Sual: Tasavvuf ehlinin felsefi fikirleri var mı?
CEVAP
Tasavvuf ehli, felsefeye bulaşmadı. (Kur’an-ı kerimi tam anlayabilmek ve
hakiki müslüman olmak için Peygamber efendimizin yalnız emir ve yasaklarına
değil, ahlakına ve her hâline uymalıdır) derlerdi.
Tasavvuf ehlinin yollarının esası şunlardır:
1) Fakirlik: Her işte, her şeyde Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir.
2) Zühd ve takva: Her işte İslamiyet’e uymaktır. Dinin bütün ahkamına
tamamen uyarak çalışmak, iyilik yapmak ve boş zamanlarını ibadet ile geçirmektir.
3) Tefekkür, sükut ve zikir: Hep Allahü teâlânın varlığını, nimetlerini
düşünmek, lüzumsuz konuşmamak, hiç kimse ile münakaşa etmemek ve daima Allahü
teâlânın ismini zikretmektir.
4) Hâl ve makâm: Kalbe gelen nurlarda, kalbin, ruhun temizlenme derecesini
anlamak, kendini ve haddini bilmektir.
En meşhur ve ilk tasavvuf ehli Hasan-ı Basri hazretleridir. Bu zat, öyle
büyük bir din âlimidir ki, büyük bir imam [müctehid] idi. Kuvvetli seciyesi,
derin ilmi ile meşhurdur. Vaazlarında herkesin gönlüne Allah korkusu telkin
etmeye çalışmıştır. Kendisinden birçok hadis-i şerif rivayet edilen büyük bir
hadis âlimidir.
Mutezile felsefesinin kurucusu (Vâsıl bin Atâ), bu zatın talebesi iken, sonradan
onun dersinden ayrıldı. Mutezil, ayrılan demektir. Mutezile’ye Kaderiyye de
denir. Çünkü bunlar, kaderi inkâr edip, (Kul kendi yaptıklarının yaratıcısıdır.
Allah hiçbir zaman fenalık yaratmaz) derler.
Tasavvufun gayesi, insanı Marifet-i ilahiyye’ye kavuşturmak, yani Allahü
teâlânın sıfatlarını tanıtmaktır. Onun zatını, yani kendisini tanımak mümkün
değildir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), (Allahü teâlânın
zatını düşünmeyiniz. Onun nimetlerini düşününüz) buyurdu. Yani, Onun
kendisinin nasıl olduğunu değil, sıfatlarını ve insanlara verdiği nimetleri
düşünmelidir. Bir defasında da, (Allahü teâlânın nasıl olduğunu düşündüğün
zaman, hatırına her ne gelirse, bunların hiçbiri, Allah değildir) buyurdu.
İnsan aklının kapasitesi, sahası sınırlıdır. Bu sınırın dışında olanları
anlayamaz. Bunları düşünürse, yanılır. İnsan aklı, insan düşüncesi, din
bilgilerindeki incelikleri, hikmetleri anlayamaz. Bunun için, din bilgilerine
felsefe karıştıranlar, dinimizin gösterdiği doğru yoldan ayrılır, bid’at ehli
veya kâfir olur.
İslam felsefesi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri, (İslam
bilgilerinin ölçüsü, insan aklı, insanın düşüncesi değil, muhkem olan
[manaları açık olan] âyet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerdir)
buyuruyorlar.
Tasavvufun esası, insanın kendini (aczini, zavallılığını) tanımasıdır. Tasavvuf,
sırf Allah sevgisi, yüce [ulvi] aşk esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak,
Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir. Kur’an-ı kerimde beyan buyurulduğu
gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız
Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir. Akıl ile alakası yoktur. Tasavvuf
ehli, Allahü teâlânın tecellisini kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm
bir felaket değil, güzel ve tatlı bir şeydir.
Tasavvuf ehlinden Mevlana Celaleddin-i Rumi, ölüme, Şeb-i arus = Düğün
gecesi adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik yoktur. Yalnız sevgi
ve tecelliler vardır. Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol
gel, müşrik, mecusi, puta tapan da olsan gel! Bizim dergahımız ümitsizlik
dergahı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan da, gel) diyor. [Bu, gel de
öyle kal demek değildir. Müslüman değilsen müslüman ol, günahkâr isen tevbe et,
önceki halinden dolayı ümitsiz olma, Allahü teâlâ tevbe edilip bir daha
yapılmayan her günahı affeder demektir.] Bu sözler, başka zatlara da nispet
edilmektedir.
Tasavvuf ehli arasında, imam-ı Rabbani, Cüneyd-i Bağdadi, Seyyid Abdülkadir-i
Geylani, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Seyyid Abdülhakim Arvasi gibi büyük
veliler, Sultan Veled, Yunus Emre, Mevlana Halid-i Bağdadi gibi Hak
aşıkları vardır.
Vahdet-i vücud, tasavvufun gayesi değildir. Gayeye götüren yolculuklarda, kalbde
hasıl olan ve akıl ile, fikir ile, madde ile ilgisi olmayan bilgilerdir. Bunlar
kalbde bulunmaz, kalbde görünür. Onun için, vahdet-i vücud yerine Vahdet-i şühud
demelidir. Kalb, temizlenince, ayna gibi olur. Kalbde görünenler, Allahü
teâlânın zatı da, sıfatları da değildir. Sıfatlarının suretleridir. Allahü teâlâ
kendi, görme, işitme, bilme gibi sıfatlarının suretlerini, benzerlerini,
insanlara vermiştir. Verdikleri Onunkiler gibi değildir. Onun görmesi, ezelidir,
ebedidir. Her zaman, her şeyi görür. Vasıtasız, âletsiz devamlı görür. İnsanın
görmesi böyle değildir. İnsanın görmesi, o görmenin sureti, zıllidir. Görmesinin
zılli gözde, işitmesinin zılli kulakta tecelli ettiği gibi, sevmesi, bilmesi ve
başka birçok sıfatlarının zılleri de, insanın kalbinde tecelli eder, hasıl olur.
Gözün görebilmesi için, hasta, bozuk olmaması gerektiği gibi, kalbin de, bu
tecelliye kavuşabilmesi için, hasta olmaması gerekir. Kalbin hasta olması,
günahlar ile kararmasıdır. Günahlardan kaçıp ibadet ederek kalbi temizlemelidir.