Muhammed aleyhisselâmın ve Eshâb-ı kirâmın Medîne’ye hicretiyle Müslümanlar
için yeni bir devir başlamış oldu. Resûlullah efendimizin Mekke’den Medîne’ye
hicret etmekte olduğu işitilince, hâdise Medîne’de büyük bir sevinçle karşılandı.
Müslümanlar onu karşılamak için yollara düştüler. Sevgili Peygamberimiz Kubâ’ya
gelince orada ilk mescidi yaptırdı. Kubâ’da 10 gün kaldıktan sonra Medîne’ye
hareket ettiler. Cumâ günü Rânuna Vâdisinden geçerken öğle olmuştu.
Peygamberimiz cumâ namazının farz olduğunu bildirdi ve orada ilk cumâ namazını
kıldırdı. Medîne’ye varınca görülmemiş bir sevgi ve tezâhüratla karşılandı.
Bu sırada Medîne’de Yemen’den gelip yerleşmiş olan Evs ve Hazrec kabîleleri ve
Benî Kaynuka, Benî Nâdir, Benî Kureyzâ adında üç Yahûdî kabîlesi bulunuyordu.
Mekkeli Müslümanların gelip Medîne’de bulunan Müslümanlarla her bakımdan
yardımlaşmak üzere kardeşlik kurmaları ile Medîne’nin havası değişmişti.
İlk zamanlarda, Medîne’de bir mescid olmadığı için Sevgili Peygamberimizin
bulunduğu her yerde cemâatle namaz kılınıyordu. Daha sonra Resûlullah
efendimizin Medîne’ye ilk geldikleri gün devesinin çöktüğü arsa satın alınarak
oraya bir mescid inşâ edildi. Resûlullah için de, bu mescide bitişik odalar
yapıldı.
Peygamber efendimiz kalmakta olduğu, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Eyyûb-i Ensârî Hâlid
bin Zeyd’in evinden mescidin bitişiğinde yapılan bu odalara taşındı. Ayrıca
mallarını, mülklerini Mekke’de bırakarak hicret eden Müslümanlarla Medîneli
Müslümanlar arasında kardeşlik kurdu. Her Medîneli Müslüman, Mekke’den gelen
Müslümanlardan birini evine aldı, malına ortak etti. Evi, âilesi olmayan
yetmişten fazla fakir Müslüman da mescidin avlusunda yapılan sofada ikâmet
ettiler, bütün ihtiyaçları burada karşılandı. Bunlara “Eshâb-ı Suffe” denildi.
BunlarPeygamber efendimizin yanından ayrılmaz, söylediklerini ezberler,
İslâmiyeti iyice öğrenirlerdi. Medîne dışındaki yerlere İslâmiyeti öğretmek
üzere bunlardan öğretici muallimler gönderilirdi.
Hicretin birinci yılında Medîne’de mescid yapıldıktan sonra günde beş vakit ezân
okunmaya başlandı. Yine bu sene Peygamber efendimiz hazret-i Ebû Bekr’in kızı
hazret-i Âişe ile evlendi.
Her sene hac mevsiminde çevreden Kâbe’deki putlara tapmak için gelen Arap
kabîlelerinden kazanç sağlayan müşrikler bu kazancın ellerinden kaçması
endişesine kapıldılar. Ayrıca Mekkeli müşriklerin Şam ticâret yolu da Medîne
yakınından geçiyordu. Müslümanların bu yolu da kapamasından korkan müşrikler,
yeni çâreler arıyorlardı.
