Sual: İbni Sebeciler, Peygamber efendimizin mübarek kayınpederi
Hazret-i Ömer’e de âyet-i kerimelere, hadis-i şeriflere rağmen hâşâ kâfir
diyorlar. Daha başka iftiraları varsa da bu iftira yanında onların bir önemi
yoktur. Çünkü bir insan kâfirse onun diğer işlerine bakılır mı?
CEVAP
Hazret-i Ömer (radıyallahü teâlâ anh), Peygamber efendimizin kayınpederidir.
Hazret-i Ali’nin de damadıdır. Hayatta iken ismen Cennet ile müjdelenmiş on
kişiden ikincisi olup, Hazret-i Ebu Bekir’den sonra eshab-ı kiramın en büyüğü,
başka bir ifade ile, Peygamberlerden sonra insanların üstünlükte ikincisidir.
Resulullahın da ikinci halifesidir.
İbni Sebecilerin bu iftirası için, yukarıda birinci ve ikinci maddelerde yeterli
cevap, hâşâ ona dil uzatanların, kâfir diyenlerin kendilerinin kâfir olduklarına
dair yeterli delil vardır. Burada birkaçını tekrar yazalım:
Hazret-i Ömer, Medine'ye hicretle şereflenen, Allah’ın övdüğü muhacirlerden ve
ilk iman edenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime meali:
(Muhacirlerin ve Ensarın önce imana gelenlerinden ve Onların yolunda
gidenlerden Allah razıdır. Onlar da Allah’tan razıdır. Allah, Onlar için
Cennetler hazırladı.) [Tevbe 100]
Hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İşte âyet-i kerime
meali:
(Allah, [Eshab-ı kiramın] hepsine de en güzeli [Cenneti] vaad
etmiştir!) [Nisa 95]
Hazret-i Ömer, ağaç altında söz verenlerden olduğu için Cennetliktir. İşte
âyet-i kerime meali:
(Ağaç altında, sana söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18]
Hazret-i Ömer, Bedir savaşına katılanlardan olduğu için Cennetliktir. İşte Bedir
ehline katılan müslümanların şânı için bir hadis-i şerif meali:
(Bedir savaşına katılan müslümanlar Cennetliktir.) [Dare Kutni]
Hazret-i Ali, Hazret-i Ömer’i çok severdi. Ona kızı Ümmi Gülsümü nikah etti.
Hazret-i Ömer hakkındaki hadis-i şeriflerin çoğunu Hazret-i Ali bildirmiştir.
Hazret-i Ömer de Hazret-i Ali’yi çok severdi. Birbirlerinin dostu idi. İşte
âyet-i kerime meali:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler
ve [hicret eden eshabı] barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar
birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]
Eshab-ı kiramın birbirine karşı çok merhametli olduğunu bildiren bir âyet-i
kerime meali de şudur:
(Muhammed aleyhisselam, Allah’ın Resulüdür ve Onunla birlikte bulunanların
[Eshab-ı kiramın] hepsi, kâfirlere karşı çetin, fakat, birbirlerine karşı
merhametli, yumuşaktır.) [Feth 29]
Hazret-i Ömer, Peygamber efendimizin kayınpederi olmakla, mübarek kızı Hafsa
validemiz de müminlerin annesi olmakla şereflendi. Bu nimet ve şeref vesilesiyle
de Cennetliktir. Bir âyet-i kerime meali:
(Resulullahın zevceleri müminlerin anneleridir.) [Ahzab 6]
Resulullah ile akraba olmak şerefi çok büyüktür. İmanlı olan her akrabası
muhakkak Cennetliktir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim
aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi]
(Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve
bana onların arasından en iyilerini eshab [arkadaş] olarak ayırdı.
Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte,
yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar, [zevce, kayınpeder,
kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba]
olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün
meleklerin ve insanların laneti olsun! Allahü teâlâ, kıyamet günü, bunların
farzlarını ve sünnetlerini kabul etmez.) [Hakim]
(Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını
istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hakim]
(Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ.
Neccar]
Sırf bu hadis-i şerifler bile Hazret-i Ömer’in Cennetlik olduğunu
göstermektedir.
Birkaç hadis-i şerif daha bildirelim:
(Ömer Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, İ. Asakir, Beyheki,
Dare Kutni, Hakim, Ebu Nuaym, İbni Said]
(Benden sonra Peygamber gelmeyecek. Eğer gelseydi, Ömer Peygamber olurdu.)
[Deylemi, İ. Münavi]
(Benden sonra hak, her zaman Ömer iledir.) [Hakim, Taberani, ibni Asakir]
(Allahü teâlâ Ömer’e rahmet etsin, acı da olsa Hakkı söyler.) [Tirmizi]
(Allahü teâlâ, hakkı Ömer’in diline ve kalbine yerleştirdi.) [Tirmizi, Ebu
Davud, İ. Ahmed, Hakim, Taberani, İbni Neccar, İ. Münavi]
(Güneş, Ebu Bekir hariç, Ömer’den daha hayırlı bir kimsenin üstüne doğmadı.)
[Tirmizi]
(Ömer’in Cennette derecesi, Ebu Bekir hariç, ümmetimin hepsinden yüksektir.)
[İbni Mace]
(Her şeyin bir kanadı vardır, bu ümmetin kolu kanadı da Ebu Bekir ve Ömer’dir.
Her şeyin bir kalkanı vardır, bu ümmetin kalkanı da Ali’dir.) [Hatib]
(Allahü teâlâ, namazı, zekatı ve orucu farz ettiği gibi, Ebu Bekri, Ömer’i,
Osman’ı ve Ali’yi sevmeyi de farz etti.) [Vesile]
(Başınıza Ebu Bekir gelince, onu zahid ve ahirete ragıb bulursunuz. Başınıza
Ömer gelince, onu kuvvetli, emin ve Allah yolunda kimseden çekinmez görürsünüz.
Başınıza Ali gelince, hadi ve mühdi olur. Sizi doğru yola götürür bulursunuz.)
[Hakim, İ. Ahmed]
(Sünnetime ve hulefa-i raşidinin yoluna sımsıkı sarılın!) [Buhari]
(Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir, dinde en sağlam olanı Ömer, en hayalısı
Osman, en iyi hüküm vereni ise Ali’dir.) [İbni Asakir, Ebu Ya’la]
(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı şeyleri haber veren keramet ehli
zatlar vardı. Ümmetimin içinde de Ömer onlardandır.) [Buhari]
Hazret-i Ömer, Medine’de hutbe okurken, İran’a gönderdiği ordunun mağlup olmak
üzere olduğunu görüp, kumandana (Ya Sariye arkanı dağa ver) buyurdu. O da, dağa
yanaştı ve zafere kavuştu. (Şevahid)
Resulullah efendimiz ilk üç halife ile Uhud dağına çıktıkları zaman dağ
sallandı. Resulullah buyurdu ki:
(Ey dağ, sallanma! Senin üstünde bir nebi, bir sıddık, iki de şehid [Ömer
ve Osman] vardır.) [Buhari]
Ebu Musa Eşari diyor ki, Medine’de bir bahçede oturuyorduk. Kapı çalındı.
Resulullah, (Kapıyı aç ve gelene, Cennete gideceğini müjdele!) buyurdu.
Kapıyı açtım. Ebu Bekri Sıddık içeri girdi. Kendisine müjdeledim. Hamd eyledi.
Sonra, yine kapı çalındı. Yine (Aç ve müjdele!) buyurdu. Açtım. Ömer
Faruk içeri girdi. Müjdeledim. Allahü teâlâya hamd etti. Yine çalındı. (Aç ve
Cennet ile müjdele ve üzerine musibet geleceğini söyle!) buyurdu. Açtım,
Osman Zinnureyn geldi. Müjdeledim. Hamd eyledi. [Buhari ve Müslim]
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ebu Bekir ile Ömer’i sevmek iman, bunlara düşmanlık küfürdür.) [İbni
Adiy]
(Ya Ali, müşrik olan bazı kimseler sana aşırı bağlılık gösterecek, sende
olmayan şeyleri, sana söyleyecekler ve Ebu Bekir’le Ömer’i kötüleyecekler. Allah
onlara lanet etsin.) [Dare Kutni]
Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’e sövmek küfürdür.
(Hulasa-tül-fetava, Mirat-ı Kâinat)
Allah Resulünün kayınpederi aynı zamanda Hazret-i Ali’nin damadı olan Hazret-i
Ömer’e iftiralar:
1) İbni Sebeciler diyor ki, Hazret-i Ali kızını Ömer’e istemeyerek, zorla verdi.
Yahut Cin perilerinden birinin, Ömer’e aşık olup da, Ümmi Gülsüm şeklinde
görünmesi de olabilir.
CEVAP
Hucec-i katiyye kitabında, Molla başı Ali Ekber ile, Ulemadan Abdullah
Süveydi’nin konuşmalarının sonu şöyle bildirilmektedir: Molla başı dedi ki:
- Eshabın yalnız beşi hariç, ötekilerin hepsi, Hazret-i Ali’yi halife
seçmedikleri için mürted oldu, dinden çıktı.
Cevap olarak dedim ki:
- Hazret-i Ali, kızı Ümmi Gülsüm’ü, Hazret-i Ömer’e nasıl nikah eyledi?
- İstemeyerek, zorla verdi.
- Allah için yemin ederim ki, siz Hazret-i Ali’yi öyle aşağılıyorsunuz ki,
Arapların en alçağı bile, bu kadar aşağılığa razı olmaz. Hazret-i Ali’yi bu
kadar kötülemek, çok alçak bir planın uygulanması için olduğu meydandadır. Allah
bilir ki, Arapların en alçağı, en bayağısı bile ırzını, namusunu korumak için
canını verir. Nerede kaldı ki, bütün Arap kabileleri arasında, soyu, erkekliği,
şerefi, şanı hepsinden yüksek ve üstün olan Haşimoğullarından bir zat ve
dolayısıyla bütün bu kabile böyle bir lekeyi, alçaklığı kabul edebilir mi? En
alçak kimselerin bile razı olmadığı bir işi, Allah’ın aslanı diye, adı bütün
dünyaya yayılan şanlı, şerefli bir kahramana nasıl yakıştırabiliyorsun?
- Cin perilerinden birinin, Ömer’e aşık olup da, Ümmi Gülsüm şeklinde görünmesi
de olabilir.
- Bu söz, öncekinden daha alçaklıktır. Böyle şeyi, akıl nasıl uygun görür. Bu
yola gidilecek olursa, İslamiyet’in bütün emirleri altüst olur. Mesela bir adam
evine gelince, hanımı buna, sen benim kocam değilsin. Sen cinsin diyerek, adamı
eve sokmaz. Adam iki şahit getirse, şahitleri de, insan değildir, cindir diyerek
kovar. Böylece, her ev, her yer karmakarışık olur. Bir katil, bir hırsız, ben o
adam değilim. Sizin dediğiniz kimse, cin olabilir, diyerek, İslamiyet’in emrinin
yapılmasına karşı gelir. Hatta, İmam-ı Cafer Sadık da cin olabilir.
Molla başı şaşırıp sustu. İkinci suali sordum:
- Zalim olan bir halifenin emirleri kabul edilir mi?
- Sahih değildir. Kabul edilmez.
- Hazret-i Ali’nin oğlu olan Muhammed bin Hanefiyye’nin annesi kim?
- Cafer kızı Hanefiyye’dir.
- Bu Hanefiyye’yi esir alan kimdir?
- Ben bilmem.
Halbuki, bildiği halde bilmem diye, sözü kesmek istedi. Orada bulunanlardan
birkaçı, Ebu Bekir’in esir aldığını söylediler.
- Evlenirken dikkatli davranmak lazım olduğunu herkes bilir. Hak üzere imam ve
meşru olarak halife değildir dediğiniz, Ebu Bekir gibi bir zatın esir eylediği
bir cariyeyi nikah edip, bundan çocuk yapmayı, Hazret-i Ali, nasıl caiz gördü?
- Belki, Hazret-i Ali bunun kendisine hediye edilmesini, yakınlarından istedi.
Bunlar da, cariyeyi kendisine nikah etmiş olabilirler.
- Belki ile, zan ile hüküm verilmez.
Molla başı hiçbir şey diyemedi. (Hucec-i katiyye)
2) İbni Sebeciler, Müta (yani avrat kiralamak) helaldi, Ömer bunu kendi
ictihadı ile yasak etti. Ömer avrat kiralamayı yasak etmeseydi, pek az kişi zina
ederdi diyorlar.
CEVAP
Mütayı Hazret-i Ömer yasak etmedi, Resulullahın yasak ettiğini, Onun
yasakladığı şeyi yaptırmayacağını söyledi. Eshab-ı kiramın hepsi, halifenin bu
sözünü destekledi. Hiçbiri buna muhalefet etmedi ve icma hasıl oldu. Şimdi
mütanın ne olduğuna, dinimizdeki yerine bakalım:
Müta, dört mezhepte de haramdır, bâtıldır. Müta, şahitsiz olarak bir kadına
belli para verip, belli zaman için [mesela bir saat, bir gün, on sene] beraber
yaşamayı sözleşmek demektir. Mütanın haram olduğunu bütün Ehl-i sünnet âlimleri
icma ile bildirdi. (Mizan-ül-kübra, İbni Abidin)
Mütanın haram edildiğini bildiren hadis-i şerif, Buhari, Müslim, Tirmizi ve
Muvatta’da yazılıdır. Bunu haber verenlerden biri de Hazret-i Ali’dir. İbni
Sebecilerin, müta için Hazret-i Ömer’in ictihadı demeleri de, çok yanlıştır.
Çünkü, Eshab-ı kiramdan hiçbiri buna muhalefet etmedi ve icma hasıl oldu.
Fetava-yi Hindiyye’de diyor ki: (Ücret karşılığı zina yapan fahişeye [genel
evdeki kadına], İmam-ı a’zama göre had vurulmaz. İkisi de şiddetli tazir olunur
ve tevbe edinceye kadar hapis olunur. İmameyne göre, ikisine de had cezası
yapılır. Müta yapana da fahişe gibi had vurulmaz.) Fakat zinanın had cezası
yapılmayan kısımları da haramdır. (Berika)
Tefsir ve fıkıh kitapları diyor ki: Nisa suresinin (İstimta ettiğiniz
kadınların ücretini verin) mealindeki 24. âyeti, müta için değil, nikahtaki
mehir parasını vermek içindir. Beydavi tefsiri bu âyeti açıklarken buyuruyor ki:
(Bu âyet, sahih olan nikahı bildiriyor, mütayı bildirmiyor. Mehir parasını
emrediyor. Müta, önce mubahtı, sonra yasak edildi.) [Şeyhzade tefsiri c.2,
s.26]
Büyük âlim Burhaneddin-i Mergınani’nin Hidaye kitabının şerhi olan İnaye
kitabında, Mevlana Ekmelüddin buyuruyor ki: Müta bâtıldır. Abdullah ibni Abbasın
bildirdiği gibi, müta önceleri mubah idi. Fakat, hadis-i şerif ile, bunun yasak
edildiğini, Eshab-ı kiram söz birliği ile bildirmektedir. Muhammed ibni Hanefiye
dedi ki: (Babam imam-ı Ali buyurdu ki Hayber kalesi alındığı gün, Resulullah
mütayı yasakladı. Eshab-ı kiramdan Rebi bin Meysere buyuruyor ki: “Hayber’i feth
ettiğimiz gün, Resulullah, mütayı, üç gün helal etti. Ben, amcamla bir kadının
kapısına geldik. Gayr-i müslim bir kadın kapıya çıktı, beni içeri aldı. O gece
orada kaldım. Sabah olunca, Resulullahın sokaklarda, (Ey Müslümanlar,
Resulullah müta nikahını yasak etti) diye ilan ettirdiğini duydum. Hepimiz
mütadan vazgeçtik.”
