Sual: İbni Sebeciler, Peygamber efendimizin mübarek kayınpederi
Hazret-i Ebu Bekir’e hâşâ kâfir diyorlar. Allah Resulünü yakalatmak için onunla
hicret etti diyorlar. Fedek hurmalığını Fatıma’nın elinden zorla alıp beytülmala
verdi diyorlar. Hazret-i Ali de halife olunca bu haksızlığı önlemedi diyerek ona
da dil uzatıyorlar. Böyle söylemenin dinde yeri nedir?
CEVAP
Hazret-i Ebu Bekir (radıyallahü teâlâ anh), ilk iman edenlerden ve malını
canını Allah ve Resulü için feda edenlerdendir. Allah Resulünün kayınpederidir.
Eshab-ı kiramın en büyüğüdür. Peygamberlerden sonra bütün insanların en
üstünüdür. Sağlığında ismen Cennet ile müjdelenen on kişinin birincisidir. Allah
Resulünün ilk halifesidir.
İbni Sebecilerin iftiraları için, birinci ve ikinci maddelerde yeterli cevap,
hâşâ ona dil uzatanların, kâfir diyenlerin kendilerinin kâfir olduklarına dair
yeterli delil vardır. Burada birkaçını tekrar yazalım:
Hazret-i Ebu Bekir, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden
ve ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda
gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için
Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]
Hazret-i Ebu Bekir, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i
kerime meali:
(Allah, [Eshab-ı kiramın] hepsine de en güzeli [Cenneti] vaad
etmiştir!) [Nisa 95]
Hazret-i Ebu Bekir, ağaç altında söz verenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte
âyet-i kerime meali:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]
Hazret-i Ebu Bekir Bedir savaşına katılanlardan olduğu için Cennetliktir. İşte
Bedir ehline katılan müslümanların şânı için bir hadis-i şerif meali:
(Bedir savaşına katılan müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutni]
Peygamber efendimiz, vefatından 8 gün önce, Hazret-i Ebu Bekir’i kendi
yerine imam tayin buyurarak, halife olacağına işaret eyledi. Bir seferinde de,
Hazret-i Ebu Bekir bulunmadığı için, Hazret-i Ömer imam oldu. Resulullah,
Hazret-i Ömer’in sesini işitince, (Hayır, hayır, Allahü teâlâ ve Müslümanlar
Ebu Bekir’den razıdır, namazı Ebu Bekir kıldırsın!) buyurdu. Eshab-ı kiram
arasında, babası, anası ve çocuklarının ve torunlarının hepsi imana gelen,
Hazret-i Ebu Bekir’den başka kimse yoktu. Resul aleyhisselam (Ebu Bekir’in
malı gibi hiçbir kimsenin malı bana faydalı olmadı) buyurdu. (İ. Ahmed)
Bilal-i Habeşi’nin azat edilmesi için para verince, Leyl suresinde övüldü:
(Temizlenmek için malını hayra verip, [günahtan] çok sakınan ateşten
uzaktır. O, iyiliği bir menfaat için değil, Rabbinin rızasını kazanmak için
yaptı. Kendisi de, (Cennete girip) hoşnut olacaktır.) [Leyl 17-21]
Âl-i İmran suresinin (İşlerinde onlara danış) mealindeki 159. âyeti,
Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer ile müşavere etmek için geldi. Bir hadis-i
şerifte de, (Cebrail bana dedi ki: Allahü teâlâ Ebu Bekir ile istişareyi sana
emrediyor) buyuruldu. Tevbe suresinin 40. âyetinde, (Mağaradaki iki
kişinin ikincisi) buyurularak, Hazret-i Ebu Bekir övüldü. Leyl suresinin 5.
âyeti de, Hazret-i Ebu Bekir’in şanını bildirmektedir. Bekara suresinin,
(Gece-gündüz, gizli-açık, mallarını hayra sarf edenlerin mükafatlarını Rableri
verecektir. Onlara korku ve üzüntü yoktur) mealindeki 274. âyeti, Hazret-i
Ebu Bekir için inmiştir. Çünkü, o, geceleri on bin altını gizli, on bin altını
da, göz önünde olarak ve gündüzleri de böyle onar bin altını sadaka vermiştir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ebu Bekir ile Ömer’i sevmek iman, bunlara düşmanlık küfürdür.) [İbni
Adiy] (Mirat-i Kâinat)
(Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende
olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekir’le Ömer’i kötüleyecekler. Allah
onlara lanet etsin.) [Dare Kutni]
Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’e sövmek küfürdür.
(Hulasa-tül-fetava, Mirat-ı Kâinat)
İnsanların en hayırlıları olan Eshab-ı kiram, Hazret-i Ebu Bekir’i halife olarak
seçmişlerdi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ümmetimin oyları dalalet üzerinde toplanmaz.) [Ebu Nuaym]
(Müminlerin güzel dediği şeyi, Allahü teâlâ da güzel kabul eder.) [İ.
Ahmed]
Hazret-i Ebu Bekir, Peygamber efendimizin kayınpederi olmakla, mübarek kızı Âişe
validemiz de müminlerin annesi olmakla şereflendi. Bu nimet ve şeref vesilesiyle
de Cennetliktir.
Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]
Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası
muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti
ve bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı.
Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte,
yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder,
kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba]
olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün
meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların
farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]
(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını
istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim]
(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ.
Neccar]
Sırf bu hadis-i şerifler bile Hazret-i Ebu Bekir’in Cennetlik olduğunu
göstermektedir.
Birkaç hadis-i şerif daha bildirelim:
(Ebu Bekir Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, İ. Asakir,
Beyheki, Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, İbni Said]
(Ebu Bekir, insanların en üstünüdür. Yalnız Peygamber değildir.) [Deylemi]
(Ebu Bekir’i sevmek ve ona şükretmek her mümine vaciptir.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, Ebu Bekir’e rahmet etsin! Bana kızını nikah etti. Hicrette
bana yardım etti.) [Hakim]
(Kıyamette, Ebu Bekir’den başka herkese hesap sorulur.) [Hatib]
(Ebu Bekir’in imanı, herkesin imanları toplamı ile tartılsa, hepsinden ağır
gelir.) [M. Ç. Güzin]
(Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömer’dir.
Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Ali’dir.) [Hatib]
(Göğsümdeki marifetlerin, bilgilerin hepsini, Ebu Bekir’in göğsüne akıttım.)
[Reddi revafıd]
(Her Peygamberin halili vardır. Benim halilim Ebu Bekir’dir.) [Deylemi]
Sevgi, bağlılık çok oldukça, faydalanmak da o kadar çok olur. Bunun içindir ki,
Hazret-i Ebu Bekir bütün Eshabın en üstünü oldu. Resulullaha bağlılığı da,
herkesten çok idi. (Ebu Bekir’in üstünlüğü, namaz ve orucunun çokluğu ile
değil, onun kalbinde bulunan bir şey iledir) hadis-i şerifte bildirilen şey,
Resulullahın sevgisidir. [İ. Gazali]
Hicret meselesindeki iftiraları
İbni Sebecilerin hainlik ve küfürleri iyice anlaşılsın diye bu husustaki
iddialarını genişçe yazıyoruz:
(Resulullah Mekke’den Medine’ye hicret buyuracağı gece, Eshabdan hiç kimse, bu
gece evinden çıkmasın demiş. O gece, Cebrail nazil olup, bu gece, kâfirler, seni
öldürmeye karar verdi. Eshabının hepsine söyle ki, bu gece evlerinden
çıkmasınlar. Sen yalnızca filan mağaraya git demiş. Resulullah da, güneş
batımına yakın, Eshabı toplayıp bu emri bildirmiş. Gece Ali, yaşı küçük olduğu
halde, korkmayarak, yatağına girmiş. Ebu Bekir, Resulullahın emrini dinlemeyip,
evinden çıkıp, Resulullahın arkasından gitmiş. Resulullah, bunun arkadan
gelmesini istemeyerek geri döndürmeyi düşünürken, Cebrail gelip, Ebu Bekir’in,
fesat çıkarmak için geldiğini, eğer geri dönerse, Kureyş kâfirlerine haber
vermek ihtimali olduğunu bildirerek, Resulullahı uyarmış. Allah resulü naçar
kalıp, Ebu Bekir’i mağaraya götürmüş. Çünkü, Resulullahın kâfirlerden ve Ebu
Bekir’den emniyeti yok imiş.
Tevbe suresinin kırkıncı âyetindeki (Korkma! Allah bizimle beraberdir)
denilmesi, Ebu Bekir’in [hâşâ] kâfir olduğunu gösteriyormuş. İmanı olsaymış,
Allah onu, yılan sokmasından korurmuş.
