Önsöz
Eshab-ı kiramı kötüleyenler, yirmiden fazla fırkaya bölünmüştür.
Birinci kısım: En kötüsüdür. (Allah, Ali’nin içindedir. Ali’ye tapmak,
Ona tapmaktır) diyor.
İkinci kısmı: Bunları kötülüyor ve (Ali, Allah olur mu? O, insandır. Ama
insanların en üstünüdür. Allah, Kur'anı ona gönderdi. Cebrail de, iltimas edip,
Muhammed’e getirdi. O da Ali’nin hakkını yedi) diyor.
Üçüncü kısım: Bunları kötüleyerek (Hiç böyle olur mu, Peygamber Muhammed
“aleyhisselam”dır. Fakat, benden sonra, Ali halife olsun dedi. Sahabe,
dinlemeyip, diğer üçünü halife yaptı. Ali’yi dördüncüye bıraktı) diyorlar. Diğer
üç halifeye, Ali’nin hakkını aldılar diye düşman oluyorlar. Eshab-ı kiramın
hepsine de, onun hakkını vermediler diye düşman oluyorlar. Kendi hakkını aramadı
diye, Hazret-i Ali’ye de çok kızıyorlar. Bu üç kısmın hepsi de aşırı hareket
ediyor.
Üçüncü halife Hazret-i Osman zamanında, Abdullah bin Sebe adındaki Yemenli bir
Yahudi, İslam’da ilk olarak bölücülük fitnesini çıkardı. Buna aldananlar,
Eshab-ı kiram arasına karıştılar. Tarih boyunca, din düşmanları tarafından
desteklendiler. Zaman zaman azarak, İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışmışlar ve
çok müslüman kanı dökülmesine sebep olmuşlardır. Halbuki İslamiyet, birleşmeyi,
kardeş gibi birbirini sevmeyi emretmektedir.
Müslüman görünerek, İslam’da ilk fitneyi çıkaran yahudi ibni Sebe’nin maksadı
müslümanları birbirine düşürmek, Allah Resulüne ve arkadaşlarına akrabalarına
itimadı sarsarak İslamiyet’i yıkmak idi. Bunu başarırsa din otomatikman
yıkılıyordu. Dinin sahibine yani Allah ve Resulüne ve arkadaşlarına itimat
kalmayınca daha kime inanılacaktı, bu iman nasıl iman olacaktı? Bu iman mı yoksa
imansızlık mı olacaktı? Bu iddiaları yapan ibni Sebeciler, Hurufiler, Rafiziler,
bu fitneyi ilk çıkaran yahudi ibni Sebe’nin yolundan gitmekte olup, o Yahudinin
maksadına hizmet etmiş olmaktadırlar.
Ehl-i sünnet âlimleri, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Cennet ile
müjdelenen eshab-ı kiramdan herhangi birine kâfir demenin küfre sebep olacağını,
âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle ispat etmişlerdir. Hadis-i şerifte buyuruldu
ki:
(Fitne veya bid'at yayıldığı, Eshabım kötülendiği zamanda, hakkı bilen,
bilgisini müslümanlara duyursun! Hakkı yani doğru yolu bildiği [ve gücü
yettiği] halde, müslümanlara duyurmayanlara, Allahü teâlâ ve melekler ve
bütün insanlar lanet eylesin! Allahü teâlâ, böyle bir kimsenin farzlarını ve
nafile ibadetlerini kabul etmez.) [Hatib, Deylemi]
Diğer maddelerde, ibni Sebecilerin iftiralarını ve bunları susturan kesin
delilleri okuyacaksınız. Önce kısa bir bilgi verelim:
Sofiyye-i aliyyenin büyüklerinden ve reislerinden aynı zamanda Peygamber
efendimizin torunlarından olan, gavs-i azam, seyyid Abdülkadir-i Geylani
hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın ümmeti, başka Peygamberlerin ümmetlerinden daha
üstündür. Bu ümmetin de üstünü, Ona iman ederek mübarek yüzünü görmekle
şereflenen Eshab-ı kiramdır ki, hepsi Ona tâbi olmuş, Onun için harp etmiş, Onun
uğruna canlarını, mallarını feda etmiştir. Onun emrini yapmak, birinci
vazifeleri olmuş, her şeyde Onun yardımcısı olmuşlardır. Bu Eshabın da en üstünü
Hudeybiye’de, Resulullah ile biat edip, Onun için ölmeye hazır olduklarını söz
veren kahramanlardır. Bunlar, 1400 kişi idi. Bunların da en üstünü, Bedir
muharebesinde bulunanlardır ki, bunlar 313 kişi idi.
Bunların da üstünü, ilk müslüman olan kırk kişidir ki, kırkıncısı Hazret-i Ömer,
bunların otuz dördü erkek, altısı kadındır. Bunların da üstünü Aşere-i
mübeşşere, yani Cennete girecekleri ismen müjdelenen on kişidir. Bunlar, Ebu
Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr bin Avvam, Abdurrahman bin Avf, Sad ibni
Ebi Vakkas, Said bin Zeyd, Ebu Ubeyde bin Cerrah’dır.
Bunların da üstünü Hulefa-i raşidin, yani dört halife olup, bunların da üstünü
Hazret-i Ebu Bekir, sonra Hazret-i Ömer, ondan sonra Hazret-i Osman, ondan sonra
Hazret-i Ali’dir. Bu dördünden Hazret-i Ebu Bekir, iki sene dört ay, Hazret-i
Ömer on sene, Hazret-i Osman oniki sene, Hazret-i Ali altı sene Resulullahın
Halifesi oldu “radıyallahü anhüm”.
Dördünün hilafeti, bütün Sahabenin arzusu ve oy birliği ile ve her birinin,
zamanının en üstünü olması ile idi. Zor ile, kuvvet ile ve kendinden daha üstün
olanın hakkını almak sureti ile değildi. Ebu Bekri Sıddık, Muhacirlerin ve
Ensarın söz birliği ile halife oldu. Şöyle ki, Resulullah vefat edince, Ensar-ı
kiram, sizden bir emir, bizden bir emir olsun demişti. Hazret-i Ömer ayağa
kalkıp, ey Ensar! Resulullahın Ebu Bekir’e, (Eshabıma imam ol!) diye emir
buyurduğunu unuttunuz mu? deyince, biliyoruz ya Ömer, dediler. Hazret-i Ömer,
devam ederek, içinizde Ebu Bekir’den üstünü var mı? dedi. Ensarın hepsi,
kendimizi Ebu Bekir’den üstün sanmaktan Allah’a sığınırız, dedi. Hazret-i Ömer,
Resulullahın tayin ettiği makamdan Ebu Bekir’i azletmeyi hanginiz hoş görür,
deyince, bütün Ensar, hiçbirimiz hoş görmeyiz. Onu azletmekten Allah’a
sığınırız, dediler. Muhacirler ile elbirliği yaparak Ebu Bekri Sıddıkı halife
yaptılar. Hazret-i Ali ve Zübeyr de, sonra oraya geldi. İkisi de Halifeyi kabul
etti. Hazret-i Ebu Bekri Sıddık, üç defa ayağa kalkıp, (Beni halife kabul
etmekten vazgeçeniniz var mı?) dedi. Önde duranlar arasında bulunan Hazret-i
Ali, ayağa kalkıp, (Hiçbirimiz vazgeçmeyiz. Vazgeçmeyi hiçbir zaman
hatırımızdan geçirmeyeceğiz. Resulullah seni, hepimizin önüne geçirdi. Kim, seni
geriye çekebilir?) buyurdu.