Resulullah, hayatta iken, mütayı yasak ettiğini, Eshab-ı kiram, icma ile
bildirmektedir. İcma, âyeti ve hadisi değiştirmez, âyetin ve hadisin
değiştirildiğini haber verir.
Cabir bin Zeyd diyor ki: Abdullah İbni Abbas da, ölmeden önce, mütanın yasak
edildiğini söyledi. Böylece, icma hasıl oldu. İmam-ı Malik, Muvatta’da Hazret-i
Ali’nin bildirdiği hadis-i şerifi yazmaktadır. Hazret-i Ali buyurdu ki: (Hayber
kalesini aldığımız gün Resulullah eşek eti ile mütayı yasak etti.) [İnaye s.
231]
İbni Mace’nin bildirdiği hadis-i şerifte, Hazret-i Ömer’in, (Fahr-i alem
mütayı, üç kere helal, üç kere de haram etti. Vallahi, evli birinin, müta
yaptığını işitirsem, onu recm eder, İslamiyet’in emrini yerine getiririm)
demesi, mütayı Hazret-i Ömer’in yasak ettiğini değil, Resulullahın yasak
ettiğini, Onun yasakladığı şeyi yaptırmayacağını gösteriyor. Eshab-ı kiramın
hepsi, halifenin bu sözünü destekledi. İbni Abbas hariç, hiç kimse tarafından
itiraz olunmaması da, bunun önceden yasak edilmiş olduğunu herkesin bildiğini
göstermektedir. Hazret-i Ali, Abdullah ibni Abbas’a, (Sen yanılıyorsun, Fahr-i
alem, mütayı yasak etti) dedi. İmam-ı Ali’nin bu sözü üzerine, İbni Abbas da,
sözünden dönmüş, mütanın sonradan haram edildiğini söylemiştir. (Buhari)
Müta ve muvakkat nikah bâtıldır
Büyük hadis âlimi, Süleyman bin Ahmed Taberani ve Süleyman bin Davud
Tayalisi buyuruyor ki:
Said bin Cübeyr bildiriyor: Abdullah ibni Abbas’a dedim ki:
(Ben, hiçbir zaman, mütaya helal diyemem. Siz de, helal dememeli idiniz. Çünkü,
böyle demekte ne gibi zararlar doğacağını biliyor musunuz? Sizin böyle, caiz
demeniz, her yere yayılır da, herkes, bu sözünüzü, müta helal imiş diye, vesika
olarak kullanabilir.)
Abdullah ibni Abbas şöyle cevap verdi:
(Bu sözümle, mütanın, her zaman herkese helal olacağını bildirmek istemedim.
Ancak, zaruret olunca, zararı gidermek için caiz olur, dedim. Allahü teâlâ,
zaruret olunca, zararı giderecek kadar leş, kan, domuz eti yemeye izin verdiği
kadar, mütanın da caiz olacağını düşünerek söyledim.)
Demek ki, icma hasıl olmadan önce Abdullah ibni Abbas da, müta her zaman,
herkese caizdir dememiş, her haram olan şeyler gibi, zaruret olursa, zararı
giderecek kadar caiz olur demiştir. Hadis âlimi İmam-ı Beyheki, Abdullah ibni
Abbas’ın daha sonra bu sözden döndüğünü açıkça bildirmektedir.
Abdullah ibni Abbas buyurdu ki:
Müta önce helal idi. Fakat, Nisa suresinin, (Ananız, bacınız, kızınız ......
size haramdır) mealindeki 23. âyeti geldikten sonra, haram edildi.
(Taberani, Beyheki)
Müminun suresinin (Müminler, zevcelerinden ve cariyelerinden başka olan
kadınlardan sakınırlar) mealindeki 6. âyeti, mütanın haram edildiğini açıkça
gösteriyor. Çünkü, bu âyetten yalnız zevcelerin ve cariyelerin helal olup,
başkalarının haram olduğu pek açıktır. Kendisine zevce de, cariye de
denilemeyen, müta yapılmış bir kadınla buluşmanın helal olduğunu iddia etmek,
Kur’an-ı kerimin açık olan emrine karşı durmak olur. Mütacı kadın bir erkeğe
vâris olmaz. Bu kadının, bu erkekten olan çocuğu da, bu adama vâris olmaz. Öyle
ise, bu kadın zevce değil, cariye de değildir. Resulullah efendimiz Eshab-ı
kirama buyurdu ki:
(Ey Müslümanlar, müta nikahına izin vermiştim. Fakat, şimdi bunu, Allah haram
etti. Kimin yanında böyle kadın varsa, bıraksın ve ona verdiği malı geri
almasın!) [Müslim, İbni Mace]
Mütanın haram olduğunu, Hazret-i Ali başta olmak üzere, birçok Sahabi
bildirmiştir. Hazret-i Ali, Abdullah ibni Abbas’a buyurdu ki: Resulullah, Hayber
gazasında, müta ile eşek etini yasak etti. (Buhari)
Yine Buhari ve Müslim’deki hadis-i şerifte Resulullahın, mütayı üç kere helal,
sonra, üç kere de haram ettiği bildirilmektedir. Müta dört mezhepte de bâtıldır.
(Mizan-ül-kübra)
Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Muvakkat [geçici] nikah
haramdır.) [İbni Kani’]
Mütacı İbni Sebeciler: (Her şey aslında mubahtır. Yasak olmaları için âyet veya
hadis gerekir) diyerek mütanın mubah olduğunu söylüyorlar. Bu sözün nikah ile
ilişiği yoktur. İlme [dine] uymayan bir safsatadır. Çünkü Bekara suresinin,
(Allah, yeryüzündeki her şeyi sizin için yarattı) mealindeki 29. âyeti,
yiyecek, içecek ve giyecek maddelerinin hepsi helal olup, ancak âyet-i kerime
veya hadis-i şerif ile istisna edilenler haram olur. İnsanların nefslerine ve
ırzlarına dokunmanın haram olduğunu bu âyet göstermektedir. Ancak, istisna
edilenler haramlıktan kurtulup helal olur ki, bu da, sahih nikah ile almaktır.
(Elmalılı tefsiri s. 1328)
Şimdi, Hazret-i Ömer’e dil uzatan İbni Sebe’nin kitabına cevap verelim:
İbni Sebe, Kur’an ve Sünnete Göre Müta isimli eserinde, Ehl-i sünnetin dört
hak mezhebine, eshab-ı kirama ve İslam’ın iki göz bebeğinden biri olan Hazret-i
Ömer’e kinli boğa gibi saldırmaktadır. Müta zinasını hararetle savunuyor.
Hazret-i Ömer’in, Resulullahın yasakladığını bildirmesine ateş püskürüyor.
Bizzat Ömer yasakladı bunu diyor. Hazret-i Ömer ile Ehl-i sünnetin bunda ne
menfaatleri vardır ki suçlanıyor? Hani dünya menfaati olsa çıkarını düşündü diye
iftira edilebilir. Ama zinayı yasaklamasında ehl-i sünnetin ne yararı var ki?
Hazret-i Ömer veya Ehl-i sünnet niye mubah olan bir şeyi yasaklasın ki? Bu,
nakle olduğu gibi akla da aykırıdır. İbni Sebe (Ehl-i sünnetin anladığı müta
bizimkinden farklıdır) diyerek şunları bildiriyor:
1- Mütada tarafların rızası şarttır diyor.
CEVAP
Zinada da karşılıklı rıza yok mu? Karşılıklı rıza olması mütanın caiz
olduğunu mu gösterir?.
2- Biri teklif edecek öteki de kabul edecek diyor.
CEVAP
Sanki bu zinada yok mu? İcab ve kabulün bulunması mütayı meşru kılmaz.
3- Anne bacı gibi yakını olmamalı diyor.
CEVAP
Zaten zina eden de anne bacı gibi yakını ile zina etmez. Bu da, mütanın
meşru olduğunu göstermez.
4- Müslüman veya kitap ehli kadın olmalı diyor.
CEVAP
Zinada da bu olabilir. Bu hüküm onun meşru olmasına delil olamaz.
5- Ücret ve süre belli olmalı diyor.
CEVAP
Genelevde de ücret ve süre bellidir. Ücret ve sürenin belli olması mütayı
meşru kılamaz.
6- İlişkiden sonra kadın ücreti hak eder diyor.
CEVAP
Genelevde de böyledir.
7- Vaty olmaması gibi şart konabilir diyor.
CEVAP
Böyle bir şart koymakla müta meşru olmaz.
8- Şahit şart değildir diyor.
CEVAP
Zinada da şahit olmaz. Hemen dip not inerek, Malikilerde şahitsiz nikah caiz
diyor. Bektaşi gibi devamını söylemiyor. Ama Malikilerde velinin izni ile
birlikte ilan da şarttır, yani falanca ile filanca evlenmiştir diye herkese
duyurmak şart. Mütada olduğu gibi iş bitince çekip gitmez.
9- Mütada kendi rızaları yeterli diyor.
CEVAP
Bu mütayı nasıl mubah kılar ki? Zinada da, kumarda da iki tarafın rızası
olur. Nikahta da üç hak mezhepte yani Maliki, Şafii, Hanbeli mezheplerinde
velinin izni de şarttır. Hangi yönden bakılsa, müta zinadır.
10- Bir kusur için mütaya son verilebilir diyor.
CEVAP
Zina edecek kimse de Nataşada AIDS, frengi gibi bir hastalık tespit ederse
onunla zina etmez. Bu mütayı nasıl meşru kılar ki?
11- Mütada boşama yoktur diyor.
CEVAP
Zinada da böyledir Ortada nikah yok ki boşama olsun.
12- Mütada miras yok diyor.
CEVAP
Yani mütacı, kiralık kadınla birlikte iken kalbden ölse, kadın mirasa
konamaz. Zinada da miras yoktur. Miras normal nikahta geçerlidir.
13- Mütada neseb hükümleri var diyor.
CEVAP
Bu tamamen yalan. Hiçbir kaynağı yoktur. Eshabdan müta caiz iken müta
yapanlar akşam kadın ile beraber olur, sabah elveda der çekip giderlerdi. Ertesi
gün bir başkası gelip o kadınla birlikte olurlardı. Yani bir kadın bir ayda 30
erkekle müta yapabilirdi. O zaman bir çocuk olsa, bu 30 erkekten hangisinden
olduğu nasıl bilinecek de miras sahibi olacaktır? Böyle yalanlarla müta
zinasının meşru olduğu ispata çalışılmaktadır. Diyelim ki kadın gözetim altına
alındı, kimse ile müta yaptırılmadı, birkaç ay sonra gebeliği meydana çıktı.
Çocuğun nesebi de böylece tespit edildi. Şimdi bu müta caiz mi olur?
14- İbni Sebe mütada iddet vardır diyor.
CEVAP
Hiçbir kaynakta iddet yoktur. Kendisi de uydurma olsun bir kaynak
yazmamıştır. Çünkü bir kadın, mütadan sonra başkası ile müta yapabiliyor, zaman
sınırı yok. İddet nereden çıkıyor ki? Mütayı meşru sayabilmek için uydurulmuş
koskoca bir yalan.
15- Müta hükümlerini tarafların bilmesi gerekir aksi takdirde onlara izin
verilmez diyor.
CEVAP
Müta şahitsiz yapılıyor, kimden izin alacaklar ki? Sanki Ehl-i sünnet mütayı
bundan farklı biliyormuş. Bu şekilde olan müta zinadır. Resulullah haram etmiş,
Hazret-i Ömer de bunu çok kimse bildiği için, Resulullahın emrine uygun olarak
yasaklamıştır. Böylece icma hasıl olmuştur. Zaten kendisi de, imamiyye dışında
bütün fukahanın icması olduğunu bildirmektedir.
Ehl-i sünnetin dört mezhebi yani bütün âlimler, (Mütaya önce izin verildi sonra
haram edildi) buyuruyorlar. İbni Sebe Ehl-i sünnetin icmasına ateş püskürerek
diyor ki: (İcma var demek, korkunç ve dehşet verici bir itirazdır. Bu itirazı
yapanlar, Allah ve Resulünün bir zamanlar zinaya izin verdiğini mi söylemek
istiyorlar?)
CEVAP
İbni Sebe, bir zamanlardan galiba haberi yok. Bir zamanlar içki içilmiyor
muydu, faiz alınıp verilmiyor muydu, açık saçık gezilmiyor muydu? Bunlar
yasaklandıktan sonra artık vazgeçilmedi mi? Önceki halleri için, Allah bir
zamanlar içkiye, faize, tesettürsüzlüğe izin verdi mi denir? İçki ve kumar
hakkında iki âyet meali şöyledir:
(İçki ve kumarı soranlara de ki: ”İkisinde hem büyük günah ve hem insanlara
bazı faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür.) [Bekara 219]
(Şeytan içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan
ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçin!) [Maide 91]
İçki ve kumar haram edilmeden önce, günah değildi, öyle değil mi? Faiz de öyle
değil miydi? Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra Rabbinden gelen öğüde uyup da,
faizden vazgeçenin geçmişteki günahları affedilir, yediği faizler geri alınmaz.
Helal diyerek tekrar faize dönenler ise, Cehennemliktir ve orada ebedi
kalırlar.) [Bekara 275]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Hükümsüz kıldığım ilk faiz, amcam
Abbas’ın faizidir. Faizlerin hepsi hükümsüzdür.) [Müslim]
Faiz haram edilmeden önce, Hazret-i Abbas haram işliyordu denebilir mi?
Kız kardeşle evlenmek caiz midir? Elbette caiz değildir. Peki Allah ve Onun
resulü Hazret-i Âdem, bunu emrettiği zaman zinaya mı izin verildi? Hüküm
Allah’ındır. Bugün haram der ertesi gün helal eder, bugün helal der, yarın haram
eder. Buna hangi Sebeci karışabilir ki?
İç yağı Yahudilere haram idi. Sonra helal etti. Yani Allah dilediğini yapar. O
helal dediği zaman helaldir, haram dediği zaman haramdır. Mütayı da, daha önce
mubah etti, sonra haram etti. Daha öncekine zina demeye kimin hakkı var ki?
Allah’ın emrini bildirmek niye korkunç ve dehşet verici bir itiraz olsun ki?
Ehl-i sünnet âlimleri hiç dine aykırı bir şey yaparlar mı?
İbni Sebe’nin sorularına cevaplar
Aklı başında olan hiç kimse mütayı reddetmez diyor.
CEVAP
Demek ki bütün ehl-i sünnet âlimleri, dört hak mezhep mensuplarının aklı
başında değil öyle mi? İbni Sebe’nin aklı başındadır, kasten İslam’ı yıkmak
için, zinayı meşrulaştırmak için bunu yapıyor. Zinadan uzak durmak isteyenleri
de aklı başında değil diye suçluyor.