Hicretten sonra Medîne’de birleşen Müslümanların karşısında; Mekkeli müşrikler,
Medîne’de ve çevresinde bulunan Yahûdîler ve münâfıklar olmak üzere üç çeşit
düşmanları vardı. Bu bakımdan tehlike daha çok artmıştı. Böylesine mühim ve
tehlikeli bir durum karşısında Peygamber efendimiz tarafından yeni tedbirler
alındı. Medîne’de bulunan Evs ve Hazrec kabîleleri arasındaki anlaşmazlıkları
düzeltip, onları birbirine dost yaptı. Yahûdî kabîleleriyle de bir antlaşma
yapıldı. Bu antlaşmaya göre; Yahûdîler kendi dinlerinde serbest kalacak, ancak
Medîne’ye dışardan yapılacak her türlü düşman saldırısına karşı Müslümanlarla
birlikte vatanlarını müdâfaa edeceklerdi. Yahûdîlerle Müslümanlar arasında bir
anlaşmazlık çıkarsa, Resûlullah’ın hakemliğini kabul edeceklerdi. Bundan başka
Mekke civârındaki diğer kabîlelerle de sulh antlaşması yapıldı. Mekkelilerin Şam
ticâret yolu kapatıldı. Medîne’de bulunan Müslümanların ilk nüfus sayımı
yapıldı. Bin beş yüz civârında bulunan Müslümanlar için nüfus defteri tutuldu.
Sevgili Peygamberimiz Medîne’nin âsâyişini korumak, düşmanların durumunu kontrol
etmek için de devriyeler tertipledi. Muhtemel düşman saldırılarına karşı nöbet
tutuluyordu. Hazret-i Hamza’nın, hazret-i Ubeyde ibni Hâris’in ve hazret-i Sa’d
bin Ebî Vakkâs’ın komutasında olmak üzere, beş ve dört yüz kişi arasında değişen
üç seriyye hazırlanmıştı. Hicretin ikinci yılında cihâda, düşmanla harbe izin
verildi. Önce yalnız müdâfaa etmek sûretiyle izin verilmesi üzerine ilk gazâlar
yapılmaya başlandı. Medîne devrinde yapılan gazâların sayısı yirmidir.
Seriyyeler ise daha fazladır. Cihâda izin verilmesi Kur’ân-ı kerîm’de
Hicr sûresi 39-41. âyetlerinde, Hac sûresi 39. âyetinde, Bakara sûresi 190, 192
ve 193. âyetlerinde bildirilmektedir. Hicretin ikinci yılı olaylarından bir
diğer önemli hâdise de, daha önce Kudüs’e karşı namaz kılınmaktayken Allahü
teâlânın Kâbe’ye yönelerek namaz kılmayı emretmesiyle kıblenin değişmesidir.
Kıblenin Kâbe olmasından bir ay ve hicretten 18 ay sonra Şâban ayının onuncu
günü Bedir Gazâsından bir ay önce oruç farz oldu. Yine bu sene Ramazan ayında
terâvih namazı kılınmaya başlandı ve sadaka-yı fıtr vermek vâcib oldu. Hicretin
ikinci senesinde Ramazan ayında zekât vermek de farz oldu. Hicretin ikinci
yılında zilhicce ayında da Kurbân kesmek ve bayram namazı kılmak vâcib oldu.
Muhammed aleyhisselâm Medîne’ye hicret ettikten sonra, Medîne’de bütün işleri ve
münâsebetleri tertibe koyup Müslümanları güçlü bir duruma getirdi. Böylece
İslâmiyet her geçen gün yayılıyor ve Müslümanlar git-gide kuvvetleniyordu.
Hicretin ikinci yılında Mekkeli müşrikler, her âileden sermâye alıp bir kervanı
Şam’a gönderdiler. Başlarında Ebû Süfyân vardı. Kervan, mallarını sattıktan
sonra kâr ile silah satın aldı. Peygamber efendimiz silahların Mekkeli
müşriklerin eline geçmesini önlemek için üç yüz on üç Eshâb-ı kirâm ile kervanın
yolunu kesmek için Medîne’den çıktı. Kervan başka yoldan Mekke’ye giderken
Mekkeli müşrikler de bin kişilik bir ordu hazırlayıp gönderdiler. Medîne dışında
Bedir denilen yerde iki ordu karşılaştı ve Bedir Savaşı yapıldı. Bu savaşta
Müslümanların sayısı 313 kişiydi. Müşriklerle yapılan bu ilk savaşta Müslümanlar
ilk parlak zaferi kazandılar. Başta Ebû Cehil olmak üzere müşriklerin ileri
gelenleri bu savaşta öldürüldü. Yine bir kısmı ileri gelenleri olmak üzere 70’i
esir alındı. Peygamber efendimiz bu esirlerin bir kısmını fidye karşılığı, okuma
yazma bilenleri de Medîneli 10 çocuğa okuma yazma öğretmek şartıyla serbest
bıraktı. Bu hâdise Mekke ve Medîne’den birçok kimsenin Müslüman olmasına sebep
oldu.