Hazret-i Ebu Bekri Sıddıkın halife olmasını isteyerek, en tesirli söz söyleyenin
Hazret-i Ali olduğu kuvvetli, sağlam haberlerle gelmiştir. Mesela, Deve
vakasından sonra, Abdullah bin Keva, Hazret-i Ali’ye gelip, Resulullah hilafet
için, sana bir şey söylemedi mi? dediğinde: (Biz, önce dindeki vazifemize
bakarız. Dinin direği ise namazdır. Allahü teâlânın ve Resulünün, dinde, bizden
beğendikleri şeyleri, dünyalık olarak beğenir, seçeriz. Bunun için Ebu Bekir’i
halife yaptık) buyurdu.
Resulullah son günlerinde, hasta iken, namaz kıldırmak için, Ebu Bekri Sıddıkı
kendi yerine imam yapmıştı. Bilal-i Habeşi her ezan okuduğunda, (Ebu Bekir’e
söyleyin, nasa imam olsun!) buyururdu. Resulullah, kendinden sonra, Hazret-i
Ebu Bekir’in halife olmaya, herkesten daha layık olduğunu gösteren ve Hazret-i
Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali’den her birinin de, kendi zamanlarındaki
insanlardan, hilafete en layık olduklarını bildiren çok şeyler söylemiştir.)
[Gunyet-üt-Talibin]
İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Hazret-i Ali, Ebu Bekri Sıddıkın halifeliğini seve seve kabul etmişti. Bunu
herkes iyi bildiği için, (İstemeyerek kabul etti) demekten başka söz
bulamadılar.
Hazret-i Ebu Bekir, halifeliğe layık olmasaydı, Hazret-i Ali onu istemez, benim
hakkımdır derdi. Nitekim, Hazret-i Muaviye’nin halife olmasını kabul etmedi.
Kendisi halife olmak için uğraştı. Halbuki, Hazret-i Muaviye’nin ordusu, kuvveti
çok idi. Bu yüzden çok kimselerin ölmesine sebep oldu. Böylece güç durumda
hakkını istediği halde, hakkı kendinde görseydi, Hazret-i Ebu Bekir’den istemesi
daha kolay idi. Seçilmesini ister ve hemen seçilirdi. Hazret-i Ali, Hazret-i Ebu
Bekir’i seçtiğini bildirip biat ettikten sonra, minberin önünde oturdu. Sonraki
konuşmalarda, Halifenin suallerine tesirli cevaplar vererek Halifeyi destekledi.
(Reddi Revafıd)
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri aynı kitabında, Hazret-i Ebu
Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali ve Hazret-i Hasan’ın
üstünlüklerini gösteren hadis-i şerifleri ve hilafetlerini uzun uzadıya
bildirdikten sonra, buyuruyor ki:
İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat
etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Hazret-i Muaviye’ye teslim etti. Onun
emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Hazret-i Muaviye’nin hilafeti hak ve
sahih oldu. Bu suretle, Server-i âlemin haber vermiş olduğu, (Bu benim oğlum
seyyiddir. [Yani büyüktür] Allahü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük
fırka arasını bulur. [Yani barıştırır]) hadis-i şerifinin manası
meydana çıktı. Görülüyor ki, imam-ı Hasan’ın tâbi olması ile, Hazret-i Muaviye,
İslamiyet’e uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık
sona erdi. Tabiin ve Tebe-i Tabiin ve dünyadaki bütün müslümanlar, Hazret-i
Muaviye’yi halife olarak tanıdı. Server-i âlem, Hazret-i Muaviye’ye, (Halife
olduğun zaman, yumuşak ol veya güzel idare et!) buyurdukları gibi, diğer bir
hadis-i şerifte, (İslamiyet değirmeni, 35 sene veya 37 sene devam edecektir)
buyurdu. Peygamber efendimizin çarh, yani dolab buyurmasının sebebi, dindeki
kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. Bu müddetin otuz senesi dört halife ve
imam-ı Hasan ile tamamlandıktan sonra, geri kalan beş veya yedi senesi, Hazret-i
Muaviye’nin hilafeti zamanıdır. (Gunyet-üt-Talibin)
Mevahib-i ledünniyye ikinci cildinde, Resulullahın gelecekte olacak
şeylerden verdiği haberleri bildirirken diyor ki:
İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, Hazret-i Muaviye’ye, (Benden sonra,
ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et. Kötülük yapanları
da, af eyle!) buyurdu. Yine İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah,
(Muaviye, hiç mağlup olmaz) buyurdu. Hazret-i Ali, Sıffin muharebesinde: Bu
hadis-i şerif hatırıma gelseydi, Muaviye ile harp etmezdim, dedi.