Ehl-i sünnetin ileri sürdüğü itirazların hepsi boş ve çürüktür diyor.
CEVAP
Ehl-i sünnetin bildirdiği âyet ve hadislere boş çürük diyebilmek için
mutlaka müta sarhoşu olması gerekir! Yoksa namuslu bir ilim adamı milyonlarca
ehl-i sünnet âlimine böyle çirkin ifadeler kullanamaz. İbni Sebe’nin müta
sarhoşu olduğu bu sözlerinden de anlaşılmaktadır.
Bir kadın, gayri müslim bir erkekle evlenmek istese, nikahın bütün şartları
mevcut olsa, yine bu nikah caiz olmaz. Yani Müslüman kadın gayri müslimle
evlenemez. Bunun gibi şartlarının bazıları tutsa bile, mütanın caiz olması
gerekmez.
Biz ahlaksız (fahişe) kadınlarla mütayı hoş karşılamayız diyor.
CEVAP
Yani uygun ama hoş karşılanmıyormuş. Bununla mütanın mubah olduğu mu
anlatılmak isteniyor? Hem 10-15 dakikalığına, saatliğine veya günlüğüne müta
yapan, mesela 30 günde en az 30 ayrı mütacı ile birlikte olan kadın, nasıl
ahlaklı olur? Namuslu bir kadın bile bu yolla fahişe olur.
İbni Sebe diyor ki: Hanefilerden Kaşani’nin, bu âyet mütayı bildiriyorsa mensuh
sayılır demesi, islami hassasiyetin (!) ifadesidir.
CEVAP
(!) işareti dalga geçmeyi gösterir. Yani İslami hassasiyeti yok, aman ne de
hassasiyet demektir. Bir İslam âlimi ile böyle dalga geçmek ancak Sebecilere has
bir taktiktir.
İbni Sebe mütanın helal olduğu zamanki hadis-i şerifleri bildiriyor, (Hazret-i
Cabir, müta helal idi, fakat sonra Ömer bunu bize yasakladı. O yüzden bir daha
yapamadık) dediğini yazıyor.
CEVAP
İbni Sebe, bize yasakladı dedirirken sanki Hazret-i Ömer’in kendisine
serbest idi intibaını vermeye çalışıyor. Bir kere Hazret-i Ömer mubah olan şeyi
nasıl yasaklar ki? Diyelim ki yasak etti. Kur’an-ı kerimde (Kâfirlere karşı
şiddetli ve birbirlerine karşı merhametli), (ve küllen vaadallahü hüsna)
buyurulan yani (Hepsi için Hüsna [Cennet] söz verilen) eshab-ı kiram, hâşâ odun
muydu, robot muydu, dilsiz şeytan mıydı, niye sustular? Hazret-i Ali hilafete
geçince niye mütayı serbest bırakmadı? Hazret-i Ömer mezardan çıkacak diye
korkuyor muydu yoksa? Hâşâ Hazret-i Ali korkak birisi mi idi? Bu ne rezalet?!
Hazret-i Cabir, (Bize yasakladı, biz de yapmadık) demiş. Hazret-i Cabir o kadar
korkak mıydı? (Sen bize Allah ve resulünün helal kıldığı şeyi nasıl
yasaklıyorsun?) diyemedi mi? Hem Hazret-i Ömer Allah’ın emrettiği bir şeyi niye
yasaklayacak ki? Bunda ne menfaati olacak ki? Âyetle ve hadislerle Cennetlik
olan Hazret-i Ömer’e bu ne çirkin iftira böyle? Biz de yapmadık ifadesinden,
haram olduğunu biz de anladık artık bu işten elimizi çektik demektir. Başkaları
hâşâ müta yapıyordu da Hazret-i Cabir niye yapamadı? Demek ki haram olduğunu
bildiren hadis-i şerifi duydu ki artık yapmadık diyor. Hâşâ Hazret-i Ömer’den
bütün eshab korkuyordu diyelim, onun Sebeci bir Yahudi tarafından şehid
edilmesinden sonra niye serbest edilmedi? İmam-ı a’zamlar, imam-ı Şafiiler,
imam-ı Malikler, imam-ı Ahmed bin Hanbeller de mi korktu? Onlar niye haram
dediler?
Birbirlerini çok seven insanlar
İbni Sebe diyor ki: Mütanın ravisi Mutarrif, ehl-i sünnete göre, Buhari ve
Müslim’in ortak ravilerinden çok itimat edilen kimse ise de, bizce o sabıkalı
bir ravidir. Zira İmam-ı Ali’ye nefret dolu olduğu biliniyor. Allah’ın resulü de
Ali’ye yalnız münafıkların buğzedeceğini haber veriyor. Resulullahın münafık
dediği kimsenin rivayetine değer verilir mi?
CEVAP
Burada müthiş iftiralar yapılıyor. Hâşâ Ehl-i sünnetin iki büyük İmam-ı
Buhari ve İmam-ı Müslim, bir münafığın rivayetini esas alıyorlarmış. Ehl-i
sünnete göre bu münafık çok itimat edilen kimse imiş. Bu ne çirkin iftira böyle?
Hazret-i Ali’ye nefret duyduğu ifadesi ne büyük yalan? Farklı ictihadlar kin ve
nefret mi? Hazret-i Ali ile savaşan eshab-ı kiram için, nefret dolu idi mi demek
lazım? Zaten İbni Sebecilere göre eshabın beşi hariç, hepsi mürteddir,
münafıktır! Çünkü Hazret-i Ali’yi halife seçmediler, ona kin ve nefret duydular.
Ama Allahü teâlâ, eshab-ı kiram için ne buyuruyor?
(Onlar birbirine karşı çok merhametli) buyuruyor. (Feth 29)
(Onlardan razıyım, onlara Cenneti hazırladım) buyuruyor. (Tevbe 100)
(Ve küllen vaadallahü hüsna [Hepsi için Hüsnayı [Cenneti] söz verdim]
buyuruyor. (Hadid 10)
İbni Sebe diyor ki: Ömer dedi ki: Kur’an ve Sünnette olduğu halde, hac mütasını
yasaklıyorum.
CEVAP
Hazret-i Ömer gibi, eshab-ı kiramın en üstünlerinden olan büyük zata bu
iftirayı ancak bir Sebeci yapabilir. Dört mezhep âlimleri bildiriyor ki:
Hazret-i Ömer Müta haccını yasaklamadı. Mekkeliler için, ifrad haccı daha
sevaptır buyururdu. Haccın birçok nüsükünde, dört mezhep arasında da ihtilaflar
vardır. Bunlar ictihad ayrılıklarıdır. İctihad ayrılıkları bid’at değildir.
Resulullahın haccı nasıl yaptığını, Eshab-ı kiram, bütün ayrıntıları ile haber
verdiler. Bazı işleri ne niyetle yaptığını anlamakta ihtilaf olmuştur. Şafii ve
Maliki, Resulullahın haccı, (İfrad) idi dediler. Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman
da bunu söylemişlerdir. (Kurret)
Eshab-ı kiramın hepsi Cennetlik ama Hazret-i Ömer, Ebu Bekri Sıddık hariç,
hepsinden daha üstündür. Âyet ve hadisler övülen en güzide bir sahabidir. Allahü
teâlâ buyuruyor ki:
(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlar, fetihten sonra
mal veren ve savaşanlardan daha üstündür.) [Hadid 10] (Hazret-i Ömer
fetihten önceki sahabilerdendir.)
(Muhacirlerin ve Ensarın önce gelenlerinden ve bunların yolunda gidenlerden
Allah razıdır. Bunlar Cennette sonsuz kalırlar.) [Tevbe 100] (Hazret-i Ömer,
bu muhacirlerin başta gelenlerindendir.)
(Ağaç altında, söz veren müminlerden, Allah razıdır.) [Fetih 18] (Hazret-i
Ömer söz verenlerdendir.)
Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim
aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi] (Resulullah,
Hazret-i Ömer’in kızı Hazret-i Hafsa ile evlendi)
(Benden sonra Peygamber gelseydi, Ömer Peygamber olurdu.) [Tirmizi]
Hazret-i Ali’yi sevmeyen var mı?
İbni Sebe, rafizi rivayetlere dayanarak diyor ki: Hazret-i Ali, (Ömer mütayı
yasak etmeseydi, pek az kişi zina ederdi) demiştir.
CEVAP
Kesinlikle aslı olmayan uydurma bir rivayettir. Hâşâ Hazret-i Ali, iktidara
geçince, insanların zina etmeye devam etmesini mi istedi de müta zinasını
serbest bırakmadı? Hazret-i Ali’ye bu iftirayı yapanlar, kendisi buna
iktidarında göz yumduğu için zinayı teşvik etti demek istiyorlar. Yani, Hazret-i
Ömer’in vefatından sonra kendisi halife iken, mütanın meşru olduğunu niye ilan
edip herkese duyurmadı? Duyurdu da Ehl-i sünnet hâşâ Hazret-i Ali’ye düşman
olduğu için, biz müta yapmayız mı dedi? Bu rafizi rivayetlerinin yalan olduğu
her yönü ile bellidir.
İbni Sebe diyor ki: Ehl-i sünnete göre, İmam-ı Ali İbni Abbas’ı mütaya cevaz
verdiği için ikaz ediyor ve Hayber hadisini okuyor. Halbuki İbni Abbas, ömür
boyu mütaya cevaz veren seçkin bir sahabidir.
CEVAP
Hazret-i Ali, İbni Abbas’ı ikaz ediyor, (Evet Resulullah daha önce mütaya
cevaz vermişse de, sonra bunu haram kıldı) buyuruyor. İbni Abbas, onun
bildirdiği bir hadise niye karşı çıkacak ki?
Seçkin olmayan sahabi var mı? Allah hepsi Cennetlik buyurmuyor mu? Cennetlik
olmak seçkin olmak değil mi? İbni Abbas seçkin de Hazret-i Ömer seçkin değil mi?
Üç halife seçkin değil mi?
Ehl-i sünnetin bildirdiğine göre İbni Abbas, daha sonra gerçeği öğrenince
görüşünden vazgeçiyor. Rafızi görüşlerini esas alıp da, ehl-i sünnetinkileri yok
saymak Sebecilere mahsus bir Yahudi taktiğidir.
İbni Sebe diyor ki: Hayber hadisini nakleden ez-zühri, Ehl-i sünnete göre, sika,
sağlam bir hadis hafızı, rivayetlerine güvenilen birisi ise de, biz o görüşte
değiliz.
CEVAP
Bu iftirasına da, İbni ebil Hadid gibi rafiziyi de senet gösteriyor.
Sebecilerin o görüşte olmaları ne yazar ki? Zaten biz onların görüşünde olsak
idik, biz de Sebeci, rafizi olurduk. Biz Resulullahın sünnetine uyan, Ehl-i
sünnetiz. Biz ne sadece Hazret-i Ali’nin şiasıyız, ne de sadece Hazret-i Ömer’in
şiasıyız. Biz Resulullahın şiasıyız, yani bütün eshab-ı kiramın şiasıyız..
Resulullahın sünnetine tâbiyiz. İşte bundan dolayı bize Ehl-i sünnet denildi.
Şia taraftar demektir. Hazret-i Ali’nin şiasıyız diyerek, eshab-ı kirama kin ve
nefret beslemek âyetleri inkârdır. Hıristiyanların Hazret-i İsa’yı seviyoruz
diyerek Resulullahı inkâr etmeleri nasıl bâtıl ise, Hazret-i Ali’yi seviyoruz
diyerek Eshab-ı kirama kin beslemek de bâtıl bir yoldur. İbni Sebecilerin
Hazret-i Ali’yi seviyoruz demeleri, Hıristiyanların İsa’yı seviyoruz demesine
benzer. Taşkınca severek, Ona, ilah diye tapınıyorlar. Halbuki, Hazret-i İsa
böyle sevgi istemiyor. Hariciler Hazret-i Ali’ye düşmanlık etti, rafiziler de
onu aşırı sevdi. İmam-ı Ahmed İbni Hanbel, imam-ı Ali’den şu hadis-i şerifi
haber veriyor: Resulullah buyurdu ki:
(Ya Ali, sen İsa gibisin! Yahudiler, Ona düşman oldu. Mübarek annesine iftira
ettiler. Hıristiyanlar da, Onu aşırı yükselttiler. Ona yakışan dereceden daha
yukarı çıkardılar. Allah’ın oğlu dediler.) [İ. Ahmed]
Hazret-i Ali bu hadis-i şerifi haber verdikten sonra, (Benim yüzümden iki türlü
insanlar helak oldu. Birisi, beni aşırı severek, bende olmayan şeyleri bana
takarlar. Ötekiler de, bana düşman olup, birçok iftira yaparlar) buyurdu. Bu
hadis-i şerif, haricileri, Yahudilere, Eshab-ı kirama düşmanlık eden rafizileri
de Hıristiyanlara benzetmektedir.
İbni Sebe âlimlere saldırıyor
İbni Sebe, El- Cessas gibisi uydurmaya dayandığı için cidden ayıp etmiştir,
diyor.
CEVAP
Cessas, İbni Sebe gibi söylemediği için ayıp ediyor. Dört mezhebin bütün
âlimleri, müta zinasına hayır dedikleri için ona göre ayıp ediyorlar. Ayıp
etmeyen tek ehl-i sünnet âlimi yoktur. Ne günlere kaldık ya Rabbi, “avrat
kiralayanlar” ayıp etmiyor da, Ehl-i sünnet âlimleri ayıp ediyor! Aynı sayfada
“Senet bakımından berbat bir rivayet” diyor. Rafizilerinki berbat değil de Ehl-i
sünnetinki berbat öyle mi?
İbni Sebe diyor ki: İbni Hacer Askalani bile büyük bir bunalım ve zorlama
içinde.
CEVAP
İbni Sebe’ye göre Ehl-i sünnet âlimleri içinde hiçbir tane insaflı, bunalım
içinde olmayan, zorlama içine girmeyen kimse yoktur.
İbni Sebe, Zeydiye’den mezhepsiz Şevkani’yi delil gösterip diyor ki: Önce insafa
geliyor, akıl mantık çerçevesinde düşünüyor. Ancak bir de bakıyor ki, asırlardır
kendine öğretilenlerle çelişecek. Hemen toparlanıyor. Gözünü kırpmadan
gerçekleri inkâr ediyor. Taassup işte böyledir.
CEVAP
Gerçekleri inkâr edene ve İbni Hacer Askalani hazretlerine iftira edene
Allah lanet etsin. Bu büyük zat, İbni Sebeci mi de gerçekleri inkâr etsin?
Sebecilere göre gerçekleri inkâr etmeyen tek ehl-i sünnet âlimi yoktur. Çünkü
hepsi müta zinasına, avrat kiralamaya haram demiştir. Öyle ise onların insafı
yoktur, gerçekleri inkâr ediyorlar. Vehhabiler, mezhepsizler Ehl-i sünnet
âlimlerine taassup ehli diye saldırıyorlar. İbni Sebeciler de aynı alçaklığı
yapıyorlar.
İbni Sebe diyor ki: Doğuştan gelen bu duygu, cinsel arzu, şöyle ya da böyle
[helal veya haram yoldan] mutlaka karşılanacaktır.
