inandırıcı cevapları okuyarak içine düştükleri bataklıklardan
kurtulmaya çalıştılar. Bu hâl, İslamiyet’in üstünlüğü karşısında ezilen ve
papazların aforoz tehdidiyle suskunluk içinde olan Avrupalıları bu defa eski
Yunan mitolojisini incelemeye, öğrenmeye sevk etti. Öğrendiklerini resim,
heykel, felsefe ve edebiyat eseri, müzik bestesi olarak kendilerine göre yeniden
yazarak ve yayarak yeni bir yol tuttular. Bunlara Rönesans, Hıristiyanlık
dininde yaptıkları değişikliklere de reform adını verdiler.
Böylece Avrupa’da gün geçtikçe tesiri azalan ve bir süs unsuru haline gelen bir
kilise, ruhi açlıklarını tatmin için sık sık değiştirdikleri sanat ve estetik
anlayışları ile maddi refahı hedef alan bir ilim, teknoloji ve sanayileşme
başladı. Fransızların övündükleri Versailles sarayında bir hamam yoktu. Su ve
temizlik düşmanlığı, papazlardan başlayarak, krallarda, asillerde ve halkta
yaygındı.
Müslüman milletlerden ve bilhassa Osmanlılardan görüp öğrendiklerini tatbik
ederek, üzerinde asırlar boyu çalışıp geliştirerek bugünkü ilmi ve teknolojik
seviyelerine ve ihtilallerle yerleştirilen rejimlere ulaştılar. Hıristiyanlığın,
bir fantezi ve teselli kaynağı olarak kabul ettikleri teslis denilen üç tanrı
inancı bir süs eşyası olarak taşıdıkları haçlar ile her türlü eğlencelerinin
sembolü haline gelmiş şarap ve kilise korolarından türemiş çılgın bir batı
müziği ve bunların neticesi olarak her gün süratle artan ahlaki çöküntüye
medeniyet demek mümkün müdür?
Medeniyetler içinde her bakımdan mükemmel olanı İslam medeniyetidir. İslam
âlimleri, medeniyeti; beldelerin imar edilerek insanlığın ihtiyaçlarını
karşılayacak, rahat ve huzur içinde yaşayacak şekle sokulması, insanların da
ruhen, maddeten, fikren ve ahlaken yükselmesi şeklinde tarif etmişlerdir.
Müslümanların tarih boyunca kurdukları bütün medeniyetlerin kaynağı, mümtaz
örneği ve rehberi, asr-ı saadettir. Tarihte olduğu gibi, bugün de dinimizi iyi
öğrenip, ona uymaya çalışırsak, maddi ve manevi sahada en yüksek bir medeniyete
ulaşmamız son derece kolay olacaktır.
Batı’yı taklit etmek
Batı’nın bâtıl inanışlarını, moda ve ahlaksızlıklarını taklit etmek,
medeniyet değil, milletin bünyesinde tahribat yapmaktır.
İslam dini, Müslümanların tembel, miskin oturmalarına izin vermez. Müslümanların
her türlü fen kollarında çalışarak ilerlemelerini, başka dinden olanların fende
buldukları yenilikleri, onlardan öğrenmelerini, bunları kendilerinin de
yapmalarını emreder. Ziraat, ticaret, doktorluk, kimya ve harp sanayiinde
herkesten ileride olmalarını emreder. Müslümanlar, başka milletlerdeki her çeşit
fen vasıtalarını araştırır, öğrenir ve yapar. Fakat onların bozuk dinlerini,
kötü, çirkin huylarını, âdetlerini almaz, taklit etmez.