İmam-ı Beyheki diyor ki, Hazret-i Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, buyurdu
ki:
(Ümmetimden bazı kimseler meydana çıkacak, Eshabımı kötüleyeceklerdir.
Bunlar, müslümanlıktan ayrılacaklardır.)
Allahü teâlânın Kur’an-ı kerimde (Hepsine Cenneti vaad ettim, ben onlardan
razıyım, onlar da benden razıdır) diye methettiği eshab-ı kiramın hiçbirine
dil uzatılamaz. Fasık ve kâfir denilemez. Bu yüzden Hazret-i Ali kendisiyle
savaş eden müslümanlar için buyurdu ki: (Kardeşlerimiz bize asi oldu. Bunlar,
kâfir veya fasık değildir.)
İmam-ı Şafii hazretleri de, (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan
koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu.
Ya Rabbi! Bizleri parçalanmaktan koru! Hepimizi, razı olduğun, beğendiğin, Ehl-i
sünnetin doğru yolunda birleştir! İslam düşmanlarının yalanlarına aldanarak,
tuzaklarına düşmekten koru!
Ya Rabbi! Bizi ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi af eyle! Mahlukların en
kıymetlisi olan, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama ve temiz olan âline ve
Eshabının hepsine bizlerden kıyamete kadar dua ve selamlar olsun! Âmin.
Abdullah bin Sebe hakkında kısa bilgi
Müslümanlar arasında Eshab-ı kiram düşmanlığını ilk aşılayan Yahudi dönmesi
Abdullah bin Sebe’dir, “Sebeiyye” denilen sapık yolun kurucusudur. [Geniş bilgi
için Abdullah bin Sebe kimdir maddesini okuyunuz. Burada özetle
yazıyoruz.]
Hazret-i Osman’ın halifeliği zamanında Yemen’den Medine’ye geldi. Ben müslüman
oldum dedi. Halifenin gözüne giremeyince, her yerde halifeyi kötülemeye başladı.
Fitne ve fesat çıkaracağı anlaşılarak Medine dışına çıkartıldı. O da gittiği
Basra, Şam ve Kufe’de de Halife Osman’ın aleyhindeki faaliyetlere devam etti.
Eshab-ı kiramın büyüklerine uygunsuz sözler söyleyerek bozgunculuk yaptıysa da
fazla taraftar bulamadı. Mısır’a gelerek cahilleri etrafına topladı. “Hazret-i
İsa’nın döneceğine inanıp da Hazret-i Muhammed’in döneceğine inanmayana şaşarım”
dedi. “Halifelik Hazret-i Ali’nin hakkıydı, Osman onun hakkına tecavüz ederek
zalimlik yaptı” dedi. Hatta Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’in hilafete
geçmeye hakları olmadığını söyledi. Etrafına topladığı cahilleri isyana teşvik
etti.