CEVAP
Aynı cümleyi yiyip içmek için de kullanmak gerekir: Doğuştan gelen bu duygu,
yiyip içme arzusu, şöyle ya da böyle [helal veya haram yoldan] mutlaka
karşılanacaktır. Helal yol dururken bu ihtiyaçları niye haram yoldan
karşılanması savunulur ki? Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Nikah, sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan benden değildir. Evlenin. Zira ben,
sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı iftihar ederim. Gücü yeten evlensin.
Evlenemeyen oruç tutsun. Zira oruç bir enemdir.) [İbni Mace]
İbni Sebeci, Resulullahın bu sözü ile alay ederek diyor ki: Genç delikanlının
cinsel duyguları bastırıyorsa bunu, oruç tutmakla avutamazsınız.
CEVAP
Önlenmesi zor bile demiyor, avutamazsınız demekle, Resulullah ile alay etmiş
oluyor.
İbni Sebe akli delilleri sıralıyor: Kadınlar erkeklere göre daha çok fazladır.
Bir kadını ömür boyu kumalığa mahkum edemezsin diyor.
CEVAP
Kumalık kötü mü? Resulullah niye kuma olacak hanımlarla evlendi? O kadar
kadınla niye evlendi? Hâşâ bir tanesi ile müta yapardı.
İbni Sebe diyor ki: Mütaya haram diyenlerin başında Ehl-i sünnet gelir. Tamamı
bu görüştedir. Mutezile ile [şiilerden] Zeydiye ve zahiriler de aynı görüşü
paylaşıyor.
CEVAP
Bid’at fırkaları bir tarafa, Ehl-i sünnetin tamamı haram diyorsa haramdır.
Mütada talak ve miras yoktur
İbni Sebe, mütada talak, miras yok diyen Ehl-i sünneti demagoji yapmakla
itham ediyor. Müslümanla evlenen gayri müslim kadın da miras alamaz diyerek
mütaya meşruluk arıyor.
CEVAP
Dinimiz, kitap ehli kadınla evlenmeye izin veriyor, ama miras alamaz diyor.
Bu ayrı bir hüküm, istisnai bir durumdur. Müslüman kadının namaz kılma
zorunluluğu vardır, içki içemez. Ama Müslüman erkekle evli Hıristiyan kadın,
namaz kılmaz, içki de içer, domuz da yer, kiliseye de gider. Bunlar ayrı bir
hükümdür. Gayri müslim kadın miras alamaz ama, bu adamdan olan çocuğu miras
alır. Müta caiz iken bile, mütacıdan doğan çocuğu da miras alamazdı.
Mütada nikah olmadığı için boşama da yok, kiralama var. Kira süresi sona erince
kendiliğinden ayrılırlar. Halbuki nikahta boşama vardır. İşte bir âyet-i kerime
meali:
(Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın.)
[Talak 1]
Boşama olmayınca nikah da yoktur, iddet yoktur. Çünkü müta meşru değildir.
İbni Sebe diyor ki: Hazret-i Âişe’nin mütanın caiz olmadığını söyleyip,
ardından, Müminun suresinin (Müminler, zevcelerinden ve cariyelerinden başka
olan kadınlardan sakınırlar) mealindeki 6. âyeti okuduğu rivayeti de
suludur. Böylece onu Allah’a ve Resulüne iftiracı veya ne dediğini bilmez
konumuna iteceksiniz. Yahut bu rivayetin uydurma olduğunu söyleyip duvara
çarpacaksınız.
CEVAP
Görüldüğü gibi, mütacı, Ehl-i sünnet âlimlerinin nakillerine “sulu” tabirini
kullanıyor, duvara çarpılacak rivayet diyor. Bütün Ehl-i sünnet âlimleri yalan,
iftira, uydurma nakiller yapıyor, sadece İbni Sebeciler doğru söylüyor! Yazıklar
olsun hakkı inkâr edenlere.
Nisa suresinin, (Ananız, bacınız, kızınız ...... size haramdır)
mealindeki 23. âyeti geldikten sonra, müta haram edildi. (Taberani, Beyheki)
Müminun suresinin (Müminler, zevcelerinden ve cariyelerinden başka olan
kadınlardan sakınırlar) mealindeki 6. âyeti, tevile imkan bırakmayacak
şekilde mütanın haram edildiğini bildiriyor. Çünkü, bu âyette yalnız zevcelerin
ve cariyelerin helal olup, başkalarının haram olduğu bildiriliyor. Kendisine
zevce de, cariye de denilemeyen, mütacı [kiralık] bir kadınla buluşmanın helal
olduğunu iddia etmek, Kur’an-ı kerimin açık olan emrine karşı durmak olur.
Mütacı kadın bir erkeğe vâris olmaz. Bu kadının, bu erkekten olan çocuğu da, bu
adama vâris olmaz. Öyle ise, bu kadın zevce değil, cariye de değildir. Bu âyetle
de müta haramdır. (Hucec-i katiyye)
İbni Sebe, Cabir bin Abdullah’tan, Resulullahın, (Müta kıyamete kadar
haramdır) dediğini yazıyor. Birçok ehl-i sünnet âliminden naklen
Resulullahın mütayı yasakladığını bildiriyor. Birisi şöyledir:
Ebra bin Mabed el Cüheni, Mekke’nin fethinde, bir süre için izin verdi, sonra da
buyurdu ki:
(Ey insanlar, mütaya izin vermiştim, artık Allah bunu kıyamete kadar haram
kıldı.) [İ. Ahmed, Müslim, Darimi, İbni Mace, Beyheki]
Dikkat edin, beş tane hadis âlimi bunu naklediyor, mütacının kılı bile
kıpırdamıyor. Çünkü ona göre, bütün hadis âlimleri, bütün fıkıh âlimleri de
nakletse hiç önemi yok, “çal duvara, at çamura” diyor. Gerçekte de Ehl-i sünnet
olan bütün hadis âlimleri, fıkıh âlimleri, kelam âlimleri, tefsir âlimleri
mütanın haram olduğunda birleşmişlerdir.
İbni Sebe’nin yalan ve demagojileri
İbni Sebe, Ez zühri’den gelen rivayet asılsız ve gerçek dışıdır diyor.
CEVAP
Ehl-i sünnetin hepsi de aslı vardır ve gerçektir diyor.
Mezhepsizler gibi, Ebu Hanife’nin hadis alanında hafızası zayıf diyor.
CEVAP
Sadece Hanefi mezhebinde olanlar değil, diğer mezheptekiler de ona imam-ı
a’zam diyor, en büyük imam diyor. Müsnedi senet olarak kullanılıyor.
Ez-zühri bu konuda hangi rivayetin senedine takılsa yapacağını yapıyor diyor.
CEVAP
Terbiyesizlik bu kadar olur. İmam-ı Zühri gibi büyük bir İslam âlimine ancak
bu kadar dil uzatılabilir. Resulullahtan gelen bir rivayeti nakletmesine
tahammül edemiyor. İslam âlimlerini yalancılıkla suçluyor.
Ez-zühri ve Urve bin Zübeyr Hazret-i Ali’ye sataşanlar diyerek iftira ediyor.
CEVAP
İmam-ı Zühri tabiinden büyük bir müctehiddir. Urve bin Zübeyr, Zübeyr bin
Avvam’ın ikinci oğlu, Hazret-i Ebu Bekir’in torunudur. Fukaha-i seba denilen
yedi büyük âlimden biridir. Hazret-i Âişe’den çok hadis-i şerif bildirmiştir.
Zübeyr bin Avvam, Hazret-i Ali’ye karşı savaşan Hazret-i Âişe validemizin
tarafında idi, şehid oldu, aşere-i mübeşşeredendir. Öyle ya ona göre, Hazret-i
Ali ile savaşan herkes Hazret-i Ali’nin düşmanıdır. Oğlu da düşman sayılır.
Zihniyet bozuk olunca, herkesi kendileri gibi yalancı sanıyor.
Şamlı Sadaqa, zayıf ve rivayetlerine güvenilmez biridir. Ubeydullahın kimliğini
tespit edemedik, muhtemelen o da Şamlı diyor.
CEVAP
İbni Sebe görüyorsunuz kimliğini bilmediği birisi için bile, O Şamlı
olabilir diyor. Şam’a diş bilemesinin Sebebi, orada, Resulullahın kayınbiraderi
valilik yaptığı içindir. İbni Sebe Resulullahın bütün akrabalarına düşmandır.
İbni Sebe, Ehl-i sünnetin kabul ettiği hadisler için bakın neler diyor:
Senet bakımından perişan ve asılsız. Bize göre bunun sorumlusu İsmail bin
Ümeyyedir. İsmail her ne kadar Ehl-i sünnet hadisçilerinin güvenini kazanmış
sika bir ravi ise de, bizce onun Emevi devlet erkanına yakınlığı ile tanınması,
ona sabıka olarak yeter de artar bile.
CEVAP
Emevi devletinde vazife alan herkes sabıkalı oluyor, bir de Şamlı ise yandı
keten helva. Kendisinin Yahudi olması sabıka olarak yetmiyor sanki?
Başka bir ravi için şöyle diyor:
Bu canavar ruhlu adam bile Ehl-i sünnet hadis hafızlarının sika saydığı, İmam-ı
Ahmed bin Hanbel, Müslim, Tirmizi, Nesai, İbni Mace’nin hadislerini tahric
ettiği bir ravidir.
CEVAP
Eğer bu zat, İbni Sebe’nin dediği gibi canavar ruhlu birisi ise, Ehl-i
sünnetin en muteber saydığı hadis âlimleri bunun rivayetine itibar etmez. İtibar
ettiğine göre, bu zat değil, ona iftira eden İbni Sebe canavar ruhludur. İbni
Sebe Buhari dahil, Ehl-i sünnetin bildirdiği bütün hadis kitaplarına muhaliftir.
Ehl-i sünnetin tamamı için diyor ki: (Böyle bir tavır [Mütanın haram olduğunu
kabul etmek] insaf ve mantık sahibi birisine yakışır mı?
CEVAP
Yani Ehl-i sünnet insafsız ve mantıksızdır. Ehl-i sünnet âlimlerine böyle
dil uzatan İbni Sebe ve onun yolunda gidenlere yazıklar olsun.
İbni Sebe sahabeye saldırıyor
Allah’ın ve Resulünün övdüğü sahabelere bakın nasıl kin kusuyor: Bir
rivayetin başında Ebu Hüreyre’nin bulunması, onun reddedilmesi ve kaldırıp
atılması için yeterlidir.
CEVAP
Hazret-i Ebu Hüreyre, eshab-ı kiramın büyüklerinden, ileri gelenlerinden
Cennetlik bir zattır. Savaşta ve barışta Resulullahın yanından hiç ayrılmazdı.
Hafızası çok kuvvetli olduğundan, çok hadis-i şerif ezberlemişti. Eshab-ı
kiramdan ve Tabiinden 800’den fazla kimsenin, kendisinden hadis öğrendiğini
Ehl-i sünnetin en kıymetli hadis kitabını hazırlayan İmam-ı Buhari hazretleri
bildiriyor, Abdullah bin Ömer’den sonra en çok hadis bilen bu zattır. Eshab-ı
kiramdan herhangi birine dil uzatmak ancak Sebecilere mahsus adi bir taktiktir.
Eshab-ı kiramın hepsi Cennetlik, hepsinden Allah razıdır. (Hadid suresi
10, Fetih 29, Tevbe 100)
“Salebe hadisinde mütanın Hayber’de yasakladığı söyleniyor. Bu ise kesinlikle
doğru değil, tarihi hakikatlere [yani sebeciliğe] tamamen aykırıdır. Bu yüzden
kabul edilmesi imkansız” diyor.
CEVAP
Kabul edilmesi imkansız denmez, (Kabul etmemiz imkansız) demesi gerekir.
Kabul edilmesi imkansız olsa idi, binlerce İslam âlimi kabul eder mi idi? Ehl-i
sünnetin tamamı kabul ediyor ya.
Sahih rivayetler mi önemli, tarihi hakikatler mi? Tarih de yine rivayetlerden
meydana geliyor. İbni Sebe bilerek veya bilmeyerek şu hususun üstünde yanlış
olarak çok duruyor. Hayber’den sonra da müta yapıldığına göre, Hayber’de yasak
edildi diyen kim olursa olsun asla kabul etmem diyor. Resulullah Hayber’den
sonra da izin verip sonra yasakladıysa, ki öyle olmuştur, o zaman İbni Sebe’nin
imkansız dediği şey bal gibi olmuştur.
Ehl-i sünnetin kütüb-i sitte denilen en kıymetli hadis kitaplarından olan İbni
Mace için bakın ne diyor:
İbni Mace hadisi, Ehl-i sünnetin sandığı gibi, sahih bir rivayet değil, münker
ve asılsızdır.
CEVAP
Bundan önce de hafızası zayıf birisinden bu hadisi naklediyor diyor. Her
raviye bir kulp takıyor, kimi Hazret-i Ali’ye yan bakardı, kimisi Emevi
devletinde vazife aldı, kimisi, şişman, kimi zayıftı. Müfteri sarhoşa ne demeli?
Farklı rivayetleri bahane ediyor. Halbuki Resulullah üç kere izin veriyor üç
kere yasaklıyor. İzin verme ve yasaklamalar çeşitli tarihlerde olduğu için, İbni
Sebe diyor ki: Mekke’nin fethinde, mütayı ebedi olarak haram kılan bir
peygamber, iki ay gibi kısa bir süre sonra buna izin verebilir mi?
CEVAP
Bu ne terbiyesizlik böyle? Sen peygamberi sorguya mı çekiyorsun? İki ay
sonra da yasaklayabilir iki gün sonra da yasaklayabilir. İki sene sonra da
yasaklayabilir. Buna kim itiraz edebilir ki? Resulullahın haram etmesi vahye
dayanır. Hangi mütacı Allah’tan hesap sorabilir ki? Allah layüseldir, layüsel,
yaptığı işlerden hesap sorulmayan, hükmü elinde olan, istediği gibi hareket eden
demektir. Eskiden içki mubah idi, sonra niye yasakladın, iç yağı önceleri haram
idi, niye mubah ettin demeye kimin hakkı vardır? Eskiden yakını ile evlenmek
caiz idi, sonra bunu niye haram kıldın demeye hiç kimsenin hakkı olamaz. Ama
İbni Sebe, Ehl-i sünneti suçlayabilmek için Peygamber bunu nasıl yapabilir
diyerek kirli dilini gösteriyor.
Şam’lı ve şanlı raviler
İbni Sebe’ye göre; mütayı haram gören her İslam âlimi, ya kör, ya sağır, ya
basiretsiz, ya hafızası zayıf, ya zavallı, ya aklı başında değil, ya sarhoş, ya
Hazret-i Ali’ye kin güdüyor, ya Şamlı veya yobaz. Sağlam tek sünni âlim yok. İki
sünni âlim için bakın ne diyor: (Böylesine zavallı ve üzücü laflar eden El
Cessas gibi, er-Razi gibi aklı başında olduğunu sandığımız âlimlere
yakıştıramıyoruz. Çünkü bunlar gözleri perdelenmiş, basiretleri körleşmiş
kimselerdir.)
CEVAP
Fahreddin Razi gibi büyük bir âlime, müfessire, zavallı, basiretsiz diyenin
mutlaka kanı bozuktur. Peki bu âlimler ne demiş de böyle kin kusuyor? Demişler
ki: (Ömer’in bu sözü, sahabe huzurunda Resulullahın haram kılıcı bir sünneti
olmadan, söylemesi düşünülemediği gibi, sahabenin de sessiz kalması düşünülemez.