CEVAP
Halbuki, tarih kitapları sözbirliği ile diyor ki:
Kureyş kâfirleri Resulullah efendimize ve Eshab-ı kirama karşı olan
düşmanlıklarını günden güne arttırarak müslümanları muhasara ettiler. Muhasara
üç sene sürünce, Eshab-ı kiramın bazısı, Medine-i münevvereye, kimisi de
Habeşistan’a hicret etti. Mesela Kur’an-ı kerimin toplayıcısı olan Hazret-i
Osman, muhterem zevcesi Hazret-i Rukayye ile Habeşistan’a giderken, Resulullah
bunları görerek, (Peygamberlerden zevcesi ile birlikte ilk hicret eden Lut
aleyhisselam idi. Benim Eshabım içinde zevcesi ile ilk hicret eden de, sensin.
Allahü teâlâ, seni Cennette Lut aleyhisselama arkadaş edecektir) buyurmuştu.
Böylece, Mekke-i mükerremede, Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ali’den başka
kimse kalmamıştı. Hazret-i Ebu Bekir de hicret etmek için birkaç kere izin
istemişti. Fakat, (Sen benimle beraber hicret edersin) buyurularak izin
verilmemişti. Allahü teâlâdan, hicret için, izin bekliyordu. (Tezkiye-i ehl-i
beyt)
Halbuki mağarada beraber bulunduğunu bildiren, Tevbe suresinin kırkıncı âyet-i
kerimesi, Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın faziletini, şerefini göstermektedir.
Çünkü, o gece, Cebrail aleyhisselam gelip, (Bu gece, kâfirler seni öldürmeye
karar verdi. Bu gece, Ali’yi yatağına yatır ve Ebu Bekri Sıddık ile, Medine’ye
hicret et!) dedi. O gece, Hazret-i Ali’nin yaşı küçük idi demeleri de
yanlıştır. 23 yaşında idi. Hazret-i Ali, bin canım da olsa, senin yoluna fedadır
diyerek yatağa girdi.
Resulullah Safer ayının yirmiyedinci perşembe gecesi kapıdan çıkıp, Yasin
suresinin başından oniki âyet-i kerime okuyup, sokakta dizilmiş olan kâfirlerin
üstüne üfledi. Hızla geçip, bir yere gitti. Öğle vakti Hazret-i Ebu Bekri
Sıddıkın evine teşrif etti. Hazret-i Ebu Bekir’e haber verdiler. Kapıda, ay
doğmuş gibi Resulullahın cemalini görünce, (Ne emriniz var ya Resulallah! İçeri
buyurup emredin) dedi. İçeri teşrif edip, (Bu gece Medine’ye hicret etmeye
emir aldım) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir, (Beraber olup, hizmetinizde
bulunmakla şereflensem) dedi. (Sen de berabersin) buyurunca, Hazret-i Ebu
Bekir sevindi. (Bana hicret için bir deve lazım) buyurunca, Hazret-i Ebu
Bekir, (Bütün malım, canım, evlatlarım sana feda olsun. İki devem var. Hangisini
istersen sana hediyem olsun) dedi. (Her zaman hediyeni kabul ettim ve
edeceğim. Fakat bu gece hicret etmek ibadetini kendi malımla yapmak isterim. Bir
deveni bana sat!) diye emir buyurdu. Parasını verdi.
Emir edip, kılavuz olarak, Abdullah bin Ureykıt isminde birini Hazret-i Ebu
Bekir çağırdı. Para ile kılavuz tutup, iki deveyi ona teslim etti. Üç gün sonra,
develeri Sevr dağındaki mağaraya getir, dedi. Hazret-i Ebu Bekir’in oğlu
Abdullaha tembih edip, Her gece mağaraya gelip, Mekke’de dolaşan haberleri
bize ulaştır buyurdu. Ebu Bekri Sıddıkın kızı Esma, üç günlük yemek
hazırladı. Paketi bağlayacak ip bulamayınca, kuşağını çözüp ikiye yarıp, paketi
bağladı. O günden beri, Esma’nın ismi (iki kuşaklı Esma) kaldı. Ebu Bekri Sıddık
kapıyı açıp, çıkacakları zaman, (Kapıyı kapa. Arka pencereden çıkacağız)
buyurdu. Ayak izleri belli olmasın diye pencereden atladılar. Mağara önüne
gelince, Hazret-i Ebu Bekir, (Durun ya Resulallah! Önce ben girip bakayım.
Zararlı bir şey varsa, mübarek vücudunuza bir şey olmasın) diyerek, içeri girdi.
Mağaranın içini temizledi. Gömleğini çıkarıp, parçalayarak delikleri kapadı.
(İçeri buyurun ya Resulallah!) dedi. İnsanların efendisi, Allahü teâlânın
sevgilisi, karanlık mağaraya teşrif buyurdu.
Mağarada üç gece kaldıktan sonra, Rebiul evvel ayının ilk pazartesi günü çıkıp,
denize yakın yoldan deve ile Medine’ye doğru yolcu oldular. Kudeyd denilen yerde
bir çadıra rastladılar. Çadırdaki Atike adındaki kadından bir şey satın almak
istediler. Zayıf, sütsüz bir koyundan başka yiyeceği olmadığını söyledi. İzin
verirsen onu sağalım buyurdu. Mübarek eli ile koyunun sırtını okşayıp besmele
ile sağdı. O kadar çok süt çıktı ki, bulunanların hepsi bol bol içti ve kapları
da doldurdu. Sonra kadının zevci gelip bu mucizeyi işitince, zevcesi ile
birlikte müslüman oldu.
Bütün kitaplar hicreti böyle anlatıyor. Mekke şehrinde Hazret-i Ebu Bekir ile
Hazret-i Ali’den başka hiçbir müslüman bulunmadığına göre, Resulullah Eshabına
evden çıkmayınız diye emir etti sözünün doğru olmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Ebu Bekri Sıddık, Resulullahtan iki yaş kadar küçüktü. Gençliklerinde arkadaş
idiler. Birbirlerini çok severlerdi. Bu sevgileri ölünceye kadar sürmüş ve hep
artmıştır. Gece gündüz birbirlerinden ayrılmazlardı. Resulullah iki defa Şam
tarafına teşrif ettiği zamanlarda da birlikte bulunmuş idi. Bu kadar sevgiye,
bağlılığa, fedakârlığa karşı Resulullahın buna güvenmediğini yazmak, apaçık bir
yalan ve iğrenç bir iftiradır.
Resulullah, hicret edeceğini Ebu Bekir’e haber vermedi, diyorlar. Evi kuşatan
kâfirler, Resulullahın evden çıktığını anlayamadı. Ebu Bekri Sıddık anlayıp
arkasına düştü ise, bunu keşf ve keramet ile anlamış olması lazım gelir. İbni
Sebecilerin bu sözü, Ebu Bekri Sıddıkın keşf ve keramet sahibi olduğunu
göstermektedir. Böylece keşf ve keramet sahibi olan bir zatın, Resulullaha
hıyanet ve ihanet edeceğini söylemek, akla uygun söz olur mu? Eğer hıyanet etmek
isteseydi, ertesi Cuma günü, kâfirler Mağara kapısına geldikleri, Mağara
ağzındaki örümcek yuvasını görüp dünya yaratıldığından beri buraya adam girmişe
benzemiyor, diyerek, içeriye girmek istemedikleri zaman, kâfirlere haber vermek
fırsatı tam eline geçmemiş mi idi ve bu fırsatı kaçırır mı idi? (Tezkiye-i
ehli beyt)
Görülüyor ki, Ebu Bekri Sıddıkı lekelemek için, hicreti yanlış anlatmakta,
okuyanları ağlatıp, aldatmak için Hazret-i Ali küçük çocuk iken yatağa girdi
demektedirler. Eshab-ı kiramı kötüleyebilmek için âyet-i kerimelere yanlış mana
vermekten, hadis uydurmaktan, sahih hadisleri inkâr etmekten çekinmemektedirler.
Kâfirler, münafıklar hakkında gelmiş olan âyet-i kerimeleri, Ebu Bekri Sıddık
için ve Eshab-ı kiram için gelmiştir demek alçaklığında bulunmaktadırlar.
Mühim olan şu misali de bildirelim:
(Menakıb-i Çihar yar) kitabında diyor ki, Bedir gazasında, Ramazan-ı şerifin
onyedinci Cuma günü, temmuz ayının öğle sıcağında, iki taraf hücum etmişti.
Resulullah, Ebu Bekir, Ömer, Ebu Zer, Sa’d ve Said ile kumanda yerinde
oturmuştu. İslam askeri sıkıntı çekiyordu. Sa’d ve Saidi yardıma gönderdi. Sonra
Ebu Zeri gönderdi. Sonra, Ömer’i gönderdi. Bir saat geçti. Ebu Bekir, sıkıntının
azalmadığını görerek, kılıcını çekip, atını sürerken, Resul-i ekrem elinden
tutup, (Yanımdan ayrılma ya Eba Bekir! Bedenime ve kalbime gelen her sıkıntı,
senin mübarek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor)
buyurdu.
Hüseyin vaiz-i Kaşifi Hirevi tefsirinde buyuruyor ki:
(Kâfirler, Mağara önüne geldi. Ebu Bekri Sıddık dedi ki: Ya Resulallah!
Kâfirlerden biri ayağı altına doğru bakarsa, bizi görür. Resulullah buyurdu ki,
(O iki kişiye ne olur sanıyorsun ki, onların üçüncüsü Allah’tır.) Bu
hadis-i şerif, Hazret-i Ebu Bekir’in üstünlüğünü göstermektedir. Yani Allahü
teâlânın yardımı, koruması bizimledir buyurdu).
Ebu Bekri Sıddık bağırıp çağırmadı. Zaten bağırıp çağırsaydı mağaranın önündeki
müşrikler haberdar olacaktı. Eğer hıyanet etmek isteseydi, müşrikler mağara
kapısına geldikleri, mağara ağzındaki örümcek yuvasını görüp dünya
yaratıldığından beri buraya adam girmişe benzemiyor, diyerek, içeriye girmek
istemedikleri zaman, kâfirlere haber vermek fırsatı tam eline geçmiş iken bu
fırsatı hiç kaçırır mıydı?
Bütün kitaplar diyor ki, (Ya Resulallah, mübarek vücudunuza bir zarar
yapmalarından korkuyorum) dedi. Mağarada, Resulullah efendimize zarar gelmesin
diye, açık kalan bir deliğe, mübarek ayağını kapamıştı. Delikteki yılanın
ayağını sokması niçin bir kusur olsun? Resulullahı da, bir zaman akrep sokmuştu.
Hazret-i Ali’nin ciğerpare oğlu Muhsin’i horoz gagalayıp ölümüne sebep olmuştu.
Hazret-i Hasan’ı zehir öldürmüştü. Bunlar neden suç olsun? Niçin imansızlığa
alamet olsun?
O, Resulullaha bir zarar gelirse diye korkmuştu. Ayağını deliğe bu yüzden
koymuştu. Yılan onu kaç kere ısırdı. Acısına katlanıp, Resulü rahatsız etmemek
için, ayağını çekmedi. Resulü uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden
korksaydı, zehirlenerek, canını Resule feda etmezdi. Ayrıca, hâşâ İbni
Sebecilerin dediği gibi kötü biri olsaydı böyle yapmasına ne lüzum vardı ki?
Allahü teâlânın, kullarla beraber olması, sıfatlarının beraber olması demektir.
Kahr, gadab sıfatının beraber olması, felaket ve rüsvalık olduğu gibi, rahmet,
nusret, muhabbet sıfatlarının beraber olması da kıymet ve saadet olur.
Resulullah, (Allah bizimle beraberdir) buyurarak, kendi zat-ı
risaletpenahisine mahsus olan beraberliğe, Hazret-i Ebu Bekir’i de katıyor.
Böylece, kendine tecelli eden, muhabbet, merhamet, ihsan ve ikramlara, Hazret-i
Ebu Bekir’in de ortak olduğunu müjdeliyor. Ne büyük saadet! Fazilet böyle olur!
Âyet-i kerimelerle, hadis-i şeriflerle bildirilen faziletten, meziyetten üstün
bir şeref olabilir mi? Düşman düzmelerine inanıp, güneşin nuru inkâr olunabilir
mi? Buna ancak, ahmaklar, körler inanır.
Allahü teâlânın gizli konuşanlarla beraber bulunması, ilim sıfatının beraber
olmasıdır. Yani onların sırlarını bilir demektir. Bu âyet-i kerime, beğenmek
veya kötülemek olmayıp, ilim sıfatını haber vermektedir.
(Sonra, Allah ona sekine indirdi) mealindeki âyet-i kerimeye de yanlış mana
veriyorlar. Sekine, Resulullaha indi diyorlar. Sekine, yani rahatlık, nerede
yoksa oraya iner. İbni Sebecilerin bu yazılarından, Resulullahta önceden sekine
bulunmamış olduğu, korktuğu anlaşılır. Halbuki, Allahü teâlâ, önceden, seni
kâfirlerden muhafaza edeceğim dediğini yazmışlardı. Demek ki, Resulullah Allahü
teâlânın bu vaadine güvenmeyip korktu mu? Sonra, kendisine sekine indirildi
demek, Allah’ın Peygamberine ne büyük hakaret ve kötülemek olur. Ebu Bekri
Sıddıkı kötülemek isterken, Resulullahı kötüleyerek küfre sürüklendiklerinden
haberleri olmuyor. Belki de, Resulullahı da kötülemek, böylece İslamiyet’i
yıkmak istemektedirler. Bütün tefsirler, sekinenin Ebu Bekri Sıddıka indiğini
bildiriyor. Çünkü, Resulullahın sekinesi zaten vardı. Ebu Bekri Sıddık ise,
Resulullaha olan aşırı sevgisinden dolayı sekinesini kaybetmişti. (Eshab-ı
Kiram)
Hâşâ, Allah resulü naçar kalıp, Ebu Bekri Sıddıkı mağaraya
götürmüşmüş...Tekrar edelim:
Hicrette kâfirler izleri takip ederek mağara önüne kadar gelince, Hazret-i Ebu
Bekir dedi ki: Ya Resulallah! Kâfirlerden biri eğilip bakarsa, bizi görür.
Resulullah, (Korkma Allah bizimledir) buyurdu.
Allahü teâlâ da Tevbe suresinin 40. âyetinde buyuruyor ki:
(Eğer siz ona (Resulullaha) yardım etmezseniz de önemi yok; ona Allah
yardım etmiştir. Hani, kâfirler onu, iki kişiden biri olarak (Ebu Bekir ile
birlikte Mekke'den) çıkarmışlardı; onlar mağarada iken; o, arkadaşına [Ebu
Bekir’e] üzülme, çünkü Allah bizimle beraberdir, diyordu. Bunun üzerine Allah
ona (sükûnet sağlayan) emniyetini indirdi.)
Hâşâ, Allah resulü naçar kalıp, Ebu Bekri Sıddıkı mağaraya götürmüş olsaydı,
(Üzülme Allah bizimle beraberdir) yerine (Bana bir şey olmaz Allah
benimledir) buyururdu. Allahü teâlâ da Resulünün mübarek ismini müstakil
zikreder, hâşâ bir kâfirle beraber (İki kişinin biri) diye zikretmezdi.
Allahü teâlânın bahsettiği alelade birisi değil, Peygamberi ve Habibidir.
Resulullaha da kişi denmekte, arkadaşına da kişi denmektedir Bu
yüzden (İki kişinin biri) diye buyurması, yani bu hitap, Hazret-i Ebu
Bekir’in Allah katındaki yüksek kıymetini, Resulü yanındaki derecesini
bildirmektedir. (O, arkadaşına üzülme diyordu) buyuran Allahü teâlâ vahiy
ile Resulüne, (O, senin arkadaşın değil, o bir kâfirdir, onu teselliye
çalışma) demez miydi? Allah hâşâ gerçeği saklar mıydı, yanındakinden sakın
demez miydi? Çünkü vahiy gizli geliyor. Yanındaki seni öldürecek veya öldürtecek
demez miydi? Bu ne biçim iftira?
Resulüne üstelik namazda nalınındaki necaseti bile haber veren Allahü teâlâ,
yanındaki senin düşmanındır, seni öldürecek veya öldürtecek demez miydi? Allah
hâşâ gerçeği saklar mıydı? Yanındakinden sakın demez miydi? Vahiy gizli geliyor,
onun ne haberi olurdu ki?
Medaric-ün-nübüvve kitabında diyor ki:
Münafıklar Hazret-i Âişe validemize iftira edince, Resulullah, arkadaşlarından
bazılarını çağırdı. Bunlardan sırayla Hazret-i Ömer’e, Hazret-i Osman’a,
Hazret-i Ali’ye ne düşündüklerini sordu. Hazret-i Ali dedi ki:
(Bu sözler yalandır, iftiradır. Münafıkların uydurmasıdır. Sizinle namaz
kılarken mübarek nalınınızı çıkardınız. Size uyarak biz de çıkardık.
(Nalınlarınızı niçin çıkardınız?) dediniz. Size uymak için dedik. Siz de,
(Cebrail geldi. Nalında necaset bulaşığı olduğunu bana haber verdi. Onun için
çıkardım) buyurmuştunuz. Namaz içinde bile vahiy ederek seni pislikten
koruyan Allahü teâlâ, mübarek zevcelerine böyle pislik yapılmasına izin verir
mi? Böyle bir şey olsaydı, bunu da hemen haber verirdi.)