Bedir Savaşında Müslümanların gâlip gelmesi, Medîne’deki Yahûdîleri
endişelendirdi. Münâfıklarla birleşen Benî Kaynuka Yahûdîleri, Sevgili
Peygamberimizle yaptıkları vatandaşlık antlaşmasını bozarak harbe karar
verdiler. Bunun üzerine yapılan Benî Kaynuka Gazâsında yenilip teslim olan
Yahûdiler Medîne’den çıkarıldı.
Hicretin üçüncü yılında Sevik Gazvesi, Necd Gazvesi, Zeyd bin Hârise Seriyyesi,
Muhammed bin Mesleme Seriyyesi yapıldı. Peygamberimiz kızı Ümmü Gülsüm’ü,
hazret-i Osman ile evlendirdi. Hazret-i Ömer’in kızı Hafsa’yı kendi nikâhlarına
aldılar. Hazret-i Ali’nin oğlu, hazret-i Hasan dünyâya geldi. Şevval ayında Uhud
Gazvesi yapıldı. Bedir Savaşında yenilen müşrikler, bir yıl sonra da 3000
kişilik bir kuvvetle Medîne üzerine yürüdüler. Peygamberimiz müşriklerin bu
saldırısına karşı 1000 kişilik bir ordu ile düşmanı Uhud Dağında karşıladı. Bir
müdâfaa savaşı olan Uhud Savaşında, Sevgili Peygamberimizin mübârek dişi
kırıldı, mübârek yüzü kanadı ve mübârek dudağı yaralandı. Hazret-i Hamza şehit
edildi. Bundan başka Muhâcir ve Ensar’dan yetmiş sahâbi şehit oldu.
Uhud Savaşından sonra hicretin dördüncü yılında Benî Nâdir Gazâsı yapıldı.
Önceden Peygamber efendimizle antlaşma yapan Yahûdî kabîlelerinden biri olan
Benî Nâdir, Uhud Savaşından sonra sevgili Peygamberimize sûikast yapmaya
kalkışarak antlaşmayı bozdular. Münâfıkların kendilerini destekleyeceklerini
söylemeleri üzerine de anlaşmayı yenilemeye yanaşmadılar. Bu sebeple yapılan
savaşta Benî Nâdir kabîlesi Medîne’den çıkarıldı. Böylece Müslümanların
Medîne’deki durumu biraz daha kuvvetlendi.
Medîne civârında bulunan iki kabîle Peygamber efendimize elçi göndererek
kendilerine İslâmiyeti öğretmek üzere muallim (öğretmen) istediler. Bu istek
üzerine Eshâb-ı kirâmdan on kişi gönderildi. Recî’ denilen yere vardıklarında
200 kişilik bir düşman hücûmuna uğrayan bu heyetten 8 kişi şehit oldu. Bu
hâdiseye Recî Vak’ası denir. Yine Necid Şeyhi Ebû Berâ’nın Medîne’ye
gelip kendilerini irşâd için muallimler istemesi üzerine irşâd için, Eshâb-ı
kirâmdan 70 kişilik bir heyet gönderildi. Eshâb-ı Suffadan olan bu irşad heyeti
Bir-i Mâûne denilen yere vardıklarında, Necidliler, verdikleri teminâta rağmen,
ihânet ettiler. Üzerlerine gönderdikleri bir ordu ile bu yetmiş sahabenin
hepsini şehit ettiler. Bu hâdise de Bi’r-i Mâûne Faciası adı ile
bilinmektedir.
