Sual: İman kaç kısımdır?
CEVAP
İman, bir bütün olduğu halde kuvvet yönüyle üç kısımdır:
1- Dinin hükümlerini bilmeyen, ana-babasından gördüğü gibi ibadet eden,
inanan kimsenin imanına taklidi iman denir. Böyle kimsenin imanının gitmesinden
korkulur.
2- Dinin hükümlerini yani farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram,
mekruh ve müfsidi ilmihalden öğrenip amel eden kimselerin imanına, istidlâli
iman yani delil ile anlayarak bilmek denir. Böyle kimselerin imanı kuvvetlidir.
3- Ariflerin imanıdır. Herkes dinsiz olsa, onun kalbine asla şüphe gelmez.
Onun imanı peygamber imanı gibidir. Buna hakiki iman denir.
Peygamber efendimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik edilmez, yani
araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri,
tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikad
etmektir, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş
olur, resulü tasdik etmiş olmaz. Veya, resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur
ki, o zaman peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü,
iman parçalanamaz.
Peygamberlik makamı, aklın üstündedir. Peygamberin sözlerini, akla uydurmaya
çalışmak, Peygamberliğe inanmamak, güvenmemek olur. Ahiret işlerinde, iman
esaslarında Peygambere, akla danışmadan tâbi olmak, uymak gerekir.
Tasavvufta fena makamına yükselmeyen [evliya olmayan] gerçek imana
kavuşamaz.
[Fena, Allah’tan başka her şeyi unutmak, kalbden dünya sevgisini
çıkartmaktır.]
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki:
(Allahü teâlâyı tanımak iki türlüdür:
1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak,
2- Tasavvuf büyüklerinin tanımaları.
Birinci şekildeki imanda nefs azgınlığından vazgeçmemiştir. İman gerçek değil,
mecazidir. Bu iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana geldiği için iman yok
olmaktan korunmuştur. (Ya Rabbi, senden sonu küfür olmayan iman istiyorum)
hadis-i şerifi ve Nisa suresinin, (Ey iman sahipleri, iman edin)
mealindeki 136. âyet-i kerimesi de gerçek imanı bildirmektedir. Bu âyet,
(Gerçek imana kavuşun) manasındadır.
İmam-ı Ahmed hazretleri ilim ve ictihadda çok yüksek dereceye sahip olduğu
halde, gerçek imana kavuşmak için Bişr-i Hafi [ve Zünnun-i Mısri] hazretleri
gibi evliyanın sohbetinde bulundu.
İmam-ı a'zam hazretleri de, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık
hazretlerinin sohbetinde bulunduktan sonra, (Bu iki yıl olmasaydı, Numan helak
olurdu), yani (Gerçek imana kavuşamazdım) buyurmuştur. Her iki imam da ilimde ve
ibadette son derece ileri oldukları halde, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde
bulunarak marifeti ve bunun meyvesi olan gerçek imanı elde ettiler.) [C.2,
m.106]
Senaullah-i Dehlevi hazretleri ise buyuruyor ki:
(Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara suresinin,
(Allahü teâlâ imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi ve,
(Allahü teâlâ, kullarının imanlarını geri almaz. Fakat âlimleri yok ederek ilmi
geri alır) hadis-i şerifi, gerçek imanın ve batın ilminin geri
alınmayacağını göstermektedir.) [İrşad-üt-talibin]
Taklit ile iman
Sual: Ehl-i sünnet olup olmadığı bilinmeyen, fakat âlim denilen bir zata
uymak caiz midir?
CEVAP
Ehl-i sünnet âlimi olduğu anlaşılmayan kimsenin sözlerinin, kitaplarının ve
kendisinin övülmesine, yaldızlı, ateşli propagandalara aldanarak, buna uymak
caiz değildir. Güvendiği kimselere sormadan, iyi olduğu bilinmeden, itikadında,
sözlerinde ve ibadetlerinde ona uymak, insanı felakete götürebilir.
Müslüman olmak için, yani Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini,
sıfatlarını anlamak için, zaten kimseyi taklide ihtiyaç yoktur. Fen bilgilerini
iyi öğrenen, aklı başında bir kimse, yalnız düşünmekle, Onun var olduğunu anlar.
Bu yolla Allah’ın var olduğunu anlayan kimse, Müslümanlığı kabul ederse,
dinimizin kabul ettiği imana kavuşur. Eseri görerek müessirin, yani eseri
yapanın varlığını anlamamak, ahmaklık olur. Her insanın böyle düşünerek Allah’a
inanması dinimizin emridir. Allah’a inanan kimsenin de, hak din olan İslam’ı
bulması gerekir. Hak dine inanmadan ben Allah’a inandım demek iman olmaz.
