Sual: Resulullaha tâbi olmanın önemi nedir, tâbi olmak için ne yapmalı?
CEVAP
Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve
kusursuz sevmek lazımdır. Bunun alameti de, Onun düşmanlarını düşman bilmek, Onu
beğenmeyenleri sevmemektir. Muhabbete müdahene, yani gevşeklik sığmaz. Aşıklar,
sevgililerinin divanesi olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle
uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan
birini sevmek, diğerine düşmanlığı icap eder.
Resulullahı sevmek, bütün Müslümanlara farz-ı ayndır. Onun sevgisi bir gönüle
yerleşirse, İslamiyet’i yaşama, imanın ve İslam’ın tadına, doyulmaz zevkine
ermek ne kadar kolay olur. Bu sevgi, iki cihanın efendisine tam uymaya sebeptir.
Bu sevgiyle Allahü teâlânın Habibine ikram ettiği sonsuz ve tarife sığmaz
nimetlere ve bereketlere kavuşmakla şereflenilir. Küçük, büyük her Müslümanı
doğrudan doğruya Resulullahın sevgisine götüren Ehl-i sünnet âlimleri ve
kitapları bu bereketlerin senetleridir.
Bu dünya nimetleri geçicidir ve aldatıcıdır. Bugün senin ise, yarın
başkasınındır. Ahirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyada iken kazanılır.
Bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan, Muhammed
aleyhisselama tâbi olarak geçirilirse, seadet-i ebediyye, sonsuz necat, kurtuluş
umulur. Yoksa Ona tâbi olmadıkça, her şey, hiçtir. Ona uymadıkça, her yapılan
hayır, iyilik, burada kalır, ahirette ele bir şey geçmez.
Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama tâbi olanlara
mahsustur. Dünyada yapılan hayrat ve hasenat, yani bütün iyilikler, bütün
keşfler, bütün hâller ve bütün ilimler Resulullahın yolunda bulunmak şartı ile,
ahirette işe yarar. Yoksa, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine tâbi
olmayanların yaptığı her iyilik, dünyada kalır ve ahiretin harap olmasına sebep
olur. Yani, iyilik şeklinde görünen, birer istidractan başka bir şey olamaz.
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kâfir olarak ölenlerin işleri, dünyada da, ahirette de boşa gider.)
[Bekara 217]
(Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi
ki, bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr eden kâfirleri
elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56]
(Kâfirlerin [iyi] işleri, engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan
kimse onu uzaktan su sanır. Ama, yanına varınca, umduğunu bulamaz. [Kâfir
de, kıyamette, iyiliklerini serap gibi yapan, yani yok eden] Allah’ı bulur ve
Allah da onun hesabını eksiksiz görür.) [Nur 39]
(Rablerini inkâr edenlerin [imansızların faydalı] işleri, fırtınalı bir
günde, rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer; o işlerin hiç faydası olmaz.)
[İbrahim 18]
(Kâfirlerin [beğenerek] yaptığı bütün işler, kıyamette boşa gider.)
[Tevbe 17]
(İmansızın ameli boşa gider, ahirette de ziyana uğrar.) [Maide 5]
(Kâfirlere ahirette yalnız Cehennem vardır. Emekleri boşa gider.) [Hud 16]
(Kıyamette onların yaptıkları her işi toz duman ederiz.) [Furkan 23]
(Kıyamette en çok ziyana uğrayanlar, iyi işler yaptıklarını sanıp da, bütün
çabaları boşa gidenlerdir.) [Kehf 103-104]
Bir kimse, binlerce sene ibadet etse ve ömrünü, nefsini temizlemekle geçirse ve
güzel huyları ile yanındakilere ve keşf ettiği aletler ile, bütün insanlara
faydalı olsa, Muhammed aleyhisselama tâbi olmadıkça, İslam dinine inanıp
müslüman olmadıkça ebedi saadete kavuşamaz.
İşte âyet-i kerime mealleri:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [A.İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.)
[A.İmran 85]
(Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.)