Şarap (içki) içmeyi haram kılan âyet-i kerîme de hicretin dördüncü yılında indi.
Peygamberimiz bu yılda Ümmü Seleme ile evlendi. Ümmü Seleme’nin kocası Uhud
Savaşında yaralanmış, sonra da vefât etmişti. Sevgili Peygamberimiz, ihtiyar ve
çocukları olan Ümmü Seleme’yi radıyallahü anhâ kendisine nikâhlayarak zor
durumdan kurtarıp himâyelerine aldılar.
Hicretin beşinci yılında Hendek Savaşı yapıldı. Müşriklerin Medîne üzerine
yaptıkları üçüncü ve son saldırı olan bu savaşta, Benî Nâdir Yahûdîleri ve
müşriklerin berâberce hazırladıkları on bin kişilik bir ordusu vardı. Peygamber
efendimiz Medîne’nin etrâfına geniş ve derin bir hendek kazdırıp üç bin kişilik
bir ordu ile düşmana karşı durdu. Bir ay süren kuşatmada Medîne’de bulunan Benî
Kureyzâ Yahûdîleri de Peygamber efendimizle yaptıkları antlaşmayı bozarak
Müslümanları arkadan vurmaya kalkıştı. Netîcede kuvvetli bir fırtınaya ve
şiddetli yağmura tutularak darmadağın olan düşman ordusu perişân bir hâlde
paniğe kapılarak Mekke’ye döndü. Bu hâdise Kur’ân-ı kerîmde Ahzâb sûresi
9. âyetinde meâlen şöyle bildirilmektedir: “Ey îmân edenler! Allah’ın size
olan nîmetlerini hatırlayınız. Hani ordular saldırmıştı da, biz onların üzerine
bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz (meleklerden) ordular göndermiştik.”
Bu savaştan sonra Sevgili Peygamberimiz; “Artık nöbet sizindir. Bundan sonra
Kureyş sizin üzerinize gelmez.” buyurdu.
Şanlı Peygamberimiz Hendek Savaşından Medîne’ye dönünce Eshâb-ı kirâma,
silâhlarını çıkarmadan, Hendek Savaşı sırasında ihânet ederek müşriklerle
birleşip Müslümanları arkadan vurmak isteyen Benî Kureyzâ Yahûdîleri üzerine
hareket emri verdi. Netîcede teslim olan bu kabîleye haklarında kendi kitapları
Tevrât’ın hükmü uygulandı.
Teyemmüm âyeti ile haccın farz olduğunu bildiren âyet hicretin beşinci yılında
nâzil oldu.
Hicretin altıncı yılında Mekke dışındaki müşriklerleMüreysi Gazâsı yapıldı.
Mekkeli müşriklerin İslâmiyeti resmen bir devlet olarak tanımak zorunda
kaldıkları Hudeybiye Antlaşması da bu yılda yapıldı. Yine bu yılda Şanlı
Peygamberimiz bütün insanlara peygamber olarak gönderildiğini bildirmek ve
İslâmiyeti her tarafa yaymak için Bizans, İran, Habeş, Mısır, Gassan ve Yemâme
hükümdarlarına elçilerle mektuplar göndererek onları İslâma dâvet etti.
Peygamber efendimizin bu dâveti karşısında Habeş hükümdarı Müslüman oldu. Bizans
İmparatoru elçiye iyi muâmele yaptı. Mısır hâkimi Peygamberimize hediyeler
gönderdi. İran şâhı ve Gassan beyi ise elçilere hakâret ederek sert davrandılar.
Yemâme beyi ise boş ve mânâsız tekliflerde bulundu.