Tarihi bir mektup
Osmanlı devletinde Rus sefiri olarak uzun seneler çalışan İgnatiyef,
hatıralarında, Sultan II. Mahmud zamanında 1821 de Rum isyanının
planlayıcısı, Patrik Gregoryus’un Rus çarı Aleksandr’a yazdığı mektubu
açıklamıştır. Mektup şöyledir:
(Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkansızdır. Çünkü Türkler, Müslüman
oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrur ve izzet-i
iman sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza
göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, idarecilerine [devlet adamlarına,
komutanlarına, büyüklerine] olan itaat duygularından gelmektedir. Türkler
zekidir ve kendilerini müspet yolda yönetecek reislere sahip oldukları müddetçe
de çalışkan ve gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta
kahramanlık duyguları geleneklerine olan bağlılıklarından, ahlak güzelliğinden
ileri gelmektedir.
Türklerde önce itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını parçalamak, dini
metanetlerini zayıflatmak gerekir. Bunun en kısa yolu, milli gelenek ve
dinlerine uymayan yabancı fikir ve hareketlere alıştırmaktır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerinden şeklen çok kudretli,
kalabalık ve zahiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri
sarsılacak ve onları maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün
olabilecektir. Bu sebeple, Osmanlı Devletini tasfiye için, sadece harp
meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Hatta, sadece bu yolda yürümek,
Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceği için, dikkatli olmalıdır.
Yapılacak iş, Türklere hissettirmeden, bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır.)
Bu mektuptaki (Türklerin maneviyat ve dinlerinin yıkılması için, onları yabancı
âdetlere alıştırmak ve onlara hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı
tamamlamaktır) ifadesi çok ibret vericidir. Bu hedeflere ise, Batı’nın inanç,
moda ve ahlaksızlıklarını taklide alıştırmakla ulaşılır. O halde oyuna
gelmemelidir.
Batı ve vahşet
İslamiyet’i bir vahşet olarak tanıtan Hıristiyanların yaptıkları vahşetler
çoktur. Din namına yapılan Engizisyon zulümleri, Sent Bartelemi
faciası ve buna benzer toplu öldürmeler, Hıristiyanların, mezhepleri farklı
olan dindaşlarına ve diğer dinlere karşı gösterdikleri akıl ermez vahşetleri
birer birer teşhir etmektedir. Müslüman idareciler arasında hiçbiri, hiçbir
zaman Hıristiyanların yaptıkları gibi, zulümler yapmamıştır. İslamiyet’te hiçbir
mahluka zulüm yapmak caiz değildir. Müslüman din adamları zulme mani olmuştur.
İngiliz ilim adamı Lord Davenport, Hazret-i Muhammed ve Kur’an-ı kerim
adındaki kitabında diyor ki:
(Ahlak üzerinde son derece titizliğidir ki, Müslümanlığın az zamanda süratle
yayılmasına sebep olmuştur. Müslümanlar, muharebede kılınca boyun eğmiş olan
başka din adamlarını, daima af ile karşılamışlardır.
Juryo diyor ki:
Müslümanların Hıristiyanlara karşı davranışı ile, papalığın ve kralların
Müslümanlara reva gördüğü muamele, asla birbirine benzetilemez. Mesela 1572 yılı
Sent Bartelemi yortu günü, IX. Şarl ve Kraliçe Katerina’nın emri ile Paris ve
civarında 60 bin Protestan öldürüldü. Böyle nice işkencelerde dökülen Hıristiyan
kanları, Müslümanların harp meydanlarında döktükleri Hıristiyan kanlarından kat
kat fazladır. Bunun içindir ki, birçok aldanmış insanı, İslamiyet’in, bir zulüm
dini olduğu zannından kurtarmak gerekir. Papalığın vahşet ve yamyamlık
derecesine varan işkenceleri yanında, Müslümanların gayri müslimlere karşı
davranışları, çok yumuşak olmuştur.
Chatfeld diyor ki:
(Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı, Batılıların Müslümanlara karşı uyguladıkları
gaddar muameleyi uygulasalardı, bugün Doğu’da tek Hıristiyan kalmazdı.)
İslamiyet, başka dinlerin hurafe ve şüpheler bataklığı ortasında, çiçek
temizliği ile yükselmiş, akli ve fikri asaletin sembolü olmuş bir dindir.