Fedek hurmalığı meselesi
İbni Sebeciler diyor ki:
(Resulullahın vefatından sonra, Ebu Bekir ile Ömer, (Biz Peygamberler miras
bırakmayız. Bıraktıklarımız sadaka olur) hadisini söyleyerek, Fatıma’nın
elinden (Fedek) ismindeki hurma bahçesini zor ile alıp, Beytülmala verdiler.
Fatıma, Ebu Bekir’e darılıp, lanet etti. Buna gücenip ölünceye kadar Ebu Bekir’e
düşman oldu.)
CEVAP
Bu bahçede sayılı birkaç ağaç vardı. Büyük bir orman olsaydı dahi, böyle bir
şey için, dünyanın malına, mülküne zerre kadar dönüp bakmadığı için, kendisine
Betül denilen Resulullahın kızı, kadınların en şereflisi
Fatıma-tüz-Zehra’nın, mübarek babasının Cennet ile müjdelediği üç Halifeye
düşmanlık etmesi, af ve ihsanda bulunmaması, bunlara [hâşâ] lanet etmesi ve
müslümanlara da böyle olmalarını tavsiye eylemesi çok büyük bir iftiradır.
Hazret-i Ali ile Hazret-i Fatıma’nın, bütün dünyaya yayılmış olan yüce şânlarını
küçülten böyle iftiraları bu iki din büyüğüne yakıştırmak, bunları sevmek değil,
belki düşmanlık etmektir. Ancak ibni Sebecilerin yapacağı şeydir.
Önce hadisenin, Kur’an-ı kerimden sonra en kıymetli kaynaklardan olan Buhari,
Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai’deki geçtiği
şekline bakalım:
(Fatıma ile Abbas’ın her ikisi, Resulullah efendimizden kalan miraslarını, yani
Fedek’teki yerleri ile Hayber’deki hisselerini istemek üzere Ebu Bekir’e
geldiler. Ebu Bekir de kendilerine şöyle dedi: Resulullah efendimizden işittim,
buyurdu ki:
(Biz [Peygamberler] miras bırakmayız, bıraktığımız sadaka [vakf]dır.)
Peygamber efendimizin ehli ve iyali bu maldan ancak yiyebilir. Vallahi
Resulullahın yaptığını gördüğüm bir işi yapmadan bırakmam. [Ravi] diyor ki:
Bunun üzerine Fatıma oradan ayrıldı ve ölünceye kadar bir daha miras lafını
etmedi.)
Hâşâ, Hazret-i Ebu Bekir’in, Fedek hurmalığını Hazret-i Fatıma’dan zorla
alması diye bir şey yok. Bu tamamen İbni Sebecilerin uydurmasıdır.
Ahmed Cevdet Paşa diyor ki:
Halife Hazret-i Ebu Bekir, Resulullahın silahları ile beyaz katırını, Hazret-i
Ali’ye verdi. Diğer eşyayı Beytülmale bıraktı. Fedek ve Hayber’deki
hurmalıklarını, Resulullah hayatta iken vakfetmiş, kimlere dağıtılacağını emir
buyurmuştu. Gelip geçen elçilere ve misafirlere verirdi. Ebu Bekir bunları
eskisi gibi dağıtıp, asla değiştirmedi. Fatıma mirasını istediğinde;
(Resulullahtan işittim: (Biz Peygamberlere kimse vâris olamaz! Bıraktığımız
mal, sadaka olur) buyurmuştu. Ben Resulullahın yaptığını değiştirmem) dedi.
Fatıma (Sana kim vâris olur?) demiş. Halife de, (Evladım, ehlim olur) deyince,
(Ya ben niçin babama vâris olmuyorum?) demiş. Halife de, (Senin baban olan
Resul-i ekremden işittim ki, (Kimse bize vâris olamaz!) buyurdu. Onun
için sen de vâris olamazsın. Fakat ben Onun halifesiyim, Onun nafaka verdiği
kimselere, aynı şeyleri ben de veririm. Senin masraflarını yapmak benim
vazifemdir) dedi. Bunun üzerine Fatıma razı oldu ve artık miras lafı etmedi.
(Kısas-ı enbiya s.369)
Hadis âlimi Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri, aynı şeyleri bildirdikten
sonra buyuruyor ki:
Resulullah birçok kimselere, mal vereceğini vaad etmişti. Vefatından sonra,
gelip, bu malları istediler. Halife hepsine verdi. Ebu Bekri Sıddık, mirası
yalnız Fatıma’dan men etmedi. Âişe de, gelip, miras istedi. Ona da vermedi.