Hicretin yedinci senesinde, İslâmiyet Arap Yarımadasında süratle yayılmaya
başladı ve düşmanlar oldukça tesirsiz hâle getirildi. Bu yılda vukû bulan mühim
hâdiselerden biri de Hayber’in fethidir. Peygamber efendimizin Medîne’ye hicret
etmesinden sonra Yahûdî kabîleleri ile antlaşma yapıldı. Fakat bu kabîleler
sözlerinde durmadılar. Mekkeli müşriklerle birleşerek Müslümanlara ihânet
ettiler. Bu sebeple de Medîne’den çıkarıldılar. Bunlardan Benî Nâdir kabîlesi
Hayber’e yerleşmişti. Şanlı Peygamberimiz bin altı yüz kişilik bir ordu ile
Hayber üzerine gitti ve bir hafta süren kuşatmadan sonra Hayber fethedildi.
Böylece Yahûdî tehlikesi ve fitnesi ortadan kaldırıldı. Yine bu yılda Peygamber
efendimiz Eshâb-ı kirâmdan iki bin kişiyle Mekke’ye gidip Kâbeyi tavâf etti.
Mekkeliler üzerinde büyük bir tesir bırakan bu ziyâret üzerine önde gelen birçok
kimse Müslüman oldu. İslâmın ilk yıllarında Mekke’den Habeşistan’a hicret eden
Müslümanlar da bu yılda Medîne’ye geldiler.
Hicretin sekizinci yılında Mûte Savaşı yapıldı. Şanlı Peygamberimizin gönderdiği
bir elçinin şehit edilmesi üzerine yapılan bu savaş, yüz bin kişilik Rum
ordusuna karşı üç bin İslâm mücâhidinin çok büyük kahramanlıklar gösterdiği bir
savaştı. Bu savaşta geri çekilmek zorunda kalan Rumların güçleri kırıldı.
Bu yılda vukû bulan hâdiselerin en önemlisi Mekke’nin Fethidir. Peygamber
efendimizle on senelik bir zaman için Hudeybiye Antlaşmasını imzâlayan
Kureyşliler, aradan iki yıl geçmeden antlaşmayı bozdular. Peygamber efendimiz
Kureyşlilerden, yapılan antlaşmaya uymalarını istedi. Müşrikler buna
yanaşmayınca on bin kişilik bir kuvvetle Mekke üzerine yüründü ve Arap
Yarımadasında puta tapıcılığın merkezi olan Mekke fethedildi. Bütün putlar
kırılıp, Kâbe putlardan temizlendi. Yirmi yıldan beri Müslümanlara amansız
düşmanlık yapan müşriklerin gücü tamâmen kırıldı. Şanlı Peygamberimizin affına
kavuşup, çoğu Müslüman oldu.
Mekke’nin Fethinden sonra Hevâzin veSakif kabîleleri, Sa’d oğulları gibi bâzı
küçük kabîleleri de yanlarına alarak 20 bin kişilik bir ordu ile harekete
geçtiler. Sevgili Peygamberimiz de 12 bin kişilik bir ordu ile üzerlerine gidip
bu müttefik müşrik ordusunu mağlup etti. Bu düşman kabîleler Tâif’e sığınarak
yeniden savaşa hazırlanmaya başladılar. Peygamber efendimiz Tâif’i 20 gün
kuşatma altında tuttuktan sonra muhâsarayı kaldırdı. Bir sene sonra da Tâifliler
kendi istekleriyle Müslüman oldular.
Hicretin dokuzuncu yılı İslâmiyetin Arap Yarımadasında büyük bir süratle
yayıldığı bir yıl oldu. Bir taraftan bölük bölük insanlar Medîne’ye gelip
Müslüman oluyor, bir taraftan da İslâmiyeti kabul eden kabîlelerin dînî ve idârî
işlerini yürütmek için çevreye memurlar ve vâliler gönderiliyordu. Bu sırada
çevredeİslâmın yayılmasını engellemek isteyen devletler vardı. Bunlardan biri de
o zamânın en güçlü devletleri arasında yer alan Bizans’tı. Bizans Kayseri
Heraklius Mûte Savaşından beri Arap Yarımadasını istilâ ederek İslâmiyetin
yayılmasına son vermek istiyordu. Heraklius Hıristiyan Arapların ve diğer bir
takım kabîlelerin desteğini alıp, kendisi de 40 bin kişilik bir ordu toplayarak
Medîne üzerine yürümeye hazırlanmıştı. Peygamber efendimiz bu durumu haber
alınca 30 bin kişilik bir ordu hazırladı. Bu hazırlıkta Eshâb-ı kirâm mallarını
da vererek fiilen büyük bir fedâkârlık gösterdi. İslâm ordusu Tebük’e geldiği
sırada, Müslümanların bu hazırlığını işiten Bizanslılar savaşmaktan çekinip,
geri döndüler. Sevgili Peygamberimiz ordusuyla Tebük’te 20 gün kaldı. Şam’da
bulaşıcı bir hastalık olan tâûn (vebâ) salgını olduğunu duyunca Medîne’ye döndü.