Çünkü Resulullah söylemeden öyle bir şey söylemek söyleyeni küfre düşürdüğü
gibi, dinleyip de itiraz etmeyenleri küfre sokar.)
İbni Sebe bu sözler için bu iki âlime basiretsiz, zavallı, akılları başlarında
yok gibi hakaretler savuruyor. Bu iki âlim ne kadar isabetli ve ne kadar
mantıklı konuşmuşlar. Resulullahın hadisi olmadan kendi başına Hazret-i Ömer
nasıl böyle bir şey yapabilir ki? Allah’ın Kur’an-ı kerimde övdüğü şanlı eshab,
nasıl haksızlık karşısında dilsiz şeytan durumuna düşer ki? Hazret-i Ebu Bekir,
(Ben Resulullahın yolundan ayrılırsam ne yaparsınız?) diye sorduğunda, o büyük
ve şanlı kahramanlar, (Seni kılıcımızla düzeltiriz) demediler mi? Hazret-i Ömer
yanlış iş yapacak da, (Kendi aralarında merhametli, kâfirlere karşı şiddetli)
diyen Allah’ın övdüğü o aslanlar, susacak ve kılıçları ile düzeltmeyecekler,
bu mümkün mü? Peki Hazret-i Ali niye kılıcını çekip de Hazret-i Ömer’i
düzeltmedi? Niye ona kızını verdi? İbni Sebe, “O anda Hazret-i Ali yoktu. Sonra
duydu” diyor. Diyelim ki öyle. O zaman niye kılıcını çekip de Hazret-i Ömer’i
düzeltmedi. Bir Yahudi Hazret-i Ömer’i şehid etti de, Allah’ın aslanı bunu
yapamaz mıydı? Demek ki Hazret-i Ali mütayı haram eden hadis-i şerifi bildiği
için ses çıkarmadı. Zaten Hazret-i Ali’nin mütaya haram dediğini kendisi de
bildiriyor. Ama kansızlığından dolayı zayıftır, ravisi Şam’lı idi gibi
bahanelerle bunu reddediyor. Raviler Şam’lı olsa da hepsi şanlı kimselerdir.
İbni Sebe’nin böyle itirazları bana hep İblisin itirazını hatırlatıyor. İblis,
(Ben Allah’a isyan etmedim, ben Âdem’e secde etmedim) demişti. Hazret-i Âdem
istikametinde secde etmemekle Allah’a isyan etmişti. İbni Sebe de aynı mantıkla,
aynı kafayla diyor ki: Biz Allah’ın resulüne değil, Ömer’e itiraz ediyoruz.
CEVAP
Hazret-i Ömer, Resulullahın emrini tebliğ ediyor, kendiliğinden hüküm
koymuyor ki. Dolayısıyla İbni Sebe, Resulullahın haram kıldığı mütayı kabul
etmiyor. Hem savcı hem hakim rolünü oynuyor. Önce bu zayıf ve uydurma diyor,
arkasından görüyorsun ya zayıf ve uydurma olan bir hadis senet olamaz diyor.
Uydurma olduğunu sen söylüyorsun, kararı da sen veriyorsun. İbni Sebe’ninki şu
mantık önermesine benziyor:
Memeli hayvanlar uçmaz
Yarasa da memelidir
O halde o da uçmaz.
İlk önerme yanlış olunca netice de yanlış oluyor. İbni Sebe diyor ki:
Ehl-i sünnet doğru söylemez
Ömer de Ehl-i sünnet
O halde o da doğru söylemez.
Kur’an-ı kerimde neshin mahiyeti
İbni Sebe, yalnız Kur’an diyenler gibi, “Biz neshi kabul etmiyoruz” diyor.
CEVAP
Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Biz, daha iyisini veya onun gibisini getirmeden bir âyeti neshetmez veya
unutturmayız.) [Bekara 106]
(Ya bize bundan başka bir Kur’an getir, yahut onu değiştir diyenlere, de ki,
Onu kendiliğimden değiştiremem.) [Yunus 5] [Ancak Allah’ın emri ile
değiştirebilirim.]
İki tane de hadis-i şerif bildirelim:
(Kur’an âyetleri, birbirini nesh ettiği gibi, hadislerim de birbirini nesh
eder.) [Deylemi]
(Kabirleri ziyaret etmenizi yasak etmiştim, bundan sonra ziyaret edin!)
[İbni Mace]
Bu konuda birçok âyet ve hadis vardır. Mesela Resulullah, Beyt-ül-makdis’e doğru
namaz kılarken, Bekara suresinin, (Yüzünü artık Mescid-i Haram tarafına
çevir) mealindeki 144. âyeti ile neshedilip, kıble Kâbe olmuştur. Allah’a ve
Resulüne dün böyle diyordun bugün niye değiştirdin, çelişki içindesin mi denir?
Allah öteki dinlerde haram olan bazı şeyi bu ümmete helal kılmış, helal olanları
da haram kılmıştır. Hâşâ Allah’a niye böyle yaptın denebilir mi? Mütayı da üç
defa mubah kılmış, üç defa da yasaklamıştır. Buna çelişki denir mi? Din Allah’ın
değil mi? İstediğini yapamaz mı? Kız kardeşinle evlen dese evlenmeyecek misin?
Nitekim Âdem aleyhisselamın çocukları ikiz olmayan kız kardeşleri ile
evlenmişlerdir. O zaman mubah kılmıştı, bugün ise yasakladı. Mütayı sonradan
yasakladı diye Allah ve Resulü suçlanır mı? Bunu nakleden şanlı sahabe suçlanır
mı? Resulullahın müta haramdır emrini bildiren Hazret-i Ömer’e kin kusulur mu?
Sarhoş mütacı diyor ki: (Ömer’in oğlu Abdullah da, mütaya olumsuz bakıyor. Zaten
Abdullah’a da bundan başkası yakışmaz. Çünkü o babasının oğlu.)
CEVAP
Oğlu da babası gibi yalancının teki demek istiyor. Allah onlar seçilmiş bir
ümmet diye övüyor, Tevrat’ta, İncil’de övüldüğünü bildiriyor, hepsi Cennetlik
buyuruyor. İbni Sebe ise babasının oğlu diyerek bir taşla iki kuş vurmaya, hem
Hazret-i Ömer’i hem de oğlunu, iki güzide sahabiyi suçlamaya kalkıyor. Allah’ın
övdüğü kimselere, Resulullahın kıymetli arkadaşlarına dil uzatanlara yazıklar
olsun!
İbni Sebe bir de müta zinasına karşı çıkan sahabe ve tabiine, hakaretler
savurduğu gibi, iddia ediyor tabirini kullanıyor. Yani gerçek değil de öyle
uyduruyor diyor. Bir örnek verelim:
Şam uyruklu fukahadan sayılan mekhul da mütanın zina olduğunu iddia ediyor.
CEVAP
Bir zamanlar TRT de, muhalefet konuşunca “şöyle iddia etti” derdi. Mütanın
zina olmadığını söyleyen bir tek Ehl-i sünnet âlimi var mı? Hepsi de zina diyor.
Had vurulup vurulmaması ayrı bir konu. Zina eden bekâra da had vurulmaz, başka
ceza verilir. İmam-ı Cafer Sadık’ın mütaya zina dediğini bildiriyor. Sonra bu
sözü tevil ediyor. Ehl-i sünnetin kafasındaki mütaya zina demiştir diyor. Peki o
yüce imam, mütanın şu şekli haram, şu şekli caiz diyemez miydi? Ehl-i sünnetin
kafasındaki müta ile Sebecilerin mütası farklı değil ki. Sonra hiçbir delil
göstermeden, (İmam Cafer’in mütayı zina kapsamına soktuğunu anlamak imkansızdır)
diyor. Hani delil? O yüce imamın müta denilen zinaya mubah diyeceği hiç
düşünülebilir mi?
“Ehl-i sünnetin icmasını da kabul etmeyiz” diyor.
CEVAP
Böylece, (Ümmetimin âlimleri yanlış bir şeyde, dalalette ittifak
etmezler. İhtilaf olunca çoğunluğa uyun) buyuran Resulullahı da yalanlıyor.
(İbni Mace)
Hulefa-i raşidine tâbi olun
İbni Sebe diyor ki: Ömer’in sözünün hüccet olduğu şu iki hadise
dayandırılabilir: (Sünnetime ve benden sonraki raşid halifelerin sünnetine
tâbi olun) [İ. Ahmed, Darimi, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Hakim rivayet
etmiştir. Bu hadise bir diyeceğimiz yok, mesajı da doğru, isnadı da sahihtir.]
CEVAP
Şimdiye kadar Ehl-i sünnet kitaplarındaki bütün hadislere birer kulp
takmıştı. Bu hadise sahih demesine çok hayret ettik. Hemen altına bakınca, art
niyeti meydana çıkıverdi.
Diyor ki: (Ebu Bekir’in ve Ömer’in Kur’ana ve sünnete aykırı pek çok
uygulamaları olduğu bir gerçek iken, Allah ve Resulü böyle kimseleri bize
tavsiye eder mi, onlara uymamızı ister mi? Bu iman ve insafa sığar mı? Akıl
mantık bunu kabul eder mi?)
CEVAP
Sahih diye saydığın 6 hadis âlimi ve ehl-i sünnetin tamamı hulefa-i
raşidinin 4 halife olduğunu ittifakla bildiriyor. Bu alimler iman ve insaf ehli
değil mi? Yine aynı sakat mantık önermesi:
Ömer kötüdür,
Peygamber kötüyü övmez,
O halde Peygamber Ömer’i övmez.
İbni Sebe, önce Hazret-i Ömer’e kötü diyor, sonra peygamber kötülerin sünnetine
uyun der mi diyor. Tam
bir Yahudi taktiği. Hazret-i Ömer’e kötü diyen tek Ehl-i sünnet âlimi var mı?
Allah onu övüyor. Sahabenin hepsine Cenneti söz verdim diyor. İbni Sebe,
(Benden sonra Ebu Bekir ile Ömer’e uyun) hadis-i şerifini naklettikten
sonra, (Bu hadisi Ebu Hanife, İbni Ebi Şeybe, İ. Ahmed, Tirmizi, İbni Mace,
Hakim Tahavi, İbni Sa’d rivayet etmiştir) diyor. Devamında diyor ki: Resulullah,
Ebu Bekir ile Ömer’e uyun dese bile bundan ne anlarsınız? Dine aykırı icraatta
bulunsalar bile onlara uymak gerektiği çıkar mı?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde (Resulüme uyun) deniliyor. Şimdi buradan dine uygun
olan sözüne uyun anlamı çıkar mı? Elbette, dine uygun emir verecek ki Allah
(Resulüme uyun) buyuruyor. Hazret-i Ömer de dine uygun emir verecek ki,
Resulullah, (Ömer’e uyun) buyurdu. Hâşâ Resulullah o kadar basiretsiz mi
ki, dine aykırı emir verecek olana (uyun) buyursun.
Ve ağzındaki baklayı çıkarıyor, (Ebu Bekir ile Ömer’e uyun sözü asılsızdır.
Peygamber böyle çelişkili söz söylemez) diyor.
CEVAP
Peki bu sekiz hadis âlimi yalan söylüyor öyle mi? Bu hadis âlimleri öteki
hadisi de naklediyorlar, o zaman onlar da yalan olur. Yalancıların sözlerine
inanılır mı? Aynı ravilerin rivayet ettiği öteki hadise nasıl sahih diyor? Tabii
bu bir takıyyedir.
Ehl-i sünnetin reisi ve en büyük imam olarak bilinen yani imam-ı a’zam olarak
meşhur olan Numan bin Sabit de bu hadisi naklediyor. İmam-ı a’zam hazretlerine
yalancı demek Ehl-i sünnete yalancı demektir. Zaten Yahudinin bütün gayesi de bu
ya. Resulullah böyle demiş olsa bile diyor, demişse ki, dediğini kendisi de
itiraf ediyor. Demek ki bu söz onların çok büyük bir insan olduğunu gösterir.
Allah’a ve Resulüne asla asi olmayacaklarını gösterir. Allah ve Resulüne asi
olacaklarını Allah bilmez mi? Öyle ise niye onlara uyun buyuruyor? Demek ki
onlar kendilerine uyulacak kimselerdir. Zaten sahabenin tamamı böyledir. Allah
hepsini övüyor. Ama Sebeciler, (Allah o zaman öyle demişti ama sonradan
sapıttılar, Hazret-i Ali’yi halife seçmedikleri için hepsi mürted oldu)
diyorlar. Böylece Allah’a da yalancı diyorlar.
Farklı ictihad rahmettir
İbni Sebe diyor ki: Gerek Ammar’ın ve gerekse İbni Mesud’un ilk iki halifeye
hiç uymayan ters düşünce ve ictihadları var! O zaman biz kimi tercih edeceğiz?
İbni Mesud mütaya evet diyor; Ömer ise hayır! Şimdi biz ne yapacağız!?
CEVAP
Siz mi? Siz fitne çıkarmaya devam edeceksiniz. Fakat ehl-i sünnet biliyor ki
İbni Mesud hazretleri de diğer sahabeler gibi mütanın caiz olduğunu bildirmişti.
Haram edildiğini işitince, diğerleri gibi, o da haram dedi. Eğer başka farklı
ictihadları varsa, her sahabinin farklı ictihadı olur. Bunun için hiç birisi
kötülenemez. Çünkü ictihad etmek de, ictihad ederken yanılmak da günah değildir.
Yanılan bile sevap alır.
İbni Sebe diyor ki: Bize [Sebecilere] göre Peygamberler için ictihad diye bir
şey söz konusu değildir! Ehl-i sünnete göre ise peygamberlerin de ictihadı olur.
CEVAP
Eshab-ı kiramdan birinin bir husustaki ictihadı, Peygamberimizin
ictihadından farklı olabilirdi. Fakat Resulullahın ictihadı hata üzere kalmazdı.
Çünkü, Cebrail aleyhisselam gelerek, yanlış olan ictihadlar, Allahü teâlâ
tarafından hemen düzeltilir, hak ile bâtıl birbirinden hemen ayrılırdı. Bedir’de
alınan esirler hakkında, Sahabe-i kiramın ictihadları farklı olmuştu. Hazret-i
Ömer ve Sad İbni Muaz esirleri öldürelim dedi. Diğer sahabiler ise, para
karşılığı bırakalım demişlerdi. Server-i âlem de, serbest bırakalım ictihadını
kabul buyurup salıverdiler. Sonra, şu âyet gelerek birinci ictihadın doğru
olduğu bildirildi:
(Savaşta alınan esirleri mal karşılığı olarak salıvermek, hiçbir Peygambere
yakışmaz. Yer yüzünde onların çoğunu öldürmek, zayıflamalarına sebep olur. Siz
dünya malını istiyorsunuz. Allah ise, sevap kazanmanızı, Cennete ve nimetlere
kavuşmanızı istiyor. Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı,
aldığınız fidyeden dolayı size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.) [Enfal 67,
68]
Bu âyetler indikten sonra Resulullah buyurdu ki:
(Eğer azap geri çevrilmeseydi, Ömer ile Sa’d bin Muaz’dan başka kimse
kurtulmazdı.) [Beydavi]
İbni Sebe yine yalan söyleyerek diyor ki: Ömer’in ictihadı Allah’ın hükmüne
karşı ictihaddır. Nas varken ictihad olmaz.