Allah’ın bildirdiği dine Onun bildirdiği şekilde inanmayan, Allah’a inanmış
sayılır mı hiç?
İtikadda, taklit ederek, işittiğine iman etmek caiz ise de, nazar ve istidlal
etmediği için, yani inceleyip araştırmadığı için, günah işlemiş olur. Amelde,
ibadetlerde, araştırmadan, bir mezhep imamına tâbi olmak âlimlerin söz birliği
ile caizdir. (Hadika)
Ana babasını, hocalarını taklit ederek, doğru itikada kavuşan kimsenin imanı
sahih ise de, nazarı ve istidlali terk ettiği için, yani fen bilgilerini kısaca
öğrenip, Allahü teâlânın varlığını düşünmediği için, günah işlemiştir. Fen
derslerini öğrenmemiş bir kimse, ana babadan, kitaptan öğrenerek iman ettiği,
düşünerek kabul ettiği, aklını kullanarak inandığı için, istidlali terk etmiş
sayılmaz diyen âlimler de vardır.
İtikad edilecek şeyleri sorup öğrendikten sonra, hemen iman hasıl olmuyor ki,
buna taklit denilsin. Öğrendikten sonra, düşünmek, beğenmek ve kabul etmek,
ondan sonra iman etmek hasıl oluyor. İslam’ın istediği iman budur. Öğrendikten
sonra, düşünmeden, beğenmeden, izansız olan iman, taklit ile iman olur. Delilsiz
olur. Kâfirlerin, ana babalarını görerek kâfir olmaları böyledir. İslam’ın
istediği iman, insanın izan ile, delil ile, kendi kararı ile olan imandır.
Kâfirlerin küfrü, kendilerinden hasıl olmayıp, ana babalarından alınmaktadır.
Onlardan kendilerine mal olmaktadır.
İmanda taklidin yeri yoktur. İbadetlerde taklit, Allahü teâlânın emri ile hasıl
olduğu için, öğretenler de, öğrenenler de, Cennete kavuşacaklardır.
Peygamber efendimizin, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine kalb
ile inanıp, dil ile de söylemeye İman denir. İmanın yeri Kalbdir.
Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvettir. Buna gönül de
denir. İmanı söylemeye engel bulunduğu zaman, söylememek affolur. Mesela
korkutulduğu, dilsiz olduğu, söyleyecek vakit bulamadan öldüğü zaman, söylemek
gerekmez. Anlamadan, taklit ederek inanmak da, iman olur. Allahü teâlânın var
olduğunu anlamamak, düşünmemek günah olur. Bildirilenlerden birine inanmamak,
hepsine inanmamak olur. Her birini bilmeden, hepsine inandım demek de, iman
olur.
İstidlal ile iman
Sual: İstidlal ile yani akıl ile bularak hasıl olan iman, taklit ile yani
başkasına uyarak hasıl olan imandan daha üstün değil midir?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberleri taklit ederek hasıl olan iman, iman-ı istidlalidir. Çünkü böyle
taklit eden kimse, Peygamberlerin bildirdiği her şeyin doğru olduğunu, aklı ile,
düşüncesi ile anlamıştır. Çünkü Allahü teâlânın, bir kimsenin doğru olduğunu
bildirmesi için, ona, mucizeler vermesinden, o kimsenin elbette doğru sözlü
olduğu anlaşılır. Başkasına uyarak hasıl olan imanın kıymetsiz olması,
babalarından görerek iman etmektir. Peygamberlerin doğru söylediklerini,
bildirdikleri her şeyin doğru olduğunu düşünmeden, yalnız ana babadan görerek
hasıl olan imandır. Böyle olan iman-ı taklidi, âlimlerin çoğuna göre
kıymetsizdir. Mantığa dayanarak, akıl ile, düşünce ile hasıl olan imana gelince,
bu yoldan da dinin bildirdiği imana gidilebilir. Fakat bu yoldan kavuşan pek
azdır. Peygamberleri taklit etmeye dayanmadan, yalnız istidlal ile iman hasıl
etmeye çalışanlara yazıklar olsun! Allahü teâlâ, imanın nasıl elde edileceğini
bize gösteriyor. Al-i İmran suresinin 53 âyetinde, (Ya Rabbi, senin
indirdiğine inandık, Resulüne uyduk) buyuruldu. (1/ 272)
Mukallitlikten kurtulmak
Sual: İmanda mukallitlikten kurtulmak için neyi bilmek lazımdır?
CEVAP
Yer, gök ve canlılardaki, kendi organlarındaki düzeni görüp, işitip, öğrenip
de bunları yapan bir varlığın mevcudiyetini düşünmek, mukallit olmaktan çıkarır.
Hepimiz imanda mukallit değil, amelde mukallidiz.