Böylece Bizans’ın mâneviyâtı iyice kırıldı ve İslâmiyetin şanı, şerefi her
tarafta duyuldu.
Peygamber efendimiz Mekke devrinde sâdece müşrikler ve Medîne devrinde ise
müşrikler, Yahûdîler ve münâfıklar olmak üzere üç çeşit düşmanla karşılaştı.
Bunlardan müşrikler ve Yahûdîlerle yaptığı savaşlarda düşmanı mağlup ederek
onları tesirsiz hâle getirdi. Lâkin münâfıkların düşmanlıkları sinsice, devam
etti. Bunların yaptığı düşmanlıklardan biri de Müslümanlar arasına fitne sokmak
maksadıyla Peygamber efendimizin Medine’ye hicreti sırasında yaptırdığı meâlen;
“Temeli takvâ üzerine atıldı.” (Tevbe sûresi: 108) buyrulan Kubâ Mescidi
karşısında Mescid-i Dırâr’ı yapmalarıdır. Münâfıkların Kubâ Mescidinin cemâatini
bölmek gibi bozuk düşüncelerle yaptıkları bu mescit, Tevbe sûresi 107 ve 108.
âyetlerinin nâzil olması üzerine Peygamber efendimiz tarafından yıktırıldı. Bu
hâdiseden iki ay sonra başları Abdullah bin Übey’in ölmesi ile münâfıklar
dağılıp düşmanlık faaliyetleri sona erdi. Böylece hicretin dokuzuncu yılında
İslâmın belli başlı düşmanlarının karşı durma ve engelleme güçleri büyük ölçüde
sona erdirildi.
Bu yılın mühim bir hâdisesi de çevreden Medîne’ye akın akın heyetlerin
gelmesidir. Bu bakımdan bu yıla “Senet-ül Vüfûd” (elçiler yılı) denildi.
Peygamber efendimize gelen bu heyetler; ya Müslüman olmak veya Müslüman
olduklarını bildirmek üzere yâhut da kabul ettikleri İslâmiyetin esaslarını
öğrenmek için geliyorlardı. Peygamberimiz müslüman olan bu kabîlelere İslâmiyeti
öğretmek, işlerini yürütmek üzere muallimler ve vâliler gönderdi.
Hicretten önce îmân etmemiş olan ve hicretin sekizinci yılında Taif Muhâsarası
sırasında Sevgili Peygamberimize karşı çıkan Taifliler de hicretin dokuzuncu
yılında, Tebük Seferinden sonra, heyet göndererek Müslüman oldular.
İslâmın beş şartından biri olan hac da hicretin dokuzuncu yılında farz kılındı.
Âl-i İmrân sûresinin 96 ve 97. âyetleri nâzil olunca, Peygamber efendimiz bunu
Eshâb-ı kirâma bildirdi. O sene hazret-i Ebû Bekr’i üç yüz kişilik bir kâfileye
hac emiri tâyin etti. Bu kâfilede bulunan Eshâb-ı kirâm hazret-i Ebû Bekr’in
emirliğinde Mekke’ye gitti. Bu sırada Berâe sûresinin ilk âyetleri nâzil oldu.