CEVAP
Nas varken ictihad eden kim? Hazret-i Ömer müta hakkında ictihad etmedi ki,
Nassı bildirdi, yani Resulullahın emrini açıkladı. Resulullahın mütayı yasak
ettiğine dair sayısız hadis var. Ama İbni Sebe’ye göre nakledenler de ya
hafızası bozuk, ya Şamlı veya Emevi devletinde görev almıştır. Onun bir hadisi
uydurma görmesi ile sahih bir hadis uydurma olmaz.
İbni Sebe diyor ki: Ehl-i sünnet “Mütada özellikle kadın açısından onur kırıcı,
aşağılayıcı bir durum vardır. Namus pazarlanıyor ve para karşılığı satılıyor. Bu
ise namussuzluktur” diyor. Müta madem namussuzluktur; o halde Allah ve Resulü
buna neden izin vermişti?
CEVAP
Kişinin kız kardeşi ile evlenmesi çok çirkin ve çok günah değil mi? Peki hal
böyle iken Allah ve resulü Hazret-i Âdem, bunu nasıl emretmişti? Demek ki Allah
emrettiği zaman iyi, yasakladığı zaman da kötü olur. Şimdi birisi ehl-i sünnet
olan bir insanın, anasına, bacısına, kızına yarım saatliğine müta teklifinde
bulunsa, buna hangi ehl-i sünnet rıza gösterir? İbni Sebeci için bunlar önemli
değil. Önemli olsa idi, müta zinasını [avrat kiralamayı] savunmak için koskoca
kitap yazmazdı.
Allah yasakladığı için kötüdür
İbni Sebe diyor ki: Hüsün ve Kubuh akli mi, şer’i mi? İki görüş var: Akli,
yani bir şeyin iyi ya da kötü olduğu akıl ile bilinir. Allah bir şeyi
emretmişse; o şey aslında güzel bir şey olduğu için emretmiştir. “Bir şeyi de
yasaklamışsa; o şey zaten kötü olduğu için yasaklamıştır. Şia, Mutezile Matüridi
ekolü bu kanaatte. Hiç kuşku yok; doğrusu da bu.
CEVAP
Hani (İctihad ictihadla nakzolunmaz) diyordun. Ne çabuk unuttun? Bir
ictihadın doğru olduğunu ancak Allah bilir. Doğrusu kuşkusuz bu denmez. Matüridi
tam öyle demiyor.
İbni Sebe devam ediyor: Şer’i, yani bir şeyin iyi ya da kötü olduğu akıl ile
bilinmez. Bir şey Allah tarafından emredildiği için iyi, yasaklandığı için
kötüdür, çirkindir.
CEVAP
Bu ictihad taraftarları diyor ki: Hazret-i Âdem zamanında Allah, kız
kardeşle evlenmeyi emrettiği için o zaman bu iş iyi ve güzel idi, şimdi
yasakladığı için kötü ve çirkindir. Aynen müta da böyle. Emredildiği zaman iyi
idi, yasaklandığı için kötü oldu.
İbni Sebe diyor ki: Kur’anın ruhuna ve akla tamamen aykırı olan bu görüşü ise;
Ehl-i sünnetin çoğunluğunu oluşturan Eşari ekolü benimsiyor.
CEVAP
Yani Ehl-i sünnetin çoğu Kur’anın ruhuna aykırı hareket ediyor öyle mi? Hani
ictihad ictihadla nakzedilmezdi? İbni Sebe Ehl-i sünnetin çoğunluğunu bu konuda
da silip atıyor.
Cessasa yine sataşarak diyor ki: el-Cessas, O gün zina değildi; sonra zina oldu
derken; bu konuda kendi çizgisinin dışına çıktığının [Eşari’nin ictihadını kabul
ettiğinin] farkında mıdır?
CEVAP
Eşari Ehl-i sünnet değil mi? Ehl-i sünnetin iki imamı vardır. İsteyen
müctehid, istediğine uyar. Bunun ayıplanacak nesi var ki?
Müta sarhoşu diyor ki: Cessas, “Mütada, ırz ve namusun bir eşya gibi belli bir
süreyle kiralanması doğru değildir.”
İbni Sebe, mugalata yaparak diyor ki: Kadını bir eşyaya benzeten, onun onurunu
tümden rencide eden bu sözleri Cessas gibi ilim adamına yakıştıramadım doğrusu.
CEVAP
Amma da demagoji... Eşyaya benzeten kim? Müta, satılık mala benziyor diyor.
Kadını eşyaya benzetmekle ne alakası var. Cevap veremeyince böyle zırvalıyor
işte. Yahut Resulullah daha önce niye cevaz verdi diyor? Onun cevabını da aldı.
Bakalım şimdi ne iftiralar düşünüyor ki?
Hepsi Cennetlik olan Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer için de diyor ki: (Bu
söz gerçekten ona aitse, Resulullaha iftira atmış demektir.)
CEVAP
Eshab-ı kiramdan Resulullaha iftira eden birisi olur mu? Allah onları
âyetlerle övüyor, hepsine Cenneti vâdettim buyuruyor. Cennetlik insanlar için bu
ifadeyi ancak sarhoş Sebeciler kullanır. Eğer Eshab-ı kiramdan biri kötülenirse
Allah ve Resulü yalanlanmış olur.
Müta zaten mübah önyargısı ile yola çıkan İbni Sebe diyor ki: (Allah ve
Resulünün izin verdiği mütaya, Abdullah bin Abbas zina diyecek kadar edepsiz
olabilir mi? Ancak bu rivayeti ona isnat edenler cahil ve edepsizdir.)
CEVAP
Ehl-i sünnetin tamamı mütaya zina diyor. Böylece İbni Sebe içindeki necaseti
kusuyor. Abdullah bin Ömer’in ve Ehl-i sünnetin müta zinasını yasaklamakla ne
menfaatleri olacak ki? Ama İbni Sebeciler, müta adı altında zinayı
yaygınlaştırmakla Yahudiliğe hizmet etmiş olacaklar. Bir millet ahlaksız oldu mu
yıkılması artık kolaydır. Sarhoş Yahudinin esas gayesi bu.
Âlimleri taklit nimeti
İbni Sebe, müta zinasına haram diyen âlimler için, taklitçi Hanefi âlimleri
tabirini kullanıyor.
CEVAP
Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve
hakkı taklit de o kadar faydalıdır. Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid olduğu
hâlde, Peygamber efendimizi görüp taklit ettikleri için, peygamberlerden sonra
en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tabiin, Eshab-ı kirama tabi oldukları, onları
taklit ettikleri için yüksek şerefe kavuşmuştur. Onlardan sonra gelenler de
onlara tabi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tabiin şerefine nail
olmuştur. Peygamber efendimiz de, (Âlimler rehberdir, âlimlere tabi olun)
buyurdu. O halde âlimleri taklit etmek gerekir. (Berika)
Ehl-i sünnet için YOBAZ tabirini kullanıyor.
CEVAP
Bugün herkes biliyor ki, ateistler, zina yapmayanlara, içki içmeyenlere,
gerici, yobaz diyorlar. Mütacının kimlerle aynı fikirde olduğu böylece meydana
çıkmış oluyor. Avrat kiralamayı kabul etmedikleri için Ehl-i sünnete yobaz diyor
müta sarhoşu.
Ayrıca, Ehl-i sünnet âlimlerinin ictihadları için kaçamak ictihadlar tabiri
kullanıyor.
CEVAP
Kaçamak yapmak tabiri, ara sıra zina etmek anlamındadır. Kaçamak ictihad
tabiri de, zina yapmak için Ehl-i sünnet ictihad bulmuş demek istiyor. Kendi
yaptığı müta zinasını örtmek için böyle tabirler buluyor. Hiçbir fıkıh kitabında
kaçamak ictihad diye bir şey yoktur. En önemlisi de, kendisi de tasvip ettiği
(İctihad ictihadla nakzedilmez) kuralını çiğnemeye çalışıyor. Ehl-i sünnetin
ictihadlarını, Sebeci ictihadları ile nakzetmeye gayret ediyor, kırk dereden su
getiriyor, bir bardak suda fırtınalar koparıyor. Delil bulamayınca da Şam’lı
diyor, yobaz diyor, Emevilerde görev aldı diyor.
Ehl-i sünnetin kaçamak ictihadı şudur diyor: (Belli bir ücret karşılığı zina
için kiralanan kadına zina haddi (cezası) tatbik edilmez.)
CEVAP
Peki ictihadın devamı ne? Bu ifadeye bakanlar sanki kiralanan kadına hiç
ceza verilmediğini anlar. Ehl-i sünnette zina cezası ikiye ayrılır: 1- Had
vurulan zinalar, 2- Had vurulmayıp başka ceza verilen zinalar.
Had vurmak öldürmek demektir. Bu namuslu kadınlara uygulanan bir cezadır. Fahişe
veya kiralanan kadınlarda zaten namus perdesi yırtılmış olduğu için dinimiz
onlara had vurdurmuyor, başka cezalar veriyor, belli bir sopa vurmak, hapsetmek,
sürgün etmek gibi cezalar veriyor. Müta da, ikinci sınıfa girdiği için had
vurdurulmuyor. Kadın zaten kiralık, bunda namus denen şey kalmamış ki niye
namussuzluk yapıyorsun diye had vurulup öldürülsün! Ancak müta zinasına fahişeye
verilen ceza veriliyor. İbni Sebe sanki had vurulmaz deyince Ehl-i sünnet zinaya
izin verdi gibi göstermeye çalışıyor.
Diyelim ki müta caiz olsa idi, bir kadın ayda 30-40 erkekle birlikte olacaktı.
Böyle bir kadında artık namus mefhumu kalır mıydı? Resulullah efendimiz bunu
boşuna mı yasakladı? İbni Abbas’ın buyurduğu gibi, içki içmeyi mubah kılan bir
özür gibi, zaruret halinde buna izin verilmiş, lüzum kalmayınca kaldırılmış.
Başka zaman yine ihtiyaç olunca yine izin verilmiş, sonra yine kaldırılmış.
Üçüncüde ise ebediyen haram kılınmıştır.
Dinimiz zahire göre karar verir
İbni Sebe diyor ki: Ehl-i sünnet, (Bir kimse, geçici bir süreyle evlendiğini
içinde gizleyerek (örneğin bir ay sonra boşamak kasdıyla) bir kadınla
nikahlansa; bu nikah caiz ve sahihtir) diyor. Bu nikahın mütadan ne farkı var?
Diliyle açıktan söylediğinde yasak sayılıyor da, içinden aynı şeye
niyetlendiğinde neden caizdir deniyor?! Bu da bir cins müta değil mi?
CEVAP
Asla müta değildir. Bunun mütadan çok farkı var. Dinimiz zahire hükmeder,
kalblerdekine göre hüküm verilmez. Müslümanım diyen müslümandır. Dinimizde bazen
söze, bazen niyete veya işe itibar edilir.
Niyetin geçersiz, sözün geçerli olduğu yerlerden bazıları şunlardır:
Nikahta: Bir kimse, şakadan veya rol icabı, iki şahit yanında evlense,
gerçekten evlenmiş olur.
Boşamakta: Bir kimse, şaka ile, alay olsun diye veya hanımını korkutmak
niyetiyle “seni boşadım” dese, hanımı boş olur. Hadis-i şerifte, (Bir kadınla
nikahlanan veya hanımını boşayan kimse, “ben şakadan yaptım” dese, nikahı da
boşaması da geçerli olur) buyuruldu. (Taberani)
Vazgeçmek: Bir kimse, hanımına “seni boşadım” dese, sonra, şakadan
boşamaktan vazgeçtiğini bildirse, boşamaktan vazgeçmiş olur. Hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Üç şeyin şakası da, ciddisi gibi sahihtir. Nikah, boşamak, boşamaktan
vazgeçmek.) [Tirmizi]
Adakta: Adak yaparken hiç niyet etmese de, söz arasında dilinden çıksa da,
adağını yapması vacip olur. Çünkü, adakta niyetsiz, düşünmeden söylemek, ciddi,
isteyerek söylemek gibidir. Hatta, “Allah için, bir gün oruç tutmak üzerime borç
olsun” diyeceği yerde, “bir ay oruç tutmak” diye ağzından çıksa, bir ay oruç
tutması gerekir. Söz geçerli, niyet geçersizdir. (Dürer)
Alış verişte: Alış veriş yapıldıktan sonra, alıcı veya satıcıdan birisi, ben
şaka yapmıştım, bu alış verişten vazgeçtim dese de itibar edilmez. Alış verişte
de söze bakılır, niyete bakılmaz.
Hediyede: Alacağı olduğu bir parayı borçlusuna veya başkasına hediye eden,
şakadan söylemiştim dese de, hediyesinden vazgeçemez. Niyet geçersiz, söz
geçerlidir.
Yeminde: Kalbden yemin geçerli olmaz, söz geçerlidir.
Küfürde: Bir kimse şakadan ben Hıristiyanım dese kâfir olur.
Nikah kıyılırken: Bir kimsenin niyeti bir kadını nikahlayıp kimsenin
görmediği yerde öldürmek veya başka yere bırakıp sonra boşamak olsa bile, niyeti
evliliğine mani olmaz. Yukarıdaki örnekler, niyete değil, söze itibar edildiğini
göstermektedir. İbni Sebe’nin bu iddiasının da geçerli olmadığı böylece ispat
edilmiş oldu. İbni Sebe diyor ki: Müta yapmanın cezası Ehl-i sünnet mezheplerine
göre şöyledir:
Hanefilerde müta yapana had vurulmaz, ta’zir cezası verilir. Şafii ve
Hanbelilerde hanefiler gibi had vurulmaz. Malikilerde iki görüş var: Zina haddi
uygulanır, ta’zir olunur.
CEVAP
İbni Sebe’nin de söylediği gibi, Ehl-i sünnetin dört mezhebinde de müta
zinasına fahişelere uygulanan ceza veriliyor. Ama namuslu kadınlar zina yaparsa
onlara had tatbik ediliyor.
Mütanın haramlığına dair bildirilen icma, tamamen kuru bir iddiadır diyor.
CEVAP
Bu da tamamen sulu bir iddiadır. Çünkü bizzat kendisi Ehl-i sünnetin tamamı
mütaya ceza verdiğini bildiriyor. Bu icma değil de nedir? Buna itiraz eden bir
tek sünni mezhep, hatta sünni bir âlim var mıdır? Açıkça icma vardır.
Sebecilerin meşru sayması icmaya mani olamaz.
3) İbni Sebeciler, Allah Resulü sünnet namazları hiçbir zaman cemaatle kılmadı
ve başkalarını da bundan men etti. Buna rağmen Ömer bunu uyguladı ve
sünnetleştirdi diyorlar. Ve ekliyorlar: Müslümanlar Resulün değil Ömer’in
sünnetini yapıyorlar.
CEVAP
Dikkat ederseniz burada da, Allah resulünün men etmesine rağmen bunu
uyguladı ve sünnetleştirdi diyerek, sinsi bir şekilde Hazret-i Ömer’e iftira
ediyorlar. Allah resulüne itiraz eden, men etmesine rağmen bunu yapan kâfir olur
demek istiyorlar. Bunların sözleri de kendileri gibi ne kadar iğrenç!
Peygamber efendimiz, teravihi hiç kılmasa bile, hulefa-i raşidinin kılması,
sünnet olması için elbette kâfidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Buhari]
Halbuki, Peygamber efendimiz, birkaç gün teravihi cemaatle kıldırdı, daha sonra
evinde kıldı. Sebebi sual edildiğinde buyurdu ki:
(Teravih namazının size farz olacağından korktuğum için evden çıkmadım.)
[Buhari]
Peygamber efendimiz, teravihi, 8, 12 ve 20 rekat olarak da kıldı. 8 ve 12 rekatı
cemaatle kıldı, evinde de yirmi rekata tamamladı. İbni Abbas hazretleri
bildiriyor ki, Resulullah, yatsıdan sonra, vitirden önce, 20 rekat namaz kılıp
buyurdu ki:
(Ramazanda 20 rekat teravih namazı kılanın, yirmi bin günahı affolur.)
[İbni Ebi Şeybe]
İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki:
(Teravih namazı sünnet-i müekkededir. Hazret-i Ömer, teravih namazının 20 rekat
olarak cemaatle kılınmasını kendiliğinden ortaya çıkarmadı, bid’at de işlemedi.
O, elindeki sağlam esasa, yani Resulullahın sünnetine dayanarak emretti.)
[El-İhtiyar]
Teravihin yirmi rekat oluşu ve cemaatle kılınması, hadis-i şerifle
bildirilmiştir. Sünnet olduğu eshab-ı kiramın icmaı ile sabittir.
(Merakıl-felah şerhi)
Teravihin yirmi rekat olduğuna inanmayanın sapık olduğu (Nur-ül-izah) şerhinde
de yazılıdır. Hazret-i Ömer’in eshab-ı kiramla 20 rekat teravih namazı kıldığı
Peygamber efendimize bildirilince, Cebrail gelip, dedi ki: (Allahü teâlâ,
Ömer’in ve eshabının bu ibadetini kabul eyledi.) (E. Vaizin)
Teravihin cemaatle kılınması sünnet-i kifayedir. Yani bir mahallede cemaatle
kılınınca, diğerleri evde kılsa, sünnet ifa edilmiş olur. (Nimet-i İslam)
Erkeklerin camide cemaatle namaz kılmalarının, evde kıldıkları namazdan 27
derece daha fazla sevap olduğu, kadınların ise, evde namaz kılmalarının, camide
namaz kılmalarından daha çok sevap olduğu hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.
Müekked sünnet olan teravihi ihmal etmemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ramazan ayında inanarak ve sevabını umarak teravih namazı kılanın, günahları
affolur.) [Nesai]
4) İbni Sebeciler diyor ki, (Ömer, Hazret-i Fatıma’ya hücum ederek biat
etmezseniz evinizi yakıp yıkacağım, dedi.)
CEVAP
Allah Resulünün mübarek kayınpederi ayna zamanda Allah’ın aslanı Hazret-i
Ali’nin damadı, Müslümanların gözbebeği olan, âyet ve hadisle övülen, adaleti,
şânı ve şerefi dünya tarihlerini dolduran, Müslümanların yüce emirine olayı
değiştirerek bakın nasıl iftira atıyorlar.
Tuhfe kitabında diyor ki:
Bazı sapıklar da, (Evi yakmak istemişti, ama yakmadı) diyor. Halbuki istemek
kalbde olur. Fesatçılar, Hazret-i Fatıma’nın evinin yanında toplanmışlar, (Biz
burada oldukça kimse bize bir şey yapamaz) diyorlar, halife seçimini
karıştırmak, fitne fesat çıkarmak istiyorlardı. Hazret-i Fatıma, bunların
gürültüsünden çok sıkılmıştı. Fakat, başını çıkarıp oradan kovmaya edebi, hayası
bırakmıyordu. Hazret-i Ömer, oradan geçerken, bunları gördü ve anladı. Onları
korkutmak için, (Evi başınıza yıkarım) dedi. Böyle söylemek, korkutmak için
Arabistan’da âdet halinde idi. Nitekim, Resulullah da, camiye, cemaate
gelmeyenleri irşad için, (Eğer bu halden vazgeçmezlerse, evlerini başlarına
yıkarım) buyurmuştu. (Buhari)
Hazret-i Ebu Bekir Resulullah efendimiz tarafından namaz için imam yapılmıştı.
Bazı kimseler, Ona uymamayı, cemaate karışmamayı düşünmüşlerdi. Resulullah
onları da böyle korkutmuştu.
Namazı cemaat ile kılmanın faydası, insanın kendinedir. Cemaati terk edenin
hiçbir müslümana zararı olmaz. Böyle olduğu halde, cemaati terk edenleri,
Resulullah, evlerini yıkmakla korkuttu. Hazret-i Ömer’in, zararı bütün
müslümanlara, hatta baştan başa, bütün İslamiyet’e yayılacak olan bir fitne ve
fesadı çıkaranların evlerini yakmakla korkutması niçin caiz olmasın? Evi
başınıza yıkarım diye fesadcıları korkutması neden suç olsun?
Mekke’nin fethedildiği gün, Peygamber efendimizi kötüleyen şiirler söyleyen İbni
Hatal isimli bir kâfirin, Kâbe’ye sığındığı, perdesinin altında saklandığı haber
verildi. Resulullah, (Hiç çekinmeyin. Hemen orada öldürün) buyurdu.
Allahü teâlânın dinine karşı gelenlerin, Allah’ın evine sığınması caiz
olmayınca, nasıl olur da, Hazret-i Fatıma’nın duvarına sığınabilirler? Hazret-i
Fatıma da, o sapıkların sığınmasından nasıl olur da üzülmez? Çünkü, Resulullahın
o temiz kerimesi, Allahü teâlânın ahlakı ile ahlaklanmış idi. Hazret-i Fatıma
da, onların dağılmasını emir buyurmuştu.
Hazret-i Osman şehid edilince, Hazret-i Ali halife olduğu zaman, birkaç kişi
ortalığı karıştırmak için, Mekke’den Medine’ye gittiler. Müminlerin annesi olan
Hazret-i Âişe’nin evine sığınarak, Hazret-i Osman’ın katillerine kısas
yapılmasını istediler. Savaşa hazır olduklarını bildirdiler. Bunların içinde
Eshab-ı kiramdan kimse yoktu. Hazret-i Ali haber alınca, bunları orada öldürttü.
Bu işi yaparken, Resulullahın muhterem zevcesine, müminlerin annesine
saygısızlık olacağını düşünmedi. Bu işte, Resulullahın mübarek zevcesine olan
saygısızlık yanında, Hazret-i Ömer’in korkutmak için söylediği söz, pek küçük
kalır.
Hazret-i Ali, yerinde bir iş yapmıştı. Bütün Müslümanlara yayılacak fitne ve
fesadı önlerken, böyle küçük ve ince şeyleri gözetmesi lazım olmazdı. Bunu
gözetmek için fitneyi başlangıçta ezmeseydi, din ve dünya işleri karmakarışık
olurdu. Resulullahın mübarek kızının evine saygı göstermek lazım olduğu gibi,
Resulullahın muhterem zevcesine de saygı göstermek lazım idi. Hazret-i Ömer,
yalnız korkutmak için söylemişti. Bir şey yapmamıştı. Hazret-i Ali ise, işlerin
en ağırını yaptı. Hazret-i Ömer’in sözü, Hazret-i Ali’nin yaptığı işten çok
hafif olduğu halde, bu sözü için Onu kötülemek, taassup ve inattan başka bir şey
olamaz. Halbuki, Ehl-i sünnet âlimleri, Hazret-i Ali’nin halife olduğunu ve
milletin selameti için, Resulullahın pak zevcesi Hazret-i Âişe’nin hatırını ve
hürmetini gözetmediğini söylüyor. Ona dil uzatmaya izin vermiyor.
İslam’ın başlangıcında, din ve iman fidanının henüz sürmeye başladığı zamanda,
bu haklı hilafetin düzenini bozanların, fitne ve fesat çıkarmak isteyenlerin
öldürülmesi lazım iken, Hazret-i Ömer’in söz ile korkutması niçin kötülenecek
bir şey olsun ki? Hazret-i Ömer sözle, Hazret-i Ali kılıçla cevap veriyor.
Bazıları, Resulullahın halasının oğlu Zübeyr bin Avvam, Hazret-i Ömer’in
korkuttuğu gençler arasında idi diyorlar. Hazret-i Ebu Bekir’in hilafetinde,
Zübeyr bin Avvam’ın fesatçılar arasında bulunması, hiç kusur olmuyor da, yine
Hazret-i Zübeyr’in Hazret-i Osman’ın kısasını istediği zaman sert konuşması,
öldürülmesine sebep oluyor. Hazret-i Fatıma’nın evinde fesat hazırlamak, fitneye
kalkışmak hoş görülüyor da, Resulullahın muhterem zevcesinin yanında Hazret-i
Osman’ın katillerinden şikayet etmek veya kısaslarını istemek niçin suç
sayılıyor ki? Bu tenakuzlar, bozuk inanışlardan ileri gelmektedir.
5) İbni Sebeciler diyor ki, Resulullah Ebu Hüreyre’ye nalınlarını verip,
bunlarla git, kelime-i şehadete iman edenlerin Cennete gireceklerini müjdele
dedi. O da çıkıp müjdelemeye giderken Ömer onu gördü, ne yapacağını öğrenince
ona vurdu, geri döndürdü. Ömer’in bu hareketi, Resulün emrini red etmektir.
Böyle bir adamın halife olması, Müslümanların işlerinin bunun eline bırakılması
nasıl caiz olabilir?
CEVAP
Şimdi olaya bakalım:
Ebu Hüreyre hazretleri anlatır:
Resulullah beni çağırdı. Mübarek nalınlarını verdi. (Bunlarla git! Her
karşılaştığına, Kelime-i şehadete iman edenlerin Cennete gireceklerini müjdele!)
buyurdu. Emirlerini yapmak için sokağa çıktım. Önce, Ömer karşıma geldi. Nereye
gidiyorsun, dedi. Müminlere müjde vermeye gittiğimi anlattım. Bana vurdu. Geri
dön dedi. Ben de döndüm. Gelip Resulullaha anlatırken, Ömer de geldi.
Resulullah, Ömer’e ne yaptığını sordu. O da, anam babam sana feda olsun ya
Resulallah! Ebu Hüreyre’yi, nalın-ı şerifinizle gönderip (kalbinde, kelime-i
şehadete iman bulunanlara Cenneti müjdele) buyurmuşsunuz, dedi. Resulullah
efendimiz de, (Evet) buyurdu. Ömer (Ya Resulallah! Bunu işitenler, buna
güvenerek, farzları, vacipleri yapmakta gevşek davranabilirler) dedi. Resulullah
da bu teklifi kabul buyurdu.
Hazret-i Ömer’in böyle yapması, Resulullahın emrini red etmek değildir. İtaatsız
olmayı göstermez. Resulullaha düşüncesini, görüşünü bildirmiştir. Düşüncesi, ya
kabul buyurulur veya kabul olunmaz. Resulullahın son emri beklenir. Resulullaha
karşı (Anam babam sana feda olsun ya Resulallah!) diyerek, pek edeple,
çok yumuşak, saygı ile söylemesi, emrini yapmaya hazır olduğunu açıkça
göstermektedir. Resulullah, Hazret-i Ömer’i, bu işinden dolayı hiç paylamamış,
Müslümanlar için iyi olduğunu görerek kabul buyurduğundan dolayı da, Ebu
Hüreyre’ye, (Nalınları bırak ve öyle söyleme) buyurmuştur. [Kabul
buyurmasa idi, sen karışma buyurur, Hazret-i Ebu Hüreyre’yi yeniden
görevlendirirdi.]
Böyle işleri yalnız Hazret-i Ömer yapmış değildir. Hazret-i Ali dahil Eshab-ı
kiramın çoğu da yapmıştı.
Peygamber efendimiz de, çoğunu kabul buyurmuştu. Resulullah efendimiz,
(Dünyaya gelen her insan için Cennette veya Cehennemde yer ayrılmıştır)
buyurdu. (Buhari) Dinleyenlerden biri, ya Resulallah! Öyle ise, ibadet yapmasak
da, Allahü teâlâ bize hangisinde yer ayırmış ise, oraya gitsek olur mu? dedi.
Resulullah efendimiz bu kimseye (İbadetlerinizi bırakmayın. Çünkü, Cennete
gideceklere, Cennete götürecek işler yaptırılır. Cehenneme gidecekler de,
Cehenneme götürecek işleri yapar) buyurdu. Sonra, Velleyli suresinin beşinci
âyetini okudu. İşte, Hazret-i Ömer’in konuşması, Resulullahın bu cevabına
benzemektedir. Hatta, Hazret-i Ömer bu konuşmasını, Resulullahın bu hadis-i
şerifine dayanarak yapmıştır. Yani, ya Resulallah! Cahillere bu gibi müjdeleri
söylemenin uygun olmadığını sizden öğrendik. Çokları, Kelime-i şehadete
güvenerek, farzları, vacipleri yapmayı, İslamiyet’e yapışmayı gevşetmesinler
demek istedi. Hazret-i Ömer’in düşüncesinin ancak bu olduğu kabul buyurularak
iyi karşılanmıştır.
Hazret-i Ali de, böyle, saygısızlık sanılan sözleri çok söylemiştir. Hatta,
Nevasıb fırkası, böyle sözlerinden dolayı Hazret-i Ali’ye dil uzatır.
Sapıklardan Abdülhamid Naci, bu sözleri vesikaları ile kitabında yazarak, imam-ı
Ali’yi küçültmeye kalkışmıştır. Endülüs âlimlerinden Ali bin Ahmed ibni Hazm
(Tafsil) kitabında ve Şii âlimlerinden şerif Mürtada (Tenzihül enbiya) kitabında
bunlara cevap verip, Naci’yi red etmişlerdir. (Hucec-i katiyye)
6) İbni Sebeciler, Allah Resulü vefatına yakın (bana kağıt verin, size bir
şeyler yazacağım) dedi. Ömer, bize Kur’an yetişir, sorun sayıklamış olmasın
diyerek engel oldu. Halbuki Hazret-i Ali’nin halife olmasını yazacaktı diyorlar.
CEVAP
Dikkat ederseniz burada da, Allah resulünün isteğine engel oldu diyerek,
sinsi bir şekilde Hazret-i Ömer’e iftira ediyorlar. Allah resulüne itiraz eden,
emrine rağmen buna engel olan kâfir olur demek istiyorlar. Bunların sözleri de
kendileri gibi ne kadar iğrenç!
İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki:
Resulullah vefatına yakın, (Bana kağıt verin, size bir şeyler yazacağım)
buyurunca, oradakilerden bir kısmı, kağıt verip de rahatsız etmeyelim dedi.
Hazret-i Ömer, vahyin son bulduğunu, Cebrail aleyhisselamın artık haber
getirmeyeceğini, rey ve ictihaddan başka bir yolla ahkam çıkarılamayacağını
bilmişti. O anda Resulullahın yazacağı şeyler, ictihadla bulunacak şeyler
olacaktı. Çünkü dinin kâmil olduğu, eksik kalmadığı âyet-i kerime ile de
bildirilmişti. Hazret-i Ömer, bunları düşünerek, Resulullahı o sıkıntılı anda
üzmek istemedi. (Müctehidlerin kıyas ve ictihad etmeleri için, Kur'an-ı kerim
kâfidir) anlamında, (Bize Kur'an yetişir) dedi. Hallerden ve işaretlerden
anlamıştı ki, yazılacak ahkamın ictihadı, hadis-i şeriflerden çıkarılmayıp,
Kur'an-ı kerimden çıkarılacak şeylerdi.
O halde, Hazret-i Ömer'in konuşması, Resulullahı hastalığın şiddetli zamanında
yormamak için merhamet ve şefkatinden idi. Zaten, kağıt istemeleri de emir
değil, başkalarını ictihad zahmetinden kurtarmak için idi. Çünkü, emir şeklinde
olsaydı, emirleri bildirmek lazım olduğundan, kağıdı istemeye önem verir,
isteğinden vazgeçmezdi. Resulullah, ömründe bir şey yazmamıştı. Bundan başka,
(Benden sonra yoldan çıkmayasınız) buyurmuştu. Halbuki, din kâmil olmuş iken,
yoldan çıkmak nasıl olabilirdi? Bununla beraber, yoldan çıkılacaksa, 23 senede
durdurulmayan bir şeyi, durdurmak için bir anda ne yazılabilirdi? Sesler
yükselince, Resulullah, (Çekişmeyin, Peygamberin huzurunda çekişilmez, yanımdan
gidin) buyurdu ve artık, bir şey söylemedi, kağıt kalem de istemedi. Eshab-ı
kiramın bu farklı ictihadı keyif için olsaydı mürted olurlardı. Çünkü, Server-i
âleme karşı ufak bir edepsizlik küfürdür.
Halbuki, bir müctehidin, başkasının ictihadına uyması yasaktır. Hadid suresinin
onuncu âyetinde hepsi Cennetlik olduğu bildirilen Eshab-ı kiram, ana babalarını,
çocuklarını, ailelerini, o Servere feda etmişlerdi. Ona olan imanları, ihlasları
o kadar çoktu ki, tıraş olunca, mübarek saçlarını, sakal kesintilerini yere
düşmeden kapışırlar, bir kılını taşımayı, taç ve tahttan kıymetli bilirlerdi.
Koca Roma ordularını yere seren, kaleleri, ülkeleri fetheden Halid ibni Velid,
bütün bu başarılarının, başında taşıdığı bir sakal-ı şerif sayesinde olduğunu
söylemişti. (Mektubat-ı Rabbani)
O sırada (Yanımdan gidin) buyurması, Refik-ı a'lâ'yı istediğini
göstermektedir. (Kurret-ül ayneyn)
Resulullah, birçok işte, Eshabına danışırdı. Eshab-ı kiramın dediklerine uygun
vahy de gelirdi. Hazret-i Ömer'in fikrini söylemesi, bunun için idi. Resulullah,
Hazret-i Ömer'in sözünü doğru bulup, bir daha istemedi. Perşembeden Pazartesi
gününe kadar, bir daha bunu tekrar etmedi. Arzu etseydi, bu günlerde yine
emrederdi. Yazılması lazım olsaydı, tekrar istemesi lazım olurdu. Bu iş,
Hazret-i Ömer'in, Resulullah yanındaki kıymetini, şerefini gösteren bir
vesikadır.
(Sorun, sayıklamış olmasın) demesi, (O sayıklamaz, hep doğru söyler. Bunun için,
iyi anlamak için sorun) demektir. Bununla beraber, bu sözü Hazret-i Ömer'in
dediğini bildiren sağlam haber de yoktur.
Bir an söylemiş olduğunu kabul etsek bile:
Peygamberlerin yanılması ve unutması caizdir. Hatta olmuştur. Zülyedeyn
hadisinde bildirildiği gibi, Peygamberimiz dört rekatlı farz namazda, ikinci
rekatta selam verdi. Zülyedeyn: (Ya Resulallah! Namazı iki rekat mı kıldınız,
yoksa unuttunuz mu?) dedi. Zülyedeynin sözünün doğru olduğu anlaşılınca,
Resulullah kalkarak, iki rekat daha kıldı ve secde-i sehv yaptı. Hasta değil
iken ve sıkıntısı yok iken, insanlık icabı, yanılması caiz olunca, ölüm
hastalığında, şiddetli ağrıları varken, istemeyerek, düşünmeden söylemesi de
elbet, caiz olur. Niçin caiz olmasın ve bununla, İslamiyet’e itimat, güven
kalmasın? Çünkü, Allahü teâlâ, Peygamberinin yanıldığını, unuttuğunu, vahiy ile,
kendisine bildirmişti ve doğrusunu, yanlışından ayırmıştı. Bir Peygamberin
yanlış yolda kalması caiz değildir. Yanıldığı, vahiy ile hemen bildirilir. Böyle
olmasaydı, İslamiyet’e güven kalmazdı. Demek oluyor ki, İslamiyet’e güven
kalmamasına sebep, yanılmak ve unutmak değildir. Yanılmasının ve unutmasının,
kendisine bildirilmemesi, düzeltilmemesidir. Bu ise, caiz değildir. Yani hemen
bildirilir.
Hazret-i Ömer’in kağıt getirmeye mani olması, emre uymamak değildi. Böyle
şeyden, Allah’a sığınırız! Peygamberimizin vezirleri, yardımcıları, en iyi ahlak
sahibi idi. Bunlardan biri, hiç böyle saygısızlık yapar mı? Hatta, bir kere veya
iki kere sohbette bulunmakla şereflenen en aşağı derecedeki Sahabinin bile,
hatta iman ile şereflenip, Ona ümmet olan herhangi bir kimsenin, Onun emrine
uymaması düşünülemez. Muhacirlerin ve Ensarın en büyüklerinden olan ve en kıymet
verdiği yardımcıları bulunan büyükler için böyle şey düşünülebilir mi? Allahü
teâlâ, insaf versin de, din büyüklerine, böyle kötü gözle bakmasınlar.
Anlamadan, dinlemeden, ağızlarına gelenleri söylemesinler.
Hazret-i Ömer’in maksadı, sormak, anlamak idi. Nitekim, (Sorunuz) demişti. Yani
kağıdı elbette istiyorsa, getiriniz demek istedi. Eğer, istemiyorsa, bu nazik
zamanda, kendisini üzmeyelim demek idi. Çünkü, vahiy ile ve emir olarak
isteseydi, kağıdı tekrar ve ehemmiyet ile isterdi. Kendisine emir olunan şeyi
yazardı. Peygamberin vahyi bildirmesi lazımdır. Kağıdı istemesi vahiy ile, emir
ile olmayıp, ictihad ve arzu ile bir şey yazacak ise, bu nazik zaman, buna
elverişli olur veya olmaz. Vefatından sonra ümmeti ictihad edecektir. Dinin
temeli olan Kur’an-ı kerimden, ictihad ile, emirler çıkaracaktır. Kendisi
hayatta iken ve vahiy gelmekte iken, ümmeti ictihad etmekte idi. Vefat edip,
vahiy kesilince, ilim sahiplerinin ictihad etmeleri elbet makbul olur.
Peygamberimiz, kağıdı tekrar ve ehemmiyet ile istemedi. Hatta, vaz geçti.
Böylece, vahiy olmadığı anlaşıldı. Sayıklama olup olmadığını anlamak için,
duraklamak, hiç yanlış bir iş değildir. (K. Ayneyn)
Melekler, Âdem aleyhisselamın niçin halife olduğunu merak edip, anlamak istedi.
Bekara suresi, otuzuncu âyetinin, (Ya Rabbi! Yeryüzünde, fesat çıkaracak ve
kan dökecek olan kulları mı yaratacaksın? Biz, seni tesbih ediyoruz, hamd
ediyoruz. Seni her türlü ayıptan, kusurdan takdis ediyoruz dedi) meal-i
şerifi, bunu bildirmektedir.
Bunun gibi, Zekeriya aleyhisselam, kendisine, Yahya “aleyhissalatü vesselam”
isminde bir oğul verileceği müjdelendiği zaman, Meryem suresi, sekizinci
âyetinin meal-i şerifinde bildirildiği gibi, (Yarabbi, benim hiç çocuğum olur
mu? Zevcem kısırdır. Ben ise, ihtiyar oldum) dedi.
Hazret-i Meryem de, Meryem suresi, yirminci âyetinin meal-i şerifinde
bildirildiği gibi, (Benim hiç çocuğum olur mu? Bir erkek ile bir araya
gelmedim. Günah da işlemedim) dedi.
Peygamber efendimizden sonra en büyük peygamber olan İbrahim aleyhisselam da,
Bekara suresi, 260. âyetinin meal-i şerifinde bildirildiği gibi şöyle demişti:
(İbrahim, “ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster” dediğinde, Rabbi
“İnanmıyor musun” dedi. İbrahim, inanıyorum ama, kalbimin tatmin olması için
görmek istedim, dedi)
Ulülazim peygamberlerden, kendisine Tevrat verilen Musa aleyhisselam da şöyle
demişti:
(Musa dedi ki: Ey Rabbimiz, sen Firavun ve kavmine dünya hayatında nice
ziynet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz, insanları senin yolundan saptırsınlar
ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler diye mi bu nimetleri
verdin? Ey Rabbimiz, Onların mallarını yok et, kalblerine sıkıntı ver, çünkü
onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar.) [Yunus 88]
Peygamberler, melekler, büyükler, böyle sorup, suç sayılmayınca, Hazret-i
Ömer’in, kağıt getirmesini sorması, neden kusur olsun? Neden kendini şüpheli
duruma düşürsün? (M. Rabbani, 2 c. 96 m.)
İbni sebeciler aynı mantıkla, (Ömer Hudeybiye’de, Resulullahın peygamberliğinden
şüphe etmişti) diyebiliyorlar. Orada da, Hazret-i Ömer aynen, Hazret-i İbrahim
gibi, Allah ve Resulüne olan teslimiyetini bildirmek için, (Ya Resulullah sen
Allah’ın peygamberi değil misin? Biz hak, kâfirler bâtıl yolda değil mi?)
mealindeki sözlerinden dolayı ona saldırıyorlar. Hazret-i Ömer, (Ya resulallah,
(Sen elbette Allah’ın resulüsün, bizim yolumuz elbette hak, kâfirler elbette
bâtıl yoldadır. Zahiren aleyhimize görünen bu anlaşmada asla dinden taviz
verilmemiştir) demek istediğini bütün Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir.
(Kurret-ül-ayneyn)
7) İbni Sebeciler, (İbni Abbas anlatır: Ömer, hutbesinde dedi ki: Hepiniz
biliyorsunuz ki, Allah recm âyetini gönderdi. Hepimiz bu âyeti ezberledik.
Ayrıca, Resulullah recm cezasını tatbik etti, biz de tatbik ettik. Benim endişem
şudur: Aradan uzun zaman geçince, bazıları, "Kitabullah’ta recm cezası yoktur”
diyerek inkâr edebilir. Eğer insanlar, "Ömer Allahü teâlânın kitabına ilavede
bulundu" demeyecek olsalardı, recm âyetini yazardım) mealindeki olayı
anlattıktan sonra, “Bak Ömer dedikodudan korkmasa idi, Kur’ana ilaveler
yapacakmış. Kur’ana ilave yapabilecek birisi, nasıl Müslüman olur?” diyorlar.
CEVAP
Bu olay anlatıldığı gibi mi, yoksa değişik mi? Böyle kabul ederek cevap
veriyoruz:
1- Hutbede bildirildi dendiğine göre, demek ki eshab-ı kiramın hemen
hepsi orada idi. Çünkü Cuma namazı ayrı camilerde değil, tek camide kılınıyordu.
İbni Sebecilerin kendisini sevdiklerini söyledikleri İbni Abbas hazretleri bunu
rivayet ediyor. O da orada idi. Hazret-i Ali de orada idi. Hiç kimse bu söze
itiraz etmediğine göre, olay aynen Hazret-i Ömer’in dediği gibidir. Burada
itiraz edilecek bir husus yoktur.
2- Hazret-i Ömer’in recm âyetini yazardım demesi, Kur’ana ilave değildir.
Hazret-i Ömer, (Kur'an-ı kerimin sonuna haşiye olarak, dip not olarak durumu
izah eden bir açıklama koyabilirdim, ama, bunu istismar edecek olanlar, bak Ömer
Kur'ana ilave yaptı derler diye bu açıklamayı koymadım) demek istemiş
olabilir. Çünkü Hazret-i Ömer, şu mealdeki âyeti bilmiyor muydu: (Eğer o
[peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu
kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel
olamazdınız.) [Hakka 44-47]
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Habibine böyle buyuran Allahü teâlâ Hazret-i
Ömer’e ne yapmaz ki? Hazret-i Ömer’in böyle bir şeyi düşünmesi bile imkansızdır.
Aynı zihniyetteki kimseler, (Ömer’in böyle bir şerh koyma düşüncesi, Kur’ana
gölge düşürmez mi) diye sorabilirler. Hayır asla mahzuru olmazdı. Çünkü
Hazret-i Ali, âyetlerin altına Resulullah efendimizin yaptığı açıklamaları
koyardı. Hatta bundan dolayı İbni Sebeciler, (Hazret-i Ali’nin Mushaf’ı
ayrıdır) derler. Ayrı bir Mushaf yok, açıklamalı Mushaflar vardır. Hazret-i
Ali açıklama koyunca suç olmuyor da, Hazret-i Ömer koyarsa niye suç olsun ki?
Hepsi Cennetlik olan eshab-ı kiram yanlış iş yaparsa ortada din mi kalır? Çünkü,
Kur’anı da, hadisleri de onlar bildirdiler. Onun için böyle sualleri gündeme
getirmek bile yersizdir.
Bu açıklamalara ilaveten son söz olarak diyelim ki:
(Hazret-i Ali'nin halife olmasını yazacaktı) demek, gaibden haber vermek
olur, boş sözdür. Yazsa idi, Hazret-i Ebu Bekir'i yazardı. Çünkü, hasta iken,
Hazret-i Âişe'ye (Baban Ebu Bekir'i çağır! Ona yazacağım ki, biri çıkıp,
kendisinin Ebu Bekir'den hilafete daha layık olduğunu söylemesin. Allahü teâlâ,
bu konuda yalnız Ebu Bekir'den razıdır) buyurduğu Müslim'de
yazılıdır. (K. Ayneyn)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler eshab-ı kiramın hepsini methetmekte, Cennet
ile müjdelemektedir. Ehl-i sünnet alimleri de kıymetli eserlerinde bunları
methederek nakletmektedir. Bunları lekeleyen, kötüleyen bir şey yoktur. Âyet-i
kerimelerden, hadis-i şeriflerden, bunları küçültecek mana çıkarmak, kalblerin
bozuk, niyetlerin kötü olduğundandır. Anladıkları yanlış, zan ettikleri yersiz
ve hayaldir. Böyle aldanmaları, safrası bozuk olan hastanın şekerin tadını
alamamasına, tatlıyı acı sanmasına benzer. Allahü teâlâ, Al-i İmran suresi,
yedinci âyetinde bunlar için mealen, (Kalbleri bozuk olanlar, hakkı örtmek,
fitne, fesat çıkarmak için Kur’an-ı kerimden yanlış mana çıkarır, yanlış yola
saparlar) buyuruyor. (Reddi Revafıd)