İbni Sebe ve taraftarlarının yaptığı fitnenin etkisinde kalarak Mısır ve
Irak’tan Medine’ye gelen isyancılar Hazret-i Osman’ı şehid ettiler. Hazret-i Ali
zamanında da fitne ateşini körüklemeye çalışan ibni Sebe, Kufe’ye giderek
Hazret-i Ali’ye yaranmaya çalıştı. Hazret-i Ali’ye “sen tanrısın” diyerek ona
secde etti. Hazret-i Ali, onu Medayin şehrine sürdü. Sebeiyye fırkası, Cemel ve
Sıffin olayının hazırlayıcılarıdır. Hazret-i Ali’yi de şehid ettiler. Hazret-i
Ali şehid olunca; “O ölmedi, bulutlara yerleşti, şimşek, yıldırım onun emri ile
olmaktadır” derdi. Daha nice düzmece sözleri ile cahilleri aldatıp Müslümanları
içeriden yıkmaya çalıştı. (Rehber Ansiklopedisi)
Yahudi İbni Sebe, 654’te Mısır’dan Medine’ye gelmiştir. (Müncid)
İbni Sebe Mısır’da isyana sebep oldu, ona inanan çapulcular, Osman’ı şehid etti.
(Kamusül alam)
Yahudiler Resulullahı zehirledikleri halde, öldüremeyince bu sefer müslümanların
arasında fitne çıkarmaya başladılar. İbni Sebe, her peygambere Allah tarafından
vasi verildiği ve Hazret-i Muhammed’in vasisinin Hazret-i Ali olduğu hakkında
propagandaya girişti. Mısır’dan Medine’ye gelmiştir. Hazret-i Ali’ye secde
etmiştir. Hazret-i Ali de onu Medayin şehrine sürmüştür. (İslam
Ansiklopedisi)
Cemel Savaşını hazırlayan ibni Sebe’nin Müslümanlığa karşı kazandığı zaferin bu
ikincisi idi. Daha önce Hazret-i Osman’a karşı hazırladığı isyanı kazanmıştı.
(Kısas-ı Enbiyâ, Mir’atül’iber)
Hazret-i Osman halife iken, Abdullah bin Sebe isminde Yemenli bir Yahudi,
Medine’ye geldi. Halifeden yüz bulamayınca, Hazret-i Osman’ı kötüledi. Halife
de, bunu Medine’den çıkardı. Bu da, Mısır’a gidip, halifeyi kötülemeye başladı.
Çok bilgili olduğundan, cahilleri etrafına topladı. (Her Peygamberin bir veziri
var idi. Peygamberimizin veziri de Ali’dir. Hilafet, onun hakkı idi. Osman, onun
hakkını elinden aldı) diye her yerde konuşmaya başladı. (Tarih-i Taberi)
Eshab-ı kiramı kötüleyenlerin ilki, Abdullah bin Sebe’dir. (İbni Mülcem Hazret-i
Ali’yi öldürmedi. Şeytan Ali’nin şekline girmişti. Şeytanı öldürdü. Ali,
bulutlar içindedir. Gök gürlemesi, onun sesidir. Şimşek, kamçısıdır) derdi. İbni
Sebe Yahudisinin sözlerine aldanan (Sebeciler), gök gürültüsü işitince, (Ey
emirel-müminin! Sana selam olsun) derler. (Reddi revafıd)
Sebeiyye sapık inanışını kuran, Abdullah bin Sebe adında Yemenli bir Yahudidir.
“Sen tanrısın” dediği için Hazret-i Ali bunu Medayin’e sürdü. (Tuhfe-i isna
aşeriyye)
Eshab-ı kiramın hepsini sevenlere Ehl-i sünnet denir. Bir kısmını sevmeyenlere
Şii denir. Tamamına düşman olanlara Rafizi denir. Rafiziler, ibni Sebe’nin
yolundadır. (Cennet yolu ilmihali)
İbni Sebe’nin varlığı ve Sebe’iyye fırkası
Rafıziler ile Sünni görünen bazı mezhepsizler, İbni Sebe diye birisi yok
diyorlar. Halbuki yüzlerce kitap İbni Sebe’den bahseder. (El Şia ve El Sünne)
kitabında İhsan İlahi Zahir diyor ki: İslam güneşi doğup her yere
yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin kalbleri yanıp tutuştu. Yahudiler, İran
Mecusileri, Hindular, İslam’a tuzak hazırlamaya başladılar. Fitne çıkarıp, kan
dökülmesine sebep oldularsa da, İslamiyet’i yıkamadılar. Kâfirliğini
gizleyenlerin başında Yahudi Abdullah bin Sebe gelir. Sünni ve Şia’dan
tarihçiler, hadisçiler ve tabakat sahipleri, edebiyat ve soy kütükçüleri İbni
Sebe’ye yer vermişlerdir.
