Sual: Bugün Hıristiyan batı, tıp ilminde ileri gittiği halde, AIDS
gibi hastalıklara maruz kalmalarının sebebi nedir?
CEVAP
Hıristiyanlığın en revaçta olduğu orta çağda, büyük tıp âlimleri, yalnız
müslümanlardı ve Avrupalılar Endülüs’e tıp tahsil etmeye gelirlerdi. Çiçek
hastalığına karşı aşıyı bulanlar, müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen
Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupa’ya götürdü ve haksız olarak
Çiçek aşısını bulan kimse unvanını aldı. Halbuki, tam bir zulmet diyarı
olan o zamanki Avrupa’da insanlar, hastalıktan kırılıyordu. Fransa kralı On
beşinci Louis 1774’de çiçekten öldü. Avrupa uzun zaman veba ve kolera
salgınlarına uğradı. Birinci Napolyon 1798’de Akka kalasını muhasara
ettiği zaman, ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca,
düşmanı olan Müslüman Türklerden yardım istemek zorunda kalmıştı. O zaman
yazılan bir Fransız eserinde şöyle demektedir:
(Türkler, ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz
giyinmiş, nur yüzlü kimselerdi. Önce dua ettiler ve sonra ellerini bol su ve
sabun ile uzun uzadıya yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle
yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. Sonra
hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkün olduğu kadar onlara
yaklaşmamasını tembih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar ve onlara yeni
elbiseler giydirdiler. En nihayet tekrar ellerini yıkadılar ve hastaların
bulunduğu yerlerde öd ağacı yakarak ve tekrar dua ederek ve bizden hiç bir ücret
almadan yanımızdan ayrıldılar.)
Demek oluyor ki, iki asır evveline kadar batılılar hastalıklara karşı tamamen
çaresizdi ve ancak sonradan müslümanlardan öğrenerek ve tecrübeler yaparak
[dinimizde emrolunduğu gibi gayret ederek] bugünkü tıp ilmini öğrendiler.
Hakiki müslüman, hem temiz olur, hem de, sıhhatine çok dikkat eder. Bir zehir
olan alkollü içkileri içmez. Çeşitli tehlikeleri ve zararları olduğu bugün
açıkça ispat edilen domuz etini yemez. Livata yapanlarda AIDS ismindeki bulaşıcı
hastalığın virüsünün, domuzlarda bulunduğu tespit edilmiştir.
Bugün, bütün üniversitelerde okutuluyor ki, doktorluk iki kısımdır: Biri
hijyen, sıhhati korumak, ikincisi terapötik, hastaları iyi
etmektir. Bunlardan birincisi önce gelmektedir. İnsanları hastalıklardan
korumak, sağlam kalmayı sağlamak, tıbbın birinci vazifesidir. Hasta insan, iyi
edilse de, çok kere, arızalı, çürük kalır. İşte İslamiyet, tababetin birinci
vazifesini, hijyeni garanti etmiştir.
Peygamber efendimiz, Rum imparatoru Heraklius ile mektuplaşırdı. Birbirlerine
elçi gönderirlerdi. Bir defa, Heraklius birçok hediye göndermişti. Bu
hediyelerden biri de, bir doktor idi. Doktor gelince, (Efendim! İmparator
hazretleri beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedava bakacağım!)
dedi. Resulullah efendimiz kabul buyurdu. Emir eyledi, bir ev verdiler. Her gün
nefis yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçti. Hiç bir müslüman, doktora
gelmedi. Doktor, utanıp gelerek, (Efendim! Buraya, size hizmet etmeye geldim.
Bugüne kadar, bir hasta gelmedi. Boş oturdum, yiyip içtim, rahat ettim. Artık
gideyim) diye izin isteyince, Peygamber efendimiz, (Sen bilirsin. Eğer daha
kalırsan, misafire hizmet etmek, ona ikram etmek, Müslümanların vazifesidir.
Gidersen de uğurlar olsun. Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana
kimse gelmez. Çünkü, Eshabım hasta olmaz! İslam dini, hasta olmamak yolunu
göstermiştir. Eshabım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça bir şey yemez ve
sofradan, doymadan önce kalkar) buyurdu.
Bunu söylemekle müslüman hiç hasta olmaz demek istemiyoruz. Fakat sıhhatine ve
temizliğe itina eden bir müslüman, sağlam kalır, kolay kolay hasta olmaz. Ölüm
haktır. Hiç bir kimse ölümden kurtulamaz ve herhangi sebeple veya bir hastalık
sonucu ölecektir. Fakat, o vakte kadar sıhhatini koruyabilmesi, ancak
Müslümanlıkta emredilen hususlara ve temizliğe riayet sayesinde olur.