Sual: Bir doktor, (Dalak kandır, kanın ise Kur’anda haram olduğu bildiriliyor. O halde dalak haramdır) diyor. Yalnız Kur’an diyen biri de, (Maide suresinin üçüncü ayetinde (Meyte [boğazlanmadan kendiliğinden ölen hayvan] ve kan size haram kılındı) dendiği için balık ve dalak yemek haramdır) diyor. Mezheplere inanmayan biri de, (Ben kalbimin onaylamadığına itibar etmem. (Müftüler, fetva verseler de sen, yine kalbine danış) mealindeki hadise dayanarak, birçok sahih hadisin kalbime yatmadığını görüyor ve hadis kitaplarındaki yüzlerce uydurma hadisleri tespit edebiliyorum. Diyanetin fetvalarını da inceledim. Kalbime yatmayanların hepsini çıkardım) diyor. Şunu sormak istiyorum. Herkes Kur’anı tam doğru anlayabilir mi? Herkes kalbine danışarak hadislerin uydurma olduğunu ve fetvaların yanlışlığını tespit edebilir mi?
CEVAP
Namazın nasıl kılınacağını, zekâtın nasıl verileceğini, hangi mallardan ne kadar verileceğini Kur’andan anlamak imkânsızdır. Resulullah efendimiz, meyte ve kanı şöyle açıklıyor:
(İki meyte ve iki kan helal kılındı. İki meyte balıkla çekirge, iki kan, karaciğerle dalaktır.) [İbni Mace, Ebu Davud]

Demek ki, dalak ve ciğer, âyet-i kerimede bildirilen kandan istisnadır. Meyte, yani dine uygun boğazlanmadan öldürülen hayvanlar haramdır ama balık bundan müstesnadır.

Kalble ilgili sualin cevabı da şöyledir:

Dinimizde, herkesin kalbi ölçü olsa idi, Kur’an-ı kerime, Peygambere ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. (Herhangi bir konuda (Kur'ana, sünnete ve icmaya falan bakmayın, kalbinize danışın, kalbiniz onaylarsa o işi yapın) denirdi. Bid’at fırkalarından mutezile de, (Akıl, iyi ile kötüyü, hak ile batılı birbirinden ayırır) diyerek aklı ölçü kabul ediyor. Bugün mutezile zihniyetinde olanlar dindeki dört delile göre değil, aklına göre konuşuyorlar. Dinimizde akıl da, kalb de, bir şeyin haram olmasında kesin ölçü olamaz. Kesin ölçü olsa idi, o zaman peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Hâşâ Allah lüzumsuz olarak göndermiş olurdu. (Kalbinize danışın) hadisi şerifinin de uygulandığı yerler var.

İki hadis-i şerif meali:
(Helal haram bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. İnsanların çoğu bunları bilmez. Şüphelilerden sakınan şerefini ve dinini korumuş olur. Şüphelilere giren harama düşer. Bu, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir. Her sultanın bir koruluğu vardır. Allah’ın yeryüzündeki koruluğu da haram kıldığı şeylerdir.) [Kütüb-i sitte]

(Helal haram bellidir. Öyleyse şüphelilerden sakının, şüpheli olmayanları yapın.) [Taberani]

Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, şüphe edilen ve kalbi sıkan şeyi yapmamalı. Şüphe edilmeyeni yapmak caiz oluyor. Şüphelilerden sakınmayan, harama düşer.

Şüpheliler de, üç kısımdır:
1- Sakınması vacibdir. Her sanatın bir ilmi vardır. Herkese, sanatının ilmini öğrenmesi vacibdir. Bunu öğrenmezse harama düşebilir. Haramlardan sakınmak vacib yani farzdır.

2- Sakınması müstehabdır. Mesela vakit girdikten sonra, namaz kılmadan uyumak özür olmaz. Bunun, vakit çıkmadan uyanması için tedbir alması farz, vakit girmeden uyuyanın alması müstehabdır. Demek ki vakit girmeden uyuyanın, uyuyakalırım diye sakınıp, tedbir alması, müstehab oluyor.

3- Sakınması vesvese, kuruntu ve faydasızdır. Mesela, belki birinin mülküdür diye av eti yememek [belki Besmelesiz veya ateist tarafından kesilmiştir diyerek, kasaptan et almamak] ve belki sahibi ölüp vâris eline geçmiştir diye, kiraladığı evden çıkmak vesvesedir, kuruntudur.

Sual: Bir hadiste, (Müftüler, fetva verseler de sen, yine kalbine danış) deniyor. Buna göre, bir şeyin helal olup olmadığını anlamak için, aklımıza, kalbimize mi bakmak gerekir?
CEVAP
Dinimizde dört delil vardır. Kalbe danışmak delil değildir. Eğer dindeki dört delil esas alınmazsa, herkesin aklına ve kalbine göre sayısız din meydana çıkar. Ölçüyü iyi bilmek gerekir.

Dinimizde, herkesin aklı ve kalbi ölçü olsa idi, Kur’an-ı kerime, Peygambere ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Dinimizde akıl da kalb de, bir şeyin haram olmasında kesin ölçü olamaz. Mesela bazı kimseler, (Ben Ankara’dan oğlumun bulunduğu İstanbul’a uçakla kısa bir zamanda geldim. Bir gün kalıp gideceğim. Ben günlerce yol gitmedim ki, hem gittiğim yer kendi evim sayılır, kendi evimden daha çok rahat ediyorum. Niye İstanbul’da seferi olacakmışım ki? Üstelik Peygamberimiz, (Aklı olmayanın dini yoktur, müftüler fetva verseler de sen kalbine danış) demiyor mu? Öyle ise ben de aklıma ve kalbime danıştım, Ankara’dan İstanbul’a gelmekle seferi olmam) diyor. Halbuki, bir kimse Ankara’dan bir saatte İstanbul’a gelse, seferi olur da, Pendik’ten Fatih’e iki saatte gelse, yine seferi olmaz.

Bir kimse, bir memura verilen hediyeyi, müftüye sorsa, o da, (Bir çıkarı olmadan, iş bittikten sonra, kendi rızası ile vermişse, bu hediye helaldir) diye fetva verse, ama o kimse, (Ben, bunu memur işimi yapsın diye, rüşvet olarak veriyorum, kalbim bunu hoş görmüyor) diyorsa, burada kalbin rolü vardır. Müftü, anlatılışa, yani görünüşe göre, o hediyedir diye fetva verse de, şüpheli şeylere bulaşmamalıdır.