Bazıları şunlardır:
Çok bid’at çıkaran İbni Sebe’ye Allah lanet etsin. (İbni Kesir, Bidaye ve
Nihaye 7/190);
İbni Sebe, Yemen Yahudisidir. (İbni Asakir Dimaşik Tarihi 3/29, İbni
Esir, Kâmil 3/77);
İbni Sebe kendini tam kamufle etmiştir. Basra valisi Abdullah bin Amir, ona
ismini sorduğunda, ben ehli kitaptan İslamiyet’i seçen ve size yakın olmak
isteyen bir kişiyim demiştir. İbni Amir ona, bunu nereden bileyim der ve
Basra’dan çıkarır. (Taberi 4/326-327),
İbni Sebe, Şam’da rolünü oynayamadan Mısır’a geçmiştir. (Taberi 4/340),
İbni Sebe’ye anası siyahi olduğu için İbni sevda da denir. (El Mukrizi, el
Hutat 2/356);
İbni Sebe’nin anası Habeşli siyahi - zencidir. (Taberi 4/326-327),
İbni Sebe ve fırkası taşkınlar sınıfındadır. (Ebul Hasenil Eş’ari, Makalatil
İslamiyyin 1/85);
Kelbi, ibni Sebecidir. (İbni Hibban kitabil Mecruhin 2/253);
İbni Sebe Hazret-i Ali ölmedi derdi. (El Mukaddesi, el Bedi vel Tarih
5/129);
Hazret-i Ali’nin nasla imam olacağını ilk ortaya atan İbni Sebe’dir.
(Şehristani, Milel ve Nihal 2/116);
İbni Sebe, Hazret-i Ali’nin bir kısmı ilahtır derdi. (Essafidi, el Vafi bil
Vefiyyet 17/20);
Yahudi Pavlos’un Hıristiyanlığa yaptığı gibi Yahudi İbni Sebe de müslüman
görünüp İslam’ı bozmaya çalıştı. (Ebil Iz El Hanifi, Şerh el akidetü
et-Tahaviyye s.578);
İbni Sebe tenasühü İslam’a sokmaya çalışmıştır. (Mukrizi, el Hutat
2/356);
Yahudi İbni Sebe, bâtıl davasını sinsice, tedrici olarak ve kurnazca yayardı.
(Abdulaziz bin Veliyullah Muhtasaril Tuhfe el İsna Aşeriyye s.317);
Sebeciler biz vahye ulaştık derler. (İbni Ebi Ömer el Adni, Kitabül imam
s.249);
Hazret-i Ali, Sebecileri ateşte yaktı. (El Maltı, Tenbih s.18, Cevzcani,
Ahval el Rical s.38, Fahrettin el Razi İtikâdet Firak el Müslimin vel
Müşrikin s.57; Hazret-i Ali’nin yaktığı hadis kitaplarında da geçer: Ebu
Davud 4/126, Nesai 7/104, Hakim 3/538),
Sebeciler Hazret-i Ali’ye yaratıcı dediler. (İbni Abdu Rabbeh, el Akdul Ferid
2/405),
Sebeciler, İbni Sebe’nin adamlarıdır. (El Havarzemi, Mefatihul Ulum
s.22).