Bu âyetlerde muâhede hakkındaki bâzı hükümler bildirildi. Peygamber efendimiz
bunu bildirmek üzere hazret-i Ali’yi Mekke’ye gönderdi. O zaman Araplar arasında
yaygın olan bir geleneğe göre bir antlaşma yapılır veya yapılmış bir antlaşma
bozulursa, bu antlaşmayı bizzat yapan veya onun tâyin ettiği bir akrabâsı
tarafından îlân olunurdu. Peygamber efendimiz bu iş için hazret-i Ali’yi hac
kâfilesinin arkasından Mekke’ye gönderdi. Hazret-i Ali kâfileye yetişip Mekke’ye
birlikte girdiler. Ebû Bekr radıyallahü anh bir hutbe okudu. Hac ibâdetini
anlattı. Eshâb-ı kirâm öğretilen esaslara göre hac yaptılar. Hac ibâdeti edâ
edilirken hazret-i Ali de Mina’da Cemre-i Akabe denilen yerde bir hutbe okudu.
Bu hutbesinde; “Ey insanlar beni size Resûlullah gönderdi.” diyerek söze başladı
ve Berâe sûresinin ilk âyetlerini okudu. Bundan sonra; “Ben size dört şeyi
bildirmeye memurum.” dedi. Bu dört hususu şöyle bildirdi:
1. Müminlerden başka hiç kimse Cennete giremez.
2. Bu seneden sonra hiçbir müşrik Kâbe’ye yaklaşamayacak.
3. Hiçbir kimse Kâbe’yi çıplak tavâf etmeyecek (O zaman müşrikler Kâbe’yi çıplak
olarak tavaf ederlerdi.)
4. Her kimin Resûlullah ile antlaşması varsa, müddeti bitinceye kadar mûteber
olacak. Bunlar dışındakilere dört ay mühlet tanınmıştır. Bundan sonra hiçbir
müşrik için ahd (antlaşma) ve himâye yoktur.
O günden sonra hiçbir müşrik Kâbe’yi tavâf etmeye gelmedi ve hiç kimse çıplak
olarak Kâbe’yi tavâf etmedi. Bu hususlar bildirildikten sonra müşriklerden çoğu
Müslüman oldu. Hac farizâsı yerine getirildikten sonra hazret-i Ebû Bekr ile Ali
radıyallahü anh yanlarındaki Eshâb-ı kirâmla Medîne’ye döndüler.
Hicretin onuncu yılında İslâmiyet bütün Arap Yarımadasına yayıldı. Arabistan’ın
her tarafından insanlar Medîne’ye geliyor, Müslüman olmakla şereflenmek, ebedî
saâdete kavuşmak için birbirleriyle yarış ediyorlardı. Artık Arabistan’da
Müslümanlara karşı duracak hiçbir kuvvet kalmamış, İslâmiyet her tarafa hâkim
olmuştu. Sâdece bâzı Yahûdî ve Hıristiyan kabîleleri Müslüman olmamıştı.
Peygamber efendimiz hicretin onuncu yılında Hâlid bin Velîd hazretlerini dört
yüz mücâhid ile Yemen civârında bulunan Hâris bin Ka’b oğullarını İslâma dâvet
için gönderdi. Hâlid bin Velîd, Resûlullah’ın emri üzerine bu kabîleyi İslâma
dâvet etti. Onlar da dâvete icâbet ederek Müslüman oldular. Yine bu yılda
Peygamber efendimiz Necranlı Hıristiyanlarla sulh antlaşması yaptı. Bunlardan
bir kısmı sonra kendiliklerinden Müslüman oldu. Bu sene hazret-i Ali Eshâb-ı
kirâmdan üç yüz kişiyle birlikte Yemen’de bulunan Medlec kabîlesini İslâma dâvet
etmek için gönderildi. Önce karşı durdu ise de netîcede bu kabîle de Müslüman
oldu. Peygamber efendimiz bu sene İslâmiyetin yayıldığı bütün beldelere, vâliler
ve zekât toplamak üzere görevliler (âmil, sâi) gönderdi ve Vedâ Haccını yaptı.