[Muhammed, 33]
(Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu, içlerinden ırmaklar akan
Cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır.) [Feth
17]
(Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün: Eyvah bize! Keşke Allah’a itaat
etseydik, Peygambere de itaat etseydik! derler.) [Ahzab 66]
Ahirette azaplardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya
bağlıdır. Onun gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona
tâbi olan, Allahü teâlâya sadık kul olmak saadetine erer. Dünyaya gelmiş olan
yüzyirmidörtbinden ziyade Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi olmayı istemiştir.
Musa aleyhisselam Onun zamanında bulunsaydı, o büyüklüğü ile beraber, Ona tâbi
olmayı severdi. İsa aleyhisselamın gökten inip, Onun dini yolunda yürüyeceğini
herkes bilir. Onun ümmeti olan müslümanlar, Ona tâbi oldukları için, bütün
insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu bunlar oldu
ve Cennete herkesten önce gireceklerdir.
Ona tâbi olmak, yani Ona uymak, Onun gittiği yolda yürümektir. Onun yolu,
Kur’an-ı kerimin gösterdiği yoldur. Bu yola İslam Dini denir. Ona uymak için,
önce iman etmek, sonra Müslümanlığı iyice öğrenmek, sonra farzları eda edip,
haramlardan kaçınmak, daha sonra, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmak
lazımdır. Bunlardan sonra, mubahlarda da Ona uymaya çalışmalıdır.
İman etmek, Ona tâbi olmaya başlamak ve saadet kapısından içeri girmek demektir.
Allahü teâlâ Onu, dünyadaki bütün insanları ebedi saadete davet için gönderdi.
Âyet-i kerimelerde mealen buyuruldu ki:
(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat
insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]
(Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.)
[Ahzab 21]
Ona tâbi olarak yapılanlar makbuldür. Mesela, Ona uyan bir kimsenin, gün
ortasında bir parça uyuması, Ona uymaksızın, birçok geceyi ibadetle geçirmekten,
kat kat daha kıymetlidir. Çünkü, kaylule etmek, yani öğleden önce biraz uyumak
âdet-i şerifesi idi.
Mesela Onun dini emrettiği için, bayram günü oruç tutmamak ve yiyip içmek, Onun
dininde bulunmayıp senelerce tutulan oruçlardan daha kıymetlidir. Onun dininin
emri ile fakire verilen az bir şey ki, buna zekat denir, kendi arzusu ile, dağ
kadar altın sadaka vermekten daha efdaldir.
Emir-ül-müminin Ömer radıyallahü anh bir sabah namazını cemaatle kıldıktan
sonra, cemaate bakıp, bir kimseyi göremeyince sordu: Eshabı; “Geceleri sabaha
kadar ibadet ediyor. Belki şimdi uyku bastırmıştır” deyince, Emir-ül-müminin;
“Keşke bütün gece uyuyup da, sabah namazını cemaatle kılsaydı, daha iyi olurdu”
buyurdu.
İslamiyet’ten sapıtmış olanlar, sıkıntı çekip ve mücahede edip, nefslerini
körletiyor ise de, İslamiyet’e uygun yapmadıklarından kıymetsizdir ve hakirdir.
Eğer bu çalışmalarına ücret hasıl olursa, dünyada birkaç menfaatten ibaret
kalır. Halbuki, dünyanın hepsinin kıymeti ve ehemmiyeti nedir ki, bunun
birkaçının itibarı olsun. Bunlar, mesela çöpçüye benzer ki, çöpçüler herkesten
daha çok çalışır ve yorulur. Ücretleri de herkesten aşağıdır. İslamiyet’e tâbi
olanlar ise, latif cevahir ve kıymetli elmaslar ile meşgul olan mücevherciler
gibidir. Bunların işi az, kazançları pek çoktur. Bazen bir saatlik çalışmaları,
yüz binlerce senenin kazancını hasıl eder. Bunun sebebi şudur ki, İslamiyet’e
uygun olan amel, Hak teâlânın makbulüdür, çok beğenir.
Böyle olduğunu kendi kitabının çok yerinde bildirmiştir. Mesela, Âl-i İmran
suresi, otuz birinci âyetinde mealen; “Ey sevgili Peygamberim! Onlara de ki,
eğer Allah’ı seviyorsanız ve Allah’ın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi
olunuz! Allah bana tâbi olanları sever” buyuruyor.