Başka zevceler de istedi. Hiçbirisine vermedi. Peygamberler miras bırakmaz
hadis-i şerifini söyledi. Halife, bu hadis-i şerifi söyleyince, Eshab-ı kiramın
hepsi, biz de işitmiştik, dediler, bir kişi bile itiraz etmedi. Halife kimseye
miras vermedi ve Resulullahın akrabasına evvelce verilen her şeyi aynen verdi ve
Resulullahın yaptığını değiştirmem dedi ve Onun akrabasını, kendi akrabamdan
daha çok seviyorum diye yemin etti. Fatıma’nın miras yüzünden, Ebu Bekir’e
darıldığını söylemek ne kadar yanlıştır. Eshab-ı kiramın sözbirliği ile
bildirdiği hadis-i şerifi, Fatıma’nın kabul etmeyeceğini düşünmek Hazret-i
Fatıma’ya iftira olur. Fatıma vefat edeceği zaman, Ebu Bekri Sıddık ile
helalleşip ondan razı olmuştur.
Hadis âlimi imam-ı Beyheki hazretleri, imam-ı Şabi’den rivayet ediyor ki, Fatıma
hasta iken, halife Ebu Bekir kapıya geldi. Ali, Fatıma’ya, Ebu Bekrin geldiğini
haber verdi. Fatıma izin verdi. Halife içeri girdi ve kendisi ile helalleşti.
Fatıma, Ebu Bekir’den razı oldu. İmam-ı Müstağfiri’nin Kitabülvefa ve
Riyadunnadara kitaplarında ve Hafız Ebu Said, Kitab-ül-müvafeka
adındaki kitabında da böyle yazmaktadır. Faslülhitab kitabında diyor ki:
Fatıma akşam ile yatsı arasında vefat etti. Ebu Bekri Sıddık, Osman, Abdurrahman
bin Avf ve Zübeyr bin Avvam hazır idiler. Cenaze namazını Ebu Bekri Sıddık
kıldırdı. Gece defnettiler. (Medaric-ün-nübüvve c.2/ s.572)
Görülüyor ki, Hazret-i Ebu Bekir hurma bahçesini Hazret-i Fatıma’nın elinden
almamış, eski halinde olduğu gibi bırakmış, onun her ihtiyacını Beytülmal’den
vermiştir. Bütün bu vesikalar hiçe sayılarak, Ebu Bekir, Fedek hurmalığını zorla
aldı nasıl denebilir? Hazret-i Ali halife olunca, her şey elinde ve emrinde
iken, bu hurmalığı, niçin Hazret-i Hasan ile Hüseyin’e teslim etmedi? Hâşâ o da
mı zulme iştirak etti? Yoksa, ölmüş halifelerden mi korktu? Hazret-i Ali’nin, üç
halifenin yaptıklarını değiştirmeyip hurmalığı, onların yaptığı gibi idare
etmesi, üç halifeyi onayladığını, yani onların doğru yaptığını açıkça
göstermektedir.
Buraya birkaçını yazdığımız bu vesikalı açıklamalardan sonra, Hazret-i Ali’nin
üç Halifeye düşman olduğunu ve bir bahçe için Hazret-i Fatıma’nın Eshab-ı kirama
lanet ettiğini söylemek, âyet-i kerimelere de zıddır:
Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman Medine'ye hicretle
şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve ilk iman edenlerdendir. Kur’an-ı
kerimde mealen buyuruluyor ki
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda
gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için
Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]
(Mekke’nin fethinden önce ve sonra Müslüman olanların hepsine de, Hüsnayı
[Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]
(Allah, Eshabın hepsine Cenneti söz verdi.) [Nisa 95]
Allahü teâlânın zatı gibi sıfatları da sonsuzdur. Razı olması da sonsuzdur.
Allah, Eshabdan birkaç sene razı oldu sonra vazgeçti denilemez. Allah sözünden
dönmez.
İki âyet-i kerime meali:
(Allah asla sözünden dönmez.) [Al-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31]
(Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6]
Hazret-i Ali, Hazret-i Ebu Bekir’i, Hazret-i Ömer’i ve Hazret-i Osman’ı çok
severdi. Bunlar da Hazret-i Ali’yi çok severdi. Birbirlerinin dostu idi. İşte
âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler
ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar
birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]
Eshab-ı kiramın birbirine karşı çok merhametli olduğunu bildiren bir âyet-i
kerime meali de şudur:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların
[Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı
merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]