Sual: Peygamber efendimizin mucizeleri nelerdir?
CEVAP
Çok mucizesi görülmüştür. Bazılarını bildirelim.
Aşağıdaki yazılar (Mir’at-ı Kâinat) kitabından alınmıştır.
Muhammed aleyhisselamın hak Peygamber olduğunu bildiren şahitler pek çoktur.
Ümmetinin Evliyasında hâsıl olan kerametler, hep Onun mucizeleridir; çünkü
kerametler, Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hâsıl olmaktadır.
Muhammed aleyhisselamın mucizeleri, zaman bakımından üçe ayrılmıştır:
Birincisi, mübarek ruhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin
bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır.
İkincisi, bi’setten vefatına kadar olan zaman içindekilerdir.
Üçüncüsü, vefatından kıyamete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.
Bunlardan birincilere, (İrhas) yani, başlangıçlar denir. Her biri de
ayrıca görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mucizeler olmak üzere ikiye
ayrılırlar. Bütün bu mucizeler o kadar çoktur ki, saymak mümkün olmamıştır.
İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir. Bunlardan
bazılarını aşağıda bildireceğiz.
1- Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı kerimdir.
2- En büyük mucizelerinden birisi de, Mirac mucizesidir.
3- Meşhur mucizelerinin en büyüklerinden birisi de, Ay’ı ikiye ayırmasıdır.
Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselam elli
iki yaşında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip,
(Peygamber isen Ay’ı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselam, herkesin ve
hele tanıdıklarının, akrabasının iman etmelerini çok istiyordu. Mübarek ellerini
kaldırıp dua etti. Allahü teâlâ, kabul edip, Ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın,
diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kâfirler, Muhammed bize sihir yaptı
dediler. İman etmediler.
Bu mucize ile ilgili âyet-i kerimenin meali şöyle:
(Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar [müşrikler] bir mucize görünce
hemen yüz çevirirler ve "Eskiden beri devam ede gelen bir sihir [büyü]
derler.) [Kamer 1,2]
4- Muhammed aleyhisselam, bazı gazalarında, susuz kalındığı zaman,
mübarek elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun
bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üçyüz, bazen binbeşyüz,
Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler
ve kullanmışlardır. Mübarek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.
5- Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, (Ya
Resulallah, beni yeme, ben zehirliyim) sesi işitildi.
6- Medine’de, mescid-i nebevide dikili bir hurma kütüğü vardı. Resulullah
hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannane denirdi. Minber yapılınca,
Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler.
Minberden inip, Hannane’ye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim
ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı) buyurdu.
7- Mübarek eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı
sesi gibi, Allahü teâlâyı tesbih ettikleri çok görülmüştür.
8- Bir gün, bir köylüyü imana davet etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş
kızını diriltirsen, iman ederim dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı
çağırdı. Kabir içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. (Dünyaya gelmek ister
misin?) buyurdu. (Ya Resulallah! Dünyaya gelmek istemem. Burada babamın
evindekinden daha rahatım. Müslümanın ahireti, dünyasından daha iyi) dedi. Köylü
bunu görünce, hemen imana geldi.
9- Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir
kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi.
(Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin
Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim
Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum.
Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana
şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu.
Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, her
zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.
10- Medine’de, minberde hutbe okurken, bir kimse, ya Resulallah! Susuzluktan
çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helak oluyor. İmdadımıza yetiş dedi.
Ellerini kaldırıp, dua eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübarek ellerini yüzüne
sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Yine
minberde okurken, o kimse, ya Resulallah! Yağmurdan helak olacağız deyince,
Resul aleyhisselam, tebessüm etti ve (Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da
ihsan eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.
11- Cabir bin Abdullah diyor ki, çok borcum vardı. Resulullaha haber verdim.
Bahçeme gelip, hurma yığınının etrafında üç kere dolaştı. (Alacaklılarını
çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey
eksilmedi.
12- Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri
gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, (ya Resulallah!
Hediyemi niçin kabul etmediniz?Acaba günahım nedir?) dedi. (Senin hediyeni
kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir)
buyurdu. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak
balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber
verdiler. (Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç
eksilmezdi) buyurdu.
13- Resulullahın gaybdan haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır:
Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki,
bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalbli düşmanlarının imana
gelmelerine sebep olmuştur.
İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.
Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve ahirette olacak
şeyleri bildirmesidir.
Burada ikinci ve üçüncü kısımlardan birkaçı aşağıda bildirilecektir.
[İslam’a davetin başlangıcında, müşriklerin eziyetlerinden, sıkıntılarından
dolayı, Eshab-ı kiramın bir kısmı Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Resulullah,
Mekke’de kalan Eshab-ı kiramla beraber, üç sene her türlü görüşme, alış-veriş
yapma, Müslümanlardan başka bir kimse ile konuşmama gibi, bütün içtimai
muamelelerden men olundular. Kureyş müşrikleri, bu karar ve ittifaklarını
bildiren bir ahdname yazarak, Kâbe-i muazzamaya asmışlardı. Her şeye kâdir olan
Allahü teâlâ (Arza) denilen bir çeşit kurdu [ağaç kurdu] o vesikaya musallat
etti. Yazılı bulunan (Bismikellahümme) [Allahü teâlânın ismi ile]
ibaresinden başka, ne yazılı ise, hepsini o kurtcuk yedi, bitirdi. Allahü teâlâ
bu hâli Cibril-i emin vasıtası ile Peygamber efendimize bildirdi. Peygamber
efendimiz de bu hâli amcası Ebu Talibe anlattı. Ertesi gün, Ebu Talib
müşriklerin ileri gelenlerine gelerek, Muhammedin Rabbi Ona şöyle haber vermiş.
Eğer söylediği doğru ise, bu hâli kaldırıp, eskiden olduğu gibi dolaşmalarına,
başkaları ile görüşmelerine mani olmayınız. Eğer söylediği doğru değilse, ben de
Onu artık himaye etmeyeceğim, dedi. Kureyşin ileri gelenleri, bu teklifi kabul
ettiler. Herkes toplanarak Kâbe’ye geldiler. Ahdnameyi Kâbe’den indirerek
açtılar ve Resulullahın buyurduğu gibi, (Bismikellahümme) ibaresinden
başka, bütün yazıların yenilmiş olduğunu gördüler.]
Acem padişahı Hüsrev’den Medine’ye elçiler geldi. Bir gün, bunları çağırıp,
(Bu gece, Kisranızı kendi oğlu öldürdü) buyurdu. Bir müddet sonra, oğlunun
babasını öldürdüğü haberi geldi. [İran şahlarına Kisra denir.]
14- Bir gün, zevcesi Hafsa validemize, (Ebu Bekir ile baban, ümmetimin
idaresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Hazret-i Ebu Bekir’in ve
Hafsa validemizin babası olan Hazret-i Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.
15- Ebu Hüreyre’yi “radıyallahü teâlâ anh” Medine’de, zekât olarak gelmiş
olan hurmaların muhafazasına memur etmişti. Bir kimseyi hurma çalarken yakaladı.
Seni Resulullaha götüreceğim dedi. Hırsız, fakirim, çoluğum çocuğum çoktur
diyerek yalvarınca, bıraktı. Ertesi gün, Resulullah Ebu Hüreyre’yi çağırıp,
(Dün gece bıraktığın adam ne yapmıştı?) buyurdu. Ebu Hüreyre anlatınca,
(Seni aldatmış. Yine gelecektir) buyurdu. Ertesi gece yine geldi ve
yakalandı. Tekrar yalvarıp, Allah aşkına bırak dedi ve kurtuldu. Üçüncü gece,
tekrar gelip yakalanınca, yalvarmaları fayda vermedi. Beni bırakırsan, birkaç
şey öğretirim, sana çok faydası olur, dedi. Ebu Hüreyre kabul etti. Gece
yatarken, (Âyet-el kürsi)yi okursan Allahü teâlâ seni korur, yanına şeytan
yaklaşmaz dedi ve gitti. Ertesi gün, Resulullah efendimiz, Ebu Hüreyre’ye tekrar
sorup cevap alınca, (Şimdi doğru söylemiş. Halbuki kendisi çok yalancıdır. Üç
gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?) buyurdu. Hayır, bilmiyorum
deyince, (O kimse şeytan idi) buyurdu.
16- Rum İmparatorunun orduları ile harp için (Mute) denilen yere asker
gönderdiğinde, sahabeden üç emirin arka arkaya şehid olduklarını, kendisi,
Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek
yanındakilere haber verdi.
17- Muaz bin Cebeli vali olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar
uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. (Seninle dünyada artık buluşamayız)
buyurdu. Hazret-i Muaz Yemen’de iken Resulullah efendimiz Medine’de vefat etti.
18- Vefat ederken, mübarek kızı Fatıma’ya, (Akrabam arasında bana evvela
kavuşan sen olacaksın) buyurdu. Altı ay sonra Hazret-i Fatıma vefat etti.
Akrabasından ondan evvel kimse vefat etmedi.
19- Kays bin Şemmasa, (Güzel olarak yaşarsın ve şehid olarak ölürsün)
buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir halife iken Yemamede Müseylemet-ül-Kezzab ile
yapılan muharebede şehid oldu.
Hazret-i Ömer’in ve Hazret-i Osman’ın ve Hazret-i Ali’nin şehid olacaklarını
dahi haber verdi.
20- Acem padişahı Kisranın ve Rum padişahı Kayserin memleketlerinin
Müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını
müjdeledi.
21- Ümmetinden çok kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan
Ümmi Hiram’ın o gazada bulunacağını haber verdi. Hazret-i Osman halife iken
Müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da beraber
idi. Orada şehid oldu.
22- Mübarek kızı Fatıma’nın oğlu Hasan “radıyallahü teâlâ anhüma” için,
(Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, Müslümanlardan iki büyük ordunun sulh
etmesine bunu sebep yapacaktır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Muaviye’ye
“radıyallahü anh” karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, Müslümanların
kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muaviye’ye “radıyallahü anh”
teslim etti.
23- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp, (Senin bir oğlun olacak.
Doğduğu zaman bana getir!) buyurdu. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezan ve
ikamet okuyup, mübarek ağzının suyundan ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup
annesinin kucağına verdi. (Halifelerin babasını al, götür!) buyurdu.
Hazret-i Abbas, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, böyle söyledim. Bu çocuk
halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffah, Mehdi ve İsa aleyhisselamla namaz
kılan bir kimse bulunacaktır) buyurdu. Abbasiyye devletinin başına çok
halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbas’ın soyundan oldu.
24- Eshabından çok kimseye hayır dualar etmiş, hepsi kabul olunarak
faydalarını görmüşlerdir. Hazret-i Ali buyuruyor ki:
Resulullah beni Yemen’e kadı [Hâkim] olarak göndermek istedi. Ya Resulallah! Ben
kadılık yapmasını bilmiyorum dedim. Mübarek elini göğsüme koyup, (Ya Rabbi!
Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!) buyurdu.
Bundan sonra bana gelen şikâyetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere
hükmederdim.
25- Nabiga ismindeki meşhur şair şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar
arasında meşhur olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) duasını buyurdu.
Nabiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.
26- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Resulullahı çok üzdü. Çirkin şeyler
söyledi. Buna çok üzülüp, (Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini musallat
eyle!) buyurdu. Uteybe, Şam’a ticaret için giderken bir gece arkadaşlarının
arasında yatıyordu. Bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra
Uteybe’ye gelince, kaptı parçaladı.
27- Acem padişahı Hüsrev Pervize iman etmesi için mektup gönderdi. Alçak
Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehid eyledi. Peygamber efendimiz
bunu işitince, çok üzüldü ve (Ya Rabbi! Onun mülkünü parçala!) buyurdu.
Resulullah hayatta iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Hazret-i Ömer
halife iken, acem memleketinin tamamını Müslümanlar feth edip, Hüsrev’in nesli
de, mülkü de kalmadı.
28- Allahü teâlâ, Habibini belalardan korurdu. Ebu Cehil, Resulullahın en
büyük düşmanı idi. Kâbe-i muazzama yanında namaz kılarken, alçak Ebu Cehil, tam
zamanıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı.
Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir
hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp
ateşe atacaklardı. Bunu Müslümanlar işitip, Resulullah efendimize sorduklarında,
(Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.
29- Resulullah efendimiz bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip,
ikincisine mübarek elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti.
İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı
giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.
30- Selman-ı Farisi, hak din aramak için, İran’dan çıkıp çeşitli
memleketleri dolaşmaya başladı. Beni Kelb kabilesinden bir kervan ile
Arabistan’a gelirken Vadi’-ul kura denilen mevkide hainlik edip bir yahudiye
köle diye sattılar. Bu da, akrabası, Medineli bir yahudiye köle olarak sattı.
Hicrette Resulullahın Medine’ye teşriflerini işitince, çok sevindi. Çünkü,
kendisi nasrani âlimi idi. En son rehberi büyük bir âlimin tavsiyesi ile, ahir
zaman Peygamberine iman etmek için Arabistan’a gelmişti. O âlim, Resulullahın
vasıflarını öğretmiş, Onun hediye kabul edip, sadaka kabul etmediğini, iki omuzu
arasında mühr-ü nübüvvet olduğunu ve pek çok mucizeleri olduğunu Selman’a
bildirmişti. Selman-ı Farisi, Resulullaha sadakadır diyerek hurma getirdi.
Resulullah onlardan hiç yemedi. Hediyedir diye bir tabakta yirmibeş kadar hurma
getirdi. Resulullah efendimiz ondan yedi. Bütün Eshab-ı kiram da yediler.
Yenilen hurma çekirdekleri bin kadardı. Resulullahın bu mucizesini de gördü.
Ertesi gün bir cenaze defninde mühr-ü nübüvveti görmek arzu etti. Resulullah,
bunu anlayıp mübarek gömleğini sıyırarak mühr-ü nübüvveti gösterdi. Selman hemen
imana geldi. Birkaç sene sonra 300 hurma ağacı ile binaltıyüz dirhem altın
ödemek şartı ile azat edilmesine söz kesildi. Resulullah bunu işitti. Mübarek
elleri ile ikiyüzdoksandokuz hurma ağacı dikti. Ağaçlar o sene meyve vermeye
başladı. Birini Ömer “radıyallahü teâlâ anh” dikmişti. Bu ağaç meyve vermedi.
Resulullah efendimiz, bunu çıkarıp mübarek elleri ile tekrar dikti. Bu da hemen
meyve verdi. Bir gazada, ganimet alınan, yumurta kadar altını Selman’a
“radıyallahü teâlâ anh” verdiler. Resulullaha gelip, bu gayet azdır. Binaltıyüz
gram çekmez dedi. Mübarek ellerine alıp tekrar Selman’a verdi. (Bunu sahibine
götür) buyurdu. Yarısı ile efendisine olan borcunu ödedi. Yarısı da,
Hazret-i Selman’a kaldı.
31- Kureyş kâfirlerinden Velid bin Mugire, As bin Vail, Haris bin Kays,
Esved bin Yagus ve Esved bin Muttalib, Resulullaha cefa ve eziyet etmekte
başkalarından aşırı gidiyorlardı. Cebrail aleyhisselam gelip, (Seninle alay
edenlere cezalarını veririz...) mealindeki Hicr suresinin 95. âyetini
getirip, Velidin ayağına, ikincisinin ökçesine, üçüncüsünün burnuna,
dördüncüsünün başına, beşincisinin gözlerine işaret etti. Velid’in ayağına bir
ok battı. Çok kibirli olduğundan, eğilerek oku çıkarıp atmak, kendine ağır
geldi. Demiri topuk damarına batıp, siyatik hastalığına yakalandı. As’ın
ökçesine diken battı. Tulum gibi şişti. Harisin burnundan devamlı kan geldi.
Esved bir ağaç altında neşeli otururken, kafasını ağaca vurup, diğer Esved de,
a’ma olup, hepsi helak oldular.
32- Devs kabilesinin reisi Tufeyl, hicretten önce, Mekke’de imana gelmişti.
Kavmini imana davet için Resulullahtan bir alamet istedi. (Ya Rabbi! Buna bir
âyet (delil) ihsan eyle) buyurdu. Tufeyl, kabilesine gidince, iki
kaşı arasında bir nur parladı. Tufeyl, ya Rabbi! Bu alameti yüzümden giderip
başka yerime koy. Bunu yüzümde görenlerden bazısı, kendi dinlerinden çıktığım
için cezalandırıldığımı zannederler dedi. Duası kabul olup, nur yüzünden gitti.
Elindeki kamçının ucunda kandil gibi parladı. Kabilesindekiler zamanla imana
geldiler.
33- Hicretin yedinci senesinde Resulullah efendimiz, Habeş padişahı
Necaşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’a ve Acem padişahı Husrev’e ve Bizansın
Mısır’daki valisi Mukavkas’e ve Şam’daki valisi Haris’e ve Umman Sultanı
Semame’ye mektuplar göndererek, hepsini imana davet etti. Mektupları götüren
elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri
söylemeye başladılar.
Molla Abdurrahman Caminin (Şevahid-ün-nübüvve) kitabında ve Yusuf-i
Nebhani’nin (Huccetullahi alel-âlemin) kitabında, Resulullah efendimizin daha
nice mucizeleri yazılıdır.
Save gölünün kuruması
Sual: Peygamber efendimiz doğduğu zaman, Kâbe’deki putlar yüzüstü yıkılıyor,
Kisra’nın sarayı çöküyor, bin yıldan beri Mecusilerin yanan ateşi sönüyor. Bir
de Save gölünün kuruduğu bildiriliyor. Save gölünün suçu ne idi de kurudu?
CEVAP
Cansız varlıkların ne suçu olur ki, yani suçu olduğundan değil, bu gölü halk
mukaddes sayar, kuruyacağına asla ihtimal vermezlermiş. Çok tuzlu imiş, sağdan
soldan su gelmiyor, su seviyesi hep aynı, hiç eksilme olmuyormuş, derinliği beş
metre yüzeyi 12,5 km imiş. Bu göl bir anda kuruyor. Bunun aksine, Şam tarafında
bin yıldan beri suyu akmayan ve kurumuş olan Semave Nehrinin vadisi de, o gece,
su ile dolup taşarak akmaya başlıyor. Bu tür olaylar cansız varlıkların suçu
falan olduğu için değil, onları mukaddes sayan insanları ikaz için, ibret
almaları için ve daha başka hikmetler yüzünden ihsan ediliyor.