İslamiyet, ilahlara insan kanı dökmek facia ve felaketinden beşeriyeti kurtardı.
Bunun yerine, ibadeti ve sadakayı getirmekle, insanlara iyiliği emir etti.
Sosyal adaletin temelini kurdu. Böylece, kanlı silahlara hacet bırakmadan
dünyaya kolayca yayıldı. [İslam cihadı da bu demektir.]
İlim davasına Müslümanlar kadar bağlı ve saygılı hiç bir millet gelmemiştir
denilebilir. Muhammed aleyhisselamın pek çok hadisleri, samimi bir ilim
teşvikçisidir ve ilme saygı ile doludur. İslamiyet, ilme maldan daha çok kıymet
vermiştir. Muhammed aleyhisselam, daima ilim öğrenmeyi ve yaymayı emretmiş,
Eshabı da, bu yolda çalışmışlardır.
Bugünkü fen ve medeniyetin, eski ve yeni eserlerin ve edebiyatın koruyucuları,
Emeviler, Abbasiler, Gazneliler ve Osmanlılar zamanındaki Müslümanlar olmuştur.)
Buraya kadar bazı parçalarını yazdığımız Davenport’un İngilizce kitabı,
misyonerler tarafından piyasadan toplanarak, yok edilmek istenmiştir.
Arapların Müslüman oluşu
İslamiyet’ten önce Arabistan çölünde oturanlar, yarı vahşi bedevilerdi.
Putperest idiler. Birçok putlara taparlardı. İlkel bir hayat sürerlerdi. Kız
çocuklarını diri diri gömmek gibi âdetleri vardı. Bu yarımada, bir yol üzerinde
olmadığı için, ne Büyük İskenderler, ne Persler, ne Romalılar Araplarla hiç
uğraşmamış, birçok kavimlerle savaştıkları halde, Arapların yanından
geçmemişlerdi. Bu sebepten, İranlıların, Romalıların ahlaksızlıkları, zulümleri,
hilekârlıkları Araplara bulaşmadı.
İşte böyle aciz, zavallı, fakat saf ve temiz olan bir kavim, onlara rehberlik
eden Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslam dini sayesinde birdenbire değişmiş,
tam bir medeniyete kavuşmuş, harikulâde [olağanüstü] bir gayret ile 30 yıl
içinde, şarkta Türkistan, Hindistan; batıda İspanya olmak üzere akla hayret
veren çok kudretli bir İslam devleti meydana getirmiştir.
İlimde, fende ve medeniyette son derece ilerlemişler, o zamana kadar bilinmeyen
birçok şey keşfetmişlerdir.
İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o kadar
ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs üniversitelerinde okuyor, dünyanın
her tarafından koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp tahsil ediyorlardı.
O zamanın Avrupa’sından bahseden John W. Drapper gibi tarafsız bir
tarihçi, Avrupa’nın manevi inkişafı ismindeki eserinde şöyle demektedir:
(O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hıristiyanlık onları barbarlıktan
kurtaramamıştı. Hıristiyan dininin başaramadığını, İslam dini başardı.
İspanya’ya gelen Araplar, önce onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonra, onların
üzerindeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz,
güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları
okuttular. Üniversiteler kurdular. Hıristiyan tarihçiler İslam’a karşı olan
kinlerinden ötürü, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette
Müslümanlara ne kadar borçlu olduğunu bir türlü itiraf edememektedirler.)
30 yıl içinde bir vahşi kavmi, hem de küçük bir insan topluluğunu, dünyanın en
muazzam, en medeni, en yüksek ahlaklı, en yüksek seciyeli, en kahraman, en
bilgili bir millet hâline getirmek, herhangi bir insanın, bir liderin, bir
kumandanın yapacağı iş değildir. Bu, ancak Allahü teâlânın âlemlere rahmet
olarak gönderdiği Peygamber efendimizin mucizesidir.