İbni Sebe’den bahseden kitaplardan bazıları şunlardır:
İbni Asakir, Tarihi 3/29, 29/7;
İmam Taberi, Tarih Taberi 4/283-505;
Furazdak, Divan s.242-243;
İbni Kuteybe, Mearif 267; Muhtelif Hadis Tevili s.73;
Süyuti, Hüsnü Muhadara 2/174; Lubbul Elbab fi tahrirul Enseb
1/132;
Cevzcani, Ahval el Rical s.38;
El Belaziri, Enseb el Eşraf 3/382;
İbni Abdu Rabbeh, el Akdul Ferid 2/405;
Ebu Asım Huşeyş bin Esram, İstikame;
Ebu Hasan Eş’ari, Makaletil İslamiyyin 1/85;
İbni Hibban, Kitabil Mecruhin, 2/253;
El Mukaddesi, el Bedi vel Tarih 5/129;
El Maltı, Tenbih s.18;
El Havarzemi, Mefatihul Ulum s.22;
El Hemazani, Tesbit Dalail el Nübüvveh 3/548;
Mutezile Cahiz, Beyan ve Tebyin s.81-83;
Bağdadi, el Firak Beynel Firak s.15;
İbni Habib Bağdadi, Muhber s.308
İbni Hazm, Fasıl fil Milel ve Nihal 4/186;
El Esfarayani, el Tabsira fiddin s.108;
Şehristani, Milel ve Nihal 2/116-155;
Sem’ani, Enseb 7/24
Neşvan el Humeyri, Hivarul Ayn s.154;
İbni Esir, Ellubab 2/98; Kâmil, 3/144-154
Fahrettin el Razi, İtikâdet Firak el Müslimin vel Müşrikin s.57;
Es Sekseki, el-Burhan;
İbni Teymiye, Mecmu’ul Fetava 4/435, Minhec’ul Sünnetül Nübeviyye
El Ma’laki, Temhid vel Beyan s.54
Zehebi, el Muğni fid Duafa 1/339; Mizan 2/426, İslam Tarihi
2/122-123;
Essafidi, el Vafi bil Vefiyyet s.17-20
İbni Kesir, Bidaye ve Nihaye 7/183;
Kermani, Firak el İslamiyye, s. 34
Şatibi, el İ’tisam 2/197;
Ebil İz El Hanifi, Şerh el akidetü et-Tahaviyye s.578;
Cürcani, Tarifat;
Mukrizi, el Hutat 2/356-357;
Hafız bin Hacer, Lisanil Mizan 3/290;
El Ayni, Akdul Ceman 9/168;
Sefarani, Levamiul Envar 1/80;
İbni S’ad, Tabakat Kübra 3/39
Abdul Aziz bin Veliyullahil Dehlevi, Muhtasaril Tuhfe el İsne Aşeriyye
s.317
Şia kitaplarından bazıları:
El Naşi el Ekber, Meseil el İmame s.23;
El Kami, Mekalet ve Firak s.2;
Nubahti, Firak el şia s.23;
Ebu Hatim el Razi, El zine fil Kelimatil İslamiyye s. 305;
El Keşi, Rical s. 98-99;
Ebu Cafer Saduk bin Babuvi el Kami, Men la Yahdurhül Fıkıh 10/213;
Şeyh el Mufiyd, Şerh Akaidil Sudur s. 257;
Ebu Cafer el Tusi, Tehzibul Ahkam 2/322;
İbni Şehri Aşub, Menakibi âli Ebi Talib 1-227-228;
İbni Ebil Hadid, Şerh Nehcül Belaga 2/99;
Hasan bin Ali el Hilli, Rical 2/71;
İbnil Murteda, Tacul Arus s.5-6;
Erdibili, Cami ul Rivat 1/485;
El Meclisi, Bahrul Envar elcamiatü lidürari Ehbaril Eimmetül Ethar
25/286;
Nimetullah El Cezairi, Envarul Numaniyye 2/234;
Tahir El Alimi, Miratül Envar ve Mişkatül Esrar fi Tefsirul Kur’an s.62;
Memakani, Tenkihul mekal fi ehvalir rical 2/183;
Muhammed Hüseyn el Muzferi, Tarih el Şia s.10;
El Havanseri, Ravdatül Cinan 3/141