İslamiyet’e uymayan şeylerin hiçbirisini Hak teâlâ sevmez, beğenmez. Sevilmeyen,
beğenilmeyen şeye sevap verilir mi? Belki cezaya sebep olur.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerimde, Nisa suresi, sekseninci âyetinde, Muhammed
aleyhisselama itaat etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde,
Onun Resulüne itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kat’i ve
kuvvetli olduğunu bildirmek için, âyet-i kerimede; “Elbette muhakkak
böyledir” buyurdu ve bazı doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati birbirinden
ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Âyet-i kerimede mealen buyuruldu ki:
(Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol
tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151]
Bütün insanlara önce lazım olan şey, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında
bildirdikleri gibi bir iman ve itikad edinmektir. Peygamberimiz Muhammed
aleyhisselamın yolunu bildiren, Kur’an-ı kerimden murad-ı ilahiyi anlayan,
hadis-i şeriflerden murad-ı peygamberiyi çıkaran bu büyük âlimlerdir. Kıyamette
kurtuluş yolu, bunların gösterdiği yoldur. Allah’ın Peygamberinin ve Onun
Eshabının yolunu kitaplara geçiren, değiştirilmekten ve bozulmaktan koruyan,
Ehl-i sünnet âlimleridir.
Ehl-i sünnetin reisi, imam-ı a’zam Ebu Hanife Nu’man bin Sabit’tir (radıyallahü
teâlâ anh).
Evliyanın büyüklerinden Sehl bin Abdullah Tüsteri hazretleri buyuruyor ki:
“Eğer Musa ve İsa aleyhimesselamın ümmetlerinde, imam-ı a’zam Ebu Hanife gibi
bir zat bulunsaydı, bunlar Yahudiliğe ve Hıristiyanlığa dönmezdi.”
Muhammed aleyhisselama tâbi olmak ahkam-ı İslamiyeyi yani İslam dininin
emirlerini beğenip, seve seve yapmak ve Onun emirlerini, İslamiyet’in kıymet
verdiği üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini, salihlerini büyük bilip, hürmet
etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak demektir ve dinine uymak istemeyenleri,
beğenmeyenleri, aldırış etmeyenleri zelil, hakir ve aşağı tutmaktır.
İki cihan saadetine kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan,
Muhammed aleyhisselama tâbi olmaya bağlıdır. Ona tâbi olmak için iman etmek ve
ahkam-ı İslamiyeyi öğrenmek ve yapmak lazımdır.
Resulullah efendimize tâbi olmak yedi derecedir:
Birincisi, Ahkam-ı İslamiyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmaktır.
Bütün Müslümanların ve âlimlerin ve zahidlerin ve abidlerin tâbi olması, bu
derecededir. Bunların nefsleri iman etmemiştir. Allahü teâlâ, merhamet ederek,
yalnız kalbin imanını kabul etmektedir.
İkincisi, emirleri yapmakla beraber, Resulullah efendimizin bütün sözlerini
ve âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemektir. Tasavvuf yolunda
yürüyenler bu derecededir.
Üçüncüsü, Resulullah efendimizde bulunan hallere zevklere ve kalbe doğan
şeylere de tâbi olmaktır. Bu derece, tasavvufun “vilayet-i hassa” dediği makamda
ele geçer. Burada, nefs de iman ve itaat eder ve bütün ibadetler, hakiki ve
kusursuz olur.
Dördüncüsü, ibadetler gibi bütün hayırlı işler hakiki ve kusursuz olmaktır.
Bu derece, ulema-i rasihin denilen büyüklere mahsustur. Bu rasih ilimli âlimler,
Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin derin manalarını ve işaretlerini anlar.
Bütün Peygamberlerin eshabı böyle idi. Hepsinin nefsleri iman etmiş, mutmainne
olmuştur. Böyle tâbi olmak, ya tasavvuf ve vilayet yolundan ilerleyenlere veya
bütün sünnetlere yapışarak bütün bid’atlerden kaçanlara nasip olur. Bugün,
dünyayı bid’at kaplamış, sünnetler gayb olmuştur. Bugün, sünnetleri bulup
yapışmak ve bid’at deryasından kurtulmak çok zordur. Bid’atler, âdet hâlini
almıştır. Halbuki âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar
güzel görünseler de, din ve sünnet olamaz.
Beşincisi, Resulullah efendimize mahsus kemalata, yüksekliklere tâbi
olmaktır. Bu kemalat, ilim ve ibadetle ele geçemez. Ancak, Allahü teâlâdan,
lütuf ve ihsan ile gelir. Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler ve bu ümmetin
pek az büyükleridir.
Altıncısı, Resulullah efendimizin mahbubiyyet ve ma’şukiyyet denilen
kemalatına, olgunluklarına tâbi olmaktır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine
mahsustur ve lütuf ile ele geçmez, muhabbet lazımdır.
Yedinci derece, insan vücudunun her zerresinin tâbi olmasıdır. Tâbi metbua o
kadar benzer ki, tâbi olmaklık aradan kalkar. Bunlar da, sanki Resulullah
efendimiz gibi, aynı kaynaktan, her şeyi alır.
Ona uymanın ufak bir zerresi bütün dünya nimetlerinden ve ahiret saadetlerinden
kat kat üstündür. İnsanlık meziyeti ve şerefi Ona tâbi olmaktır. Resulullah
efendimize uymak için Müslümanların Ehl-i sünnetin dört hak mezhebinden birinde
olmaları temel şarttır.
Ey saadete kavuşmak isteyen akıl sahipleri! Bütün gücünüzle Ona tâbi olmaya
çalışınız! Bu devlete, bu nimete mani olan her şeyden kaçınız! Harikalar
gösteren bir din yobazını ve yüksek mevkiler, diplomalar ele geçirmiş olan bir
fen yobazını, yani Ona tâbi olmak şerefinden mahrum olan bir cahili, bir gafili
görürseniz, bunun sözlerinin, yazılarının, radyolardaki, televizyonlardaki
saçmalarının, yalanlarının, insanı felakete sürükleyeceğini ve hiç böyle
gösteriş yapmayan, fakat çok dikkat ile ve titizlikle Ona tâbi olana inanmanın,
Onu sevmenin, felaketlerden kurtarıcı çok kıymetli ilaç olduğunu biliniz!
[Yalnız Kur’an diyen, Kur’anı getirmekle vazifesi bitti, O postacıydı diyen,
Kelime-i şehadetin ikinci kısmına yani Muhammedün Resulullah demeye lüzum yoktur
diyen din düşmanlarına inanmayı, yollarında bulunmayı felaket biliniz. Yaralı
aslandan daha fazla bunlardan kaçınız.]
“Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz!”
Ona tâbi olmak (Ahkam-ı İslamiye)yi beğenip, seve seve yapmak ve Onun
emirlerini ve İslamiyet’in kıymet verdiği, üstün tuttuğu şeyleri ve âlimlerini,
salihlerini büyük bilip, hürmet etmektir ve Onun dinini yaymaya uğraşmak
demektir ve Allahü teâlânın emirlerine uymak istemeyenleri sevmemektir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki;
(Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de
evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara
Müslümanlığı öğretmelisiniz! Öğretmez iseniz mesul olacaksınız.) [Müslim]
(Bir müslümanın evladı ibadet edince, kazandığı sevap kadar, babasına da
verilir. Bir kimse, çocuğuna fısk, günah öğretirse, bu çocuk ne kadar günah
işlerse, babasına da o kadar günah yazılır.) [S. Ebediyye]
Din-i İslam’ın temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir.
Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar
öğretilmediği zaman, İslamiyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, müslümanlara
(Emr-i maruf) yapmayı emrediyor. Yani, benim emirlerimi, bildiriniz, öğretiniz
diyor ve (Nehy-i anilmünker) emrediyor. Yani, yasak ettiğim haramları bildiriniz
ve yapılmasına razı olmayınız, diyor.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz. Emr-i marufu bırakır iseniz, Allahü
teâlâ, en kötünüzü başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.)
[Bezzar]
(Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya verilen sevaba göre, deniz
yanında bir damla su gibidir. Gazanın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i
anilmünker sevabı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir.) [Deylemi]