Abdülaziz bin Baz tarafından yazılan "Akidet-üs-sahiha" adlı kitap "Doğru
İnanç" ismi verilerek Türkçeye tercüme edilerek her yere dağıtılmaktadır. Bu
kitapta, İstiva, Yed, Vech gibi müteşabih kelimelere,
oturmak, el yüz gibi manalar vererek -hâşâ- Allahü teâlâyı cisim olarak
bildiriyor. Müşebbihe fırkası gibi inanıyor. Üstadımız ibni Teymiye de böyle
söyledi diyerek onun da Müşebbiheden olduğunu gizlemeye lüzum
görmüyor.
İbni Baz, a’ma [kör] bir zat idi. Bir ehl-i sünnet olan zatla ilmi münazara
yapıyor. (Âyetleri tevil etmemek, olduğu gibi inanmak lazımdır) diye iddia
edince, Sünni zat, artık taşı gediğine koyar: (İsra suresinin 72. âyetinde,
(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür) buyuruluyor. O halde, sen
ahirette kör olarak haşrolacaksın) der. İbni Baz cevap veremeyip hemen çıkıp
gider. Bu âyette de kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör
olmayacaktır. Dünyada iman etmeyerek kör olan ve kör olarak ölen kimse,
ahirette de kör [kâfir] olarak Cehenneme gidecektir demektir.
Kur'an-ı kerimde manası açık olan âyetlere Muhkem âyetler, manası açık olmayan,
tefsire, izaha muhtaç olanlara Müteşabih âyetler adı verilir. Müteşabih olanlara
açık manalarını vermek akla ve dine uygun olmazsa, uygun mana vermek, yani tevil
etmek gerekir. Açık manalarını vermek günah olur. Âyetler gibi hadis-i şerifler
de, muhkem ve müteşabih diye ikiye ayrılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kur'anda yedi şey bildirilir: Yasak, emir, helal, haram, muhkem, müteşabih
ve misaller. Helali helal, haramı haram bilin, emredilenleri yapın, yasak
edilenlerden sakının! Misal ve hikaye olanlardan ibret alın! Muhkem olanlara
uyun! Müteşabih olanlara inanın!) [Hakim]
Allah’ın sıfatlarına zıt olarak müteşabih âyet ve hadisleri tevil asla caiz
olmaz. Bir âyet meali:
(Müteşabih âyetleri, kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için,
kendilerine göre yorumlamaya çalışırlar. Halbuki Onun tevilini ancak Allah
bilir.) [Al-i imran 7]
Müteşabih bir âyet olan istiva kelimesini oturdu diye yanlış tevil ederek
insanlara benzetenlerin kalblerinde eğrilik olduğunu bu âyet-i kerime açıkça
bildirmektedir. Allah’ı Arşa ve oturmaya muhtaç sanmak küfürdür. Allahü teâlâ
her türlü noksandan münezzehtir. (Yunus 10)
(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak],
gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler
de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı
kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22,
Beydavi]
Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah
kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abes, boş söz olmaz mı?
Kabirdekileri niye hidayete kavuşturmaya uğraşsın ki? Hemen âyetin devamında,
(Sen sadece bir uyarıcısın) [vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil,
sadece tebliğdir] buyuruluyor. Kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı
kâfirlerdir. (Beydavi)
Gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman
edenlere işittirebilirsin ifadesi yanlış olur ve kâfir ölü işitmez, mümin
ölü işitir anlamı da çıkardı. Halbuki Buhari’deki hadis-i şerifte kâfir
ölü de işitir buyuruluyor. Selefiler, ibni Teymiye’nin yolunda iseler de, bu
konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki: Bedir’de çukurdaki
kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur. Zaruri inanılması
lazım gelen bilgilerdendir. [İnanmamak küfürdür.